Cannes’da Brizé’den Siyasi Bomba

DEFNE GÜRSOY - CANNES

Ana yarışma seçkisinde ilk yarı biterken, aynı gün iki Fransız filmi gösterildi. Torpilli sayıda ev sahibi filminin vasatlığını, Stéphane Brizé “La Loi du Marché-Piyasa Kanunu” ile Fransız sinemasının (ve festivalin) insanlığını kurtarıyor.

Stéphane Brizé imzalı “Piyasa Kanunu”, Fransa’da (ve tüm Avrupa’da) yaşanan ekonomik krizin gerçek kurbanlarının, yani emekçilerin kırılgan durumunu ortaya seriyor. Başroldeki Fransa’nın en büyük oyuncularından Vincent Lindon Brizé’nin kamerasının arkasına üçüncü kez geçiyor. İkili, 2009’da “Mademoiselle Chambon” zerafeti ile, 2012’de “Quelques heures de printemps-Birkaç Saatlik Bahar” ise ötenazi konusunu hassasiyetle taşıması ile beğenimizi kazanmıştı.

Fransa’da bundan birkaç yıl önce bir hipermarketin kasa çalışanı, son kullanma tarihi geçmiş yiyecekleri çöpten alıp evine götürdüğü için işten atılmıştı. Olay büyük yankı uyandırmış, işverenin bu insan dışı davranışının ardından mahkemeye giden emekçi işine geri dönme hakkını kazanmıştı. Aynı dönemde büyük şirketlerde stres, baskı ve amir tacizi nedeniyle iş yerlerinde intihar eden çalışanların sayısındaki artış da kamuoyunu derinden sarsmıştı. Brizé’nin filmi her iki konuya da değinerek, dramatizasyon tuzağına hiç düşmeden, siyasi-gerçekçi sinemanın 2015’de olması gerektiği çizgiyi tutturmuş. Fransa’da son birkaç yıldır her sezon neokapitalist düzeni eleştiren en az birkaç film çıkıyor. Genelde küçük bütçeli ve “starsız” olan bu filmler, ne yazık ki Fransa sınırlarının dışında pek rağbet görmüyor.

Filmin konusuna gelince, mekanik ustası 51 yaşındaki Thierry, 25 yıl çalıştığı fabrikanın ucuz üretim için yurtdışına taşınıp kapanmasının ardından işsiz kalır. 20 ay işsiz kaldıktan (ve işsizlik parası hakkını kaybettikten) sonra bir hipermarkette güvenlik görevlisi olarak işe başlar. İş güvencesinin yok olduğu bir toplumda, görünmeyen hissedarın daha da zenginleşmek amacıyla sineğin yağını çıkarttığı bir ortamda, çalışanlar üzerindeki baskılarının giderek şiddete dönüştüğünü gören Thierry’nin vicdanı ve insanlığı zor bir sınavdan geçecektir.

Bu filmde hem Brizé, hem de Lindon zor bir bahsin altından başarıyla kalkıyor: Vincent Lindon’un karşısında tümü amatörlerden oluşan bir oyuncu ekibi var. Amatör derken belirtelim, işsizlik bürosu danışmanı, bankacı, güvenlik görevlileri rollerini üstlenenlerin hepsi gerçek hayatta da aynı mesleği yapıyorlar. Lindon da, altında güvenlik ağı olmayan cambazlar gibi, bu zor oyuna kendini tamamen bırakmış. Üstelik yapımcı Christophe Rossignon, Vincent Landon ve yönetmen filmden alacakları paranın hemen tümünü, diğer ekip üyelerinin doyurucu ücret almaları için paylaştırmışlar. Yani, filmin yapım süreci, konusunun hassasiyetiyle bire bir örtüşüyor. Son olarak, iş güvencesini kaybedenlerin geçtikleri aşamaları yumruk gibi bir gerçekçilikle, tarafsız ve yargılamadan aktarabilen ikiliye şapka çıkartıyoruz.

Donzelli’den Ahlak Dışı Masal
Valérie Donzelli Cannes’da ilk kez resmi seçkiye doğrudan ana yarışmadan alınan nadir yönetmenlerden. “Margerite ve Julien”, 16. Yüzyılın sonunda bir taşra derebeyinin iki çocuğu arasındaki gerçek aşk hikayesinden esinlenmiş. Ayrıntıyı bilmeyenler için hatırlatalım, bu hikaye, yarım asır önce François Truffaut’nun üzerinde çalıştığı bir senaryo projesi olarak ortaya çıkmış. İki yıl süren araştırmadan sonra ilk senaryo taslağı bittiğinde, aralarında Louis Malle’in “Le Coeur Au Souffle-Kalp Mırıltısı”nın da bulunduğu birçok ensest konulu film çekilmiştir. Truffaut böylece filmi ve projeyi rafa kaldırır. Donzelli’nin senaryosu hafif bir ahlak dışı masal kıvamında. Başroldeki Anaïs Demoustier’nin bir kez daha neslinin en iyi oyuncularından biri olduğunu ispatladığı film sıkılmadan izlense de, ana akım sinema filminin ötesine geçmiyor.