Annenin tokası, babanın kucağı Catherine bir

Annenin tokası, babanın kucağı
Catherine bir genç kız olarak annesinin elinden babasını almaya çalışıyor. Çünkü Catherine’e heyecan veren tek fantezi bu: Yani kocasını babası olarak hayal etmek. Çok karışık, biliyorum! Ama, emin olun ki saçmalıyor değilim. Bir mantığı var yazdıklarımın. Sadece anlaşılması zor
(Bu yazıyı filmi seyrettikten sonra
kumanızı tavsiye ederim)

Filme ‘Büyük Hata’ adını koymuş dağıtımcıları. Bu hatayı göz ardı edip filmi orijinal adıyla, ‘Chloe’ olarak anacağım. Atom Egoyan anlattıklarıyla her zaman olmasa da anlatım üslubuyla beni hemen hemen hep etkilemiş bir yönetmendir. ‘Chloe’ ilk başta Egoyan’ın en sıradan işi gibi gözüküyor. Bu filmin farklı yanları da var hakikaten. Bir defa Egoyan ilk defa bu kadar büyük Hollywood yapımcılarıyla çalışmış ve ilk defa filminin senaryosunu kendisi yazmamış. Ayrıca ilk defa bir filmin yeniden çevrimini gerçekleştirmiş. ‘Chloe’ Anne Fontaine’in ‘Nathalie…’ adlı filminin yeni bir versiyonu. Bütün bunlar filmi farklı kılıyor zaten.
Filmin düz öyküsü de biraz sınıfsal duyarlılık katkılı ‘Ölümcül Cazibe’ gibi gözükmesine neden oluyor. Catherine (Julianne Moore) adlı orta yaşlı jinekolog, edebiyat dalında öğretim üyesi kocası David’in (Liam Neeson) kendisini kız öğrencileriyle aldattığını düşünüyor ve David’in genç bir kızla karşılaştığında ne yaptığını sınamak için Chloe (Amanda Seyfried) adlı genç fahişeyi kiralıyor. Catherine, Chloe’den kocasıyla yaşadıklarını gelip kendisine anlatmasını istiyor. Öyle de oluyor. Chloe, David’le tanıştığını, sonra David’in kendisine kur yaptığını anlatıyor. Buluşmalar arttıkça ilişki de ilerliyor. Chloe’nin anlatımına göre David önce genç kızın avucuna sonra da içine boşalıyor. Catherine bu hikâyeleri hem hazdan kendinden geçerek, hem de dehşete düşerek dinliyor. Catherine ile Chloe sevişiyorlar ama Chloe için bu artık bir iş ilişkisini çoktan aşmıştır. Catherine ise kontrolünü yitirmeye başlamanın telaşına düşer yavaş yavaş. Hem acaba Chloe’nin hikâyeleri ne derece gerçektir? Chloe iyice kontrolden çıkıp, Catherine’in oğlu Michael’ı da baştan çıkarınca artık Chloe’ye nihai bir dur demenin zamanı gelmiştir. Hikâyeye böyle bakınca ortada zengin bir kadının, görece yoksul bir genç kadını kullanıp sonra da başından atmasının ve aile düzenini yeniden tesis etmesinin muhafazakâr bir anlatımı varmış gibi görünüyor.
CHLOE TAMAMEN CATHERINE’İN FANTEZİSİ
Ama hikâyenin en başını hatırlayınca işler karışıyor. Filmin başında Chloe’yi hikâyenin anlatıcısı olarak görüyoruz. Peki ama Chloe filmin sonunda ölecekse nasıl oluyor da hikâyeyi anlatan oluyor? Sonra Chloe en başta kendisinin bir rüya olduğunu, insanlara hizmet ettikten sonra kaybolduğunu söylüyor. Tıpkı izlediğimiz filmde olduğu gibi. O zaman Chloe bir fantezi mi ve öyleyse kimin fantezisi? Aslında bu ikinci sorunun cevabı açık: Chloe, olsa olsa Catherine’in fantezisidir. Ve bana Catherine’in bu fantezisi Elektra karmaşasıyla da oldukça alakalı gibi görünüyor. Catherine, kocasını ancak babası olarak hayal ettiğinde heyecanlanabiliyor. Kendisini de bu yüzden genç bir kız olarak görmek durumunda. Ve Catherine, kendisini fantezisinde Chloe adlı bir genç kız olarak tasarlıyor. Arada bir yaş farkı olmazsa bu baba-kız fantezisi gerçekçi olmaz çünkü. Ortada bir baba-kız fantezisi varsa, bir de kızın rekabet ettiği anne olmalı. O da Catherine’in kendisi. Yani Catherine kendisini hem Chloe’nin, hem de babası için rekabet ettiği annesinin yerine koyuyor. Chloe, Catherine’le daha yeni tanıştıkları anda ona bir toka hediye etmek istiyor. Chloe, tokanın annesinden kendisine kaldığını söylüyor. Yani Chloe, Catherine’i annesini yerine koyuyor. Daha doğrusu, Catherine, yaşlı gerçek kendisini, hayali kendisinin (Chloe) annesi olarak tasarlıyor. Ve genç kız olarak, annesinin elinden babasını almaya çalışıyor. Çünkü Catherine’e heyecan veren tek fantezi bu: yani kocasını babası olarak hayal etmek. Çok karışık, biliyorum! Ama, emin olun saçmalamıyorum. Bir mantığı var yazdıklarımın. Sadece anlaşılması zor.
ENSESTİN BU KADARI DA FAZLA!
Fakat Catherine’in fantezisi Frankenstein gibi kontrolünden çıkıyor. Çünkü Catherine sadece bir eş değil, gözlerinin önünde delikanlı oğlunu, genç kızlara kaptırdığını izlemekte olan bir anne aynı zamanda. Catherine, öteki beni Chloe olarak duruma müdahale ediyor ve Michael’ı yani kendi oğlunu baştan çıkarıyor! Ensestin bu kadarı da fazla! Kızla babanın yatması bir şey ama oğulla annenin yatması bambaşka bir şey! Ensest yasağının varoluş nedeni anneyle oğul arasına sınır çekmek değil mi? Bu yeni durum, Chloe’nin yok olmasını gerektiriyor. Chloe, yani kendisini genç bir kız gibi gören Catherine ölünce ve gerçek Catherine anne ve eş konumunu üstlenmeyi ve annesinin tokasını takmayı (muhtemelen Catherine’in gerçek annesinin tokası) kabullenince, aile de yeniden bir dengeye kavuşuyor. Tabii ki filmi başka türlü yorumlamak da mümkün.
YARALI VE HASTALIKLI İLİŞKİLER VAR
Sevdiği kişiyi başkasıyla flört ederken seyreden karakterler Atom Egoyan’ın başka filmlerinde de karşımıza çıkıyor. ‘Exotica’ adını zaten kadınların seyredildiği bir kulüpten alır. Burada da seyredilen tıpkı Chloe gibi okul çağındaki bir genç kızdır. Seyredenlerden biri kulübün sahibesidir ve genç kızla (Catherine ve Chloe gibi) öpüşür. Diğeri kızın eski sevgilisi ve kulübün dj’idir ve her gece genç kızı müşterilerle flört ederken seyreder. Hem ortamı kızıştırır anonslarıyla, hem de kıskançlıktan kudurur. Ve bir de genç kızı, kendi kızı yerine koyan adamın kurduğu çok yaralı, çok hastalıklı ilişki vardır. Ensesti çağrıştıran bu ilişki de Chloe’yi bir miktar hatırlatıyor.
Egoyan’ın ‘Takvim’ (Calendar) adlı filminde de Ermenistan’da tarihi yerleri çeken bir fotoğrafçı, karısının mihmandarlarıyla gelişen ilişkisini kaydeder film boyunca (Bilge Ceylan acaba ‘İklimler’i çekerken bu filmden esinlenmiş miydi?). Catherine’in kocasını zihninde başkasıyla flört ederken seyretmesi, ‘Takvim’in fotoğrafçısının yaptığından çok farklı değil. Kısacası ‘Chloe’ ayrıksı gibi görünse de Egoyan külliyatıyla yakından ilişkili bir film.

