Cannes’da hâlâ başyapıt yok

DEFNE GÜRSOY/ CANNES

Bu yıl Cannes’da sadece iki Amerikan filmi yarışıyor. Gus Van Sant’ın ‘Ağaç Denizi’ fiyaskosundan sonra, Todd Haynes büyük heyecanla bekleniyordu. Aynı zamanda, ‘Carol’u daha kimse izlemediği halde, aylar öncesinden “büyük film olacak” söylentileri yayılmıştı. Haynes’i, özellikle 2002’de yönettiği ‘Far From Heaven-Cennetten Çok Uzakta ile başladığı “eski usul” melodramları ve 2007’deki Bob Dylan filmi “I’m not there-Beni Orada Arama” ile çok sevmiş, Cannes’a bu ilk katılımını merakla bekliyorduk.

Polisiye tarzında dünyaca ünlü yazar Patricia Highsmith’in 1950’lerde daha henüz 28 yaşındayken yazdığı ‘The Price of Salt-Tuzun Bedeli’ adlı romandan uygulanan ‘Carol’da, savaş sonrası Amerikası’nda farklı çevrelerden ve yaştan iki kadın arasındaki aşk konu ediliyor. ABD’nin ