Ülkede ve dünyada sonu gelmez bir popülizm ya da bir çeşit ‘değerler aşınması’ yaşandığını belirten Mustafa Kemal Erdemol, yeni kitabında tutarlı bir tarihsel bakış ve mizahın gücüyle yeni yollar açılabileceğini söylüyor

Büyük insanlık ailesiyle  buluşmak zorundayız

MEHMET EMİN KURNAZ

Gazeteci yazar Mustafa Kemal Erdemol’un A7 Kitap’tan çıkan yeni kitabı ‘Yurtsever Kasırgalar, Feminist Pastalar’ raflardaki yerini aldı. Erdemol’un gazetecilik birikimiyle, Gezi’den Güney Amerika direnişlerine, Mayo Anneleri’nden Cumartesi Anneleri’ne dek harmanlanmış yazılarının toplamından oluşan kitap, kendine has mizahi diliyle ‘deneme’nin sınırlarında yeni uğraklar açıyor. Kendisiyle bir süre BirGün’de çalışma imkânı da bulduğum Erdemol ile kitabı üzerine konuştuk.

Kitabın ismine dikkat çekici bir başlık vermişsiniz, ne anlam ifade ediyor?

Başlık için özel çaba harcamadım. BirGün’de yazdığım yazıların genişletilmiş, yeni başlık ve içerikler eklenmiş hali diyebilirim. Genellikle bir makale ya da kitap kapağından alıp yazının başına koyarlar. Kapsayıcılığını ve çarpıcı olmasını istediğim bir başlık aradım. Kasırga zarar verir, pasta yararlıdır düşüncesiyle aslında tersinden bir çağrışım için kullandım.

Deneme, edebiyatta yazara oldukça geniş alanlar açan, sınırları zorlayan bir edebi yapıt. Gazetecilik deneyiminin zenginleştirdiği bir eser gördüm. Gazeteci olarak deneme yazmak nasıl bir şey?

Öncelikle şunu söyleyeyim, yazdığım kitaplara ilişkin ortak tanım evet deneme yazarı olduğum. Ancak bu hak etmediğimi düşündüğüm bir övgü. Deneme edebiyatın en zor türüdür. Türkçedeki denemenin içeriğinde bir talihsizlik söz konusu. Edebiyatla ilgisiz bir arkadaşım bana bir gün “Abi sen romanlarını yaz diye” konuştu. “Ben roman yazmıyorum” dedim. “Peki ne yazıyorsun” dedi? “Deneme” dedim.. Bana tepkisi şu oldu, “Üzülme be abi bundan sonraki daha ustaca olur.” Yani talihsizlik bu, ama sosyolojiden antropolojiye, edebiyattan fiziğe her şeyi bilmeli bence denemeci. Mesela Salah Birsel’in denemeci olduğu bir ülkede bana denemeci demek hak etmediğim övgü olur.

Yazdıklarınız üzerinden kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Merak kitapları yazan bir arkadaşınızım. Böyle kitaplar var ama türü yoktur, bu tanımlama arkadaşıma ait. Umarım iyi bir denemeci de olurum.

Edebiyatımızda sanki belli kalıplar var, bir şeyi anlamanın kolay yolu olarak ona tanım biçiyoruz, onu hemen kategorize ediyoruz.

Kesinlikle, bazı türlerin arkasındaki mantığı anlamadan yapıyoruz bunu. Mesela polisiye en zor türlerden biridir. Ama bizde yazan çoktur. Herkes kendini yazar olarak da tanımlayabiliyor.

Şiir yazan birçok kişinin kendini şair olarak tanımlamasının üzerine tanımam.

Bu konuda öncelik şiirde. Aziz Nesin’indi sanırım. Bu ülkede her dört kişiden beşi şairdir. Ne yazarsak yazalım ilk şart bana göre sağlam bir tarih bakışının olmasıdır. Yoksa, edebiyatın hiçbir türü sağlam temeller üzerine oturmaz. Mesela benim tarih yöntemim Marksist yöntemlerle kuruludur ama hadi onu da geçtim, sağcı bile olsanız temel bir tarih felsefesi üzerine oturması gerekir edebiyatın. Batı’da örnekleri var ama bizde maalesef zayıf. Ben de Marksizm’den sapmamaya çalışırım. Benim farklı anlatılarımın dayandırmaya çalıştığım ortak bakış açısı da bu aslında.

buyuk-insanlik-ailesiyle-bulusmak-zorundayiz-640681-1.

Kitabın girişinde verdiğiniz otobüs örneğini hatırlatmak istiyorum. Otobüste sağcı, solcu, laik, yobaz herkes bir anda reisin frene basmasıyla birbirine giriyor. Şu an Türkiye’nin özellikle son yıllardaki hali bu değil mi? Bundan nasıl kurtuluruz?

Kesinlikle katılıyorum. Eskiden her şey sanki daha netti. Sağcı-solcu kendini tanımlayabiliyordu. İdeolojiler üzerinden tanımla yapıyorduk. Ancak şimdi kimlikler üzerinden değerlendirme yapıyoruz. İkincisi sol için de yakışmayan kavramlar uyduruldu. Mesela ulusalcı-sol gibi. Bunlar oksimorondur, birbiriyle yan yana gelemeyecek kavramlardır. Bir değer aşımı var. ‘Suriyeliler defolsun’ diyen bazı insanların sosyal medyada fotoğrafı Che olabiliyor. Eskiden değerler çatışırdı, şimdi değerler birbirine girdi. Bunun iyi bir şey olacağını düşünmüyorum. 80 sonrası kimlik siyaseti buna neden oldu. Her şey kendi karşıtıyla vardır. Bu durumu aşmak için aslolan senin sorduğun nasıl sorusudur. Buna formül üretemem ama genel kanım şudur. Kişiliğin zayıfsa yerel olana sarılırsın. Kendi kimliğimizi otoriter olarak tanımlayıp başkası üzerinde baskı kurmadan kişiliğimizi geliştirip kimliğimizi dar tutarak büyük insanlık ailesiyle buluşmak zorundayız. Bu durumu hızlandıracak mekanizmalara ihtiyacımız var.

Yaşanan değer yitiminin mevcut iktidarla bağlantısını nasıl görüyorsunuz?

Bu iktidar aşındırma üzerine kurulu. Modernizm karşıtı. Kapitalizm dışında bir modernizmden bahsediyorum. İslamcı iktidarların hepsinin modernite düşmanlığı dini bir durum. Fakat modernitenin her olanağını da kullanıyorlar. Cep telefonundan en lüks araçlarına dek. Özellikle son 17 yıl yoğun yaşadık bu durumu. İslamcıların iktidar olduğunda neler yapabileceklerine şahit olduk. Bunların demokrat olması mümkün değil. Bütün bu olan bitenden ivmeyi hızlandırdıkları için bugünkü iktidar tartışmasız sorumludur.

Dünyada da Trump gibi Johnson gibi figürlerin türemesi de bir çeşit aşınma, rasyonel akıl yitimi değil mi? Bir popülizm egemenliği yok mu?

Tam olarak popülizm. Her daim iktidarlar arasında çok geçerli bir kavram. Sağ ve sol popülizm var. Bunlar, dini, milli duygulardır. Bugün Maduro’nun yanındayım ama bu da benzer şekilde sol popülizm içeriyor. Popülizmi geliştiren bir pazar kavgası var. Yabancı düşmanlığı, tahammülsüzlük vs Bunları yönetici fark edince onların bu duygularına oynuyor. Popülizm de işte burada başlıyor. Trump, yabancılara karşı olduğu için rahatça oy toplayabiliyor. Yabancı korkusu Batı’da popülist bir siyasal yönelim oldu. Bunu kullandılar.

Kitaba dönersek dilindeki mizah ilgi çekici. Aziz Nesin’i yad etmeden olmaz diye düşünüyorum. Siz de içeride iktidarın mizahtan duyduğu nefreti anlatmışsınız.

Mizah hem egemenlere hem de kendine dair en iyi kullanabileceğimiz yöntemdir. Çelişkiler de insanı güldürür. Komiktir çünkü, sigara içmeyenler dernek başkanı sigara kaçakçılığından yakalanmışsa güldürür. Bak gülüyoruz... Bu komikliğin trajik yanı vardır. Her trajedide mizah vardır. Ustalık belki bunu yerinde çıkarmak, doğru şekilde kullanabilmektir.

Son olarak ülkeye dair umutvar mısınız?

Toplumsal itiraz kültürü gelişti. Gezi de bunlardan biriydi. En basiti Haydarpaşa Garı meselesi, bugün spontene başlasa da geniş tepkilere neden olabilecek. Azerbaycan da çok kapalı bir toplum ama bir haftadır neler görüyoruz. Şili’de ve tüm dünyada da bu durum böyle. Bu konuda asla umutsuz olmadım, inandığım değerler de bana umutsuz olmamayı öğretti.