EGOYAN VE BEN
Egoyan’ın bir filmini seyretmek uğruna aşil tandonunu koparan benden başka kimse yoktur sanırım. Gezici Festival’in İstanbul ayağının da olduğu ilk yılında Egoyan’ın kısa filmleri de gösterilmişti. İşte bunlardan birine yetişmek için Fransız Kültür’ün avlusundan salona doğru hızla giderken merdivenlere ayağımın ucuyla basmış ve aşil tandonumu koparıp, akabinde bayılmıştım. Yönetmen ve festival yöneticisi Ahmet Boyacıoğlu’yla da ayıldığımda, yerde yatarken tanışmıştım.
Doktor da olan Boyacıoğlu’nu, muhtemelen aşil tandonumun koptuğunu söyleyerek güldürmüştüm önce (aşil tandonu kolay kolay kopmazmış da ondan). Sonra kendisi de, hayretle teşhisimi doğrulamıştı.
‘Exotica’ beni çok etkilemişti. Birkaç yıl sonra bir kehanette bulunmuş ve Roll dergisinin sayfalarının üstündeki bölüme kehanetimi yazdırmıştım: Egoyan, Cannes’da Büyük Ödül’ü kazanacaktı. Ben bunu yazdırdığımda ‘Sweet Hereafter’ın adı daha ortada yoktu ve Cannes’da yarışacak filmler belli olmamıştı. Kehanetimden birkaç ay sonra ‘Sweet Hereafter’ Cannes’da Büyük Ödül’ü aldı. Evet hem de başka bir ödülü, Altın Palmiye’yi, şunu bunu değil ‘Grand Prix’yi yani Büyük Ödül’ü aldı.
Not: Amanda Seyfried (Chloe) babasının filmi izlemesini yasaklamış! Filmin aslen baba-kız arasındaki bir ensest fantezisi olduğuna dair yorumumu güçlendiriyor bu bilgi.