Deleuze’e göre yaşamı düşünmek hem var olanı hem de olabilecek olanı düşünmektir. Dünya anlayabileceğimizden daha fazlasıdır. Farkıyla zengindir. “Bir birey nasıl yaşamalıdır?” sorusu yalnızca sözcüklerimizle değil aynı zamanda yaşamımızla yanıtlanır

Büyük sorunumuz yaşamak!

AYNUR KULAK

Bir Birey Nasıl Yaşayabilir? Sizler bir kitap alıcısı olarak kitap rafında ön kapağında böyle bir soru sorulmuş bir kitap gördüğünüzde ne yaparsınız? Son yıllarda toplum olarak spiritüel yaşam, kişisel gelişim meselelerine fazlaca odaklandığımızı düşünürsek elinizin bu kitaba gitmesi içten bile değil. Fakat inanın bahsedeceğim kitap bundan daha fazlası. Sizi önce mutsuzlaştıran sonra mutluluğu aratan kapitalistliğin servis ettiği yaşam ve yaşamda mutluluğu arama becerisinin (sanki beceriksiz olan sizmişsiniz gibi) anlatıldığı kitaplarla karşılaştırılamayacak ölçüde çok çok daha fazlası…

Kolektif Kitap tarafından yayınlanan bir Todd May kitabı; DELEUZE – Bir Birey Nasıl Yaşayabilir?

“Filozofların yazarken aynı zamanda öğrendiklerini, çoğu düşünce dışavurumlarının aslında birer temrin olarak ortaya atıldıktan sonra kemikleştiğini” düşünen Todd May’ üzerine yazmak gerekiyor ilkin. Yukarıdaki uzun girizgâhın sebebi de yazarın bu sözleri aslında. May, Deleuze ekseni etrafında ‘birey yaşamı’na odaklanırken sadece postmodernistlerin sıcak baktığı ‘posyapısalcı anarşizm’ diye adlandırılan felsefi bir yaklaşımın temellerini atıyor. Kitabın yazarından Todd May’den başlama sebebim felsefi akımlar yaratmış olan filozofları ele alp, inceleyerek (Deleuze, Foucault, Lyotard) yeni felsefi yaklaşımlar oluşturuyor olmasında. Ki 1955 yılında New York’ta dünyaya gelen May kıta felsefesi, özellikle de Fransız felsefesi üzerine çalışmalar yürüten bir profesör aynı zamanda.

Bir Birey Nasıl Yaşayabilir? Kitaba da ismini veren ilk bölüm kendimize en azından bu şekilde sormadığımız tuhaf bir soru olarak karşımıza çıkıyor. Soru tuhaf çünkü gündelik kaosun içinde debelenen bizler bu soruyu genelde; neden mutlu değilim? Şeklinde sorduğumuzdan asıl sormamız gereken soruyu hiçbir zaman sormuyor, yaşamımızı ‘kişisel olarak’ geliştiremiyoruz. Todd May bu sorunun açılımını; hikâyelerimizin daima tercihlerle, dönüm noktalarıyla, temaslarla, kendi belirlediğimiz istikametlerle dolu olduğunu; yaşam hikâyemizi kendimize veya başkalarına anlattığımızda, bu hikâyeler bizzat tercihimiz olduğundan biricik olan bir dünyayı kurmaya ve birtakım gelecek tasarılarını dışlayıp başkalarını kucaklama meselesi olduğunu açıklamasını yaptıktan hemen sonra şu soruyu soruyor: Peki gerçekten böyle mi yaşamalıyız?

Sorular art arta gelir: Kaçımız bir kereliğine değil de sıklıkla ve farklı zamanlarda; “Bir birey nasıl yaşamalı?” sorusunu sorar kendine. Nasıl bir yaşam sürersek sürelim kaçımız başka türlü yaşayabilme ihtimaline kapı aralar? Ve Todd May, belki de bu soruyu sormak hiçbirimizin vazifesi değildir, der. Çünkü bu soruyu irdelemek özel bir uğraş gerektiren felsefeye düşer. Martin Heidegger’den, Jean Paul Sartre’a, Maurice Merleau-Pounty’den, Michel Foucault’a, Jurgen Habermas ve 20. yüzyılda Nietzsche ve Sartre gibi düşünürlerin sebep olduğu uyanış dalga dalga etki yaratmaya başlar. Anlamı, ‘var olanın araştırılması’ olan ontoloji terimini ortaya atar May ve bu terimi yadsıyan Foucault ve Derrida’nın izini takip ederek zıt olana (karşıtına) varır: Deleuze’a.

Tüm eserlerinde yeni bir temel varlık grubu belirleyen ya da önceki eserlerine ait varlıkları yeni bir bağlamda yeniden işleyen Deleuze’u okumak, çoğalan varlıkların ve yeni yaşam biçimlerinin dünyasına adım atmaktır der May. Deleuze ontolojiyi var olanın araştırması olarak kucaklayarak sadece 20. yüzyıl felsefesinin büyük bir bölümüne hâkim olan ontoloji karşıtı eğilime karşı koymakla kalmaz, öte yandan verdiği eserlerle “Bir birey nasıl yaşayabilir?” sorusunu ele alanların hevesini de tazeler diyerek devam eder May.

Spinoza, Bergson, Nietzsche Kutsal Üçleme kitabın ikinci bölüm başlığı bambaşka bir zihin açma biçimiyle karşımıza çıkıyor. Spinoza Oğul’sa Bergson Baba ve Nietzsche de Kutsal Ruh’tur. Spinoza farkın cisimleştirdiği içkinliği sunar. Bergson, o olmaksızın içkinliğin doğamayacağı sürenin zamansallığını takdim eder. Farkın etkin ve yaratıcı olumlanışı olan Nietzsche’nin ruhu bütün projeye nüfuz eder. Bu filozoflar Deleuze felsefesinin dayandığı üç temel kavramı yaratırlar: İçkinlik, süre ve farkın olumlanması

Düşünce, Bilim, Dil başlıklı üçüncü bölüm; düşünce biçimiyle yaşayız biçimlerimizin iç içeliği üzerine bize birçok ipucu veriyor. Ve May aynı zamanda daha en başta şunu da söylemekte hiçbir sakınca görmüyor: Bu iç içelik yalnızca filozoflar için değil bütün insanlar için geçerlidir. Düşünce, bilim ve dil; eğer içkinlik, süre ve farkın olumlanması yeni bir dünya tasavvur etmek için ihtiyaç duyduğumuz kavramlarsa, o halde düşünce, bilim ve dil bu yeni kavrayışın araçlarıdır. Yeni bir düşünce türü için doğmatik düşünce imgesini terk etmeliyiz.

Fark Politikası başlıklı beşinci bölümde May yine soru sormaya başlar: Peki bu dünya tamamen keyfilikten mi ibarettir? Var olan ve var olmakta olana dayanarak gelecek hakkında hiçbir şey söyleyemez miyiz? Her şey aynı anda aynı ölçüde mümkün müdür? Sizce Todd May nasıl cevap veriyor bu sorulara? Deleuze’un politika hakkında başka türlü düşünüp düşünemeyeceğinden tutun da geleneksel politik kuramın doğmalarını asla kabul etmeyişine kadar konuyu tüm ayrıntısıyla irdeleyen May “Bireyler niçin kendilerinin yönetilmesine izin verirler?” diyor.

Yaşamlar başlıklı bölüm kitabın en çarpıcı bölümü. Bazılarını hiç tanımadığımız bazılarına ise aşina olduğumuz kişilerin hayatlarını anlatıyor bu bölümde Todd May. Bu bölümde yaşamın Deleuzyen bir okumasının örnekleri olarak saksofon ustası Coltrane’nin, birinci Filistin ayaklanmasının, şehirlerin, aşkın erotikasının yaşamını inceliyor. Kitap boyunca soruları bitmek tükenmek bilmeyen May, Deleuze’un ontolojisi için asıl sorulan sorunun; “Bir birey yaşamaya nasıl teşebbüs edebilir?” olduğudur diyor.

Deleuze’e göre yaşamı düşünmek hem var olanı hem de olabilecek olanı düşünmektir. Dünya anlayabileceğimizden daha fazlasıdır. Farkıyla zengindir. “Bir birey nasıl yaşamalıdır?” sorusu yalnızca sözcüklerimizle değil aynı zamanda yaşamımızla yanıtlanır.

Zihin açıcı, yaşamayı sonu gelmeyecek sorularla (evrenin sonsuz döngüsünde olduğu gibi) bize açıklayan, derdi cevabı bulmak değil cevabı aramak olan, değeri yaşamın kendisiyle birebir örtüşen, kaynak değerindeki böylesine bir kitabı yayınlayan Kolektif Kitap’a ve bu kitabı dilimize kazandıran Sercan Çalcı’ya bir okuyucu olarak teşekkürler… Sevgiler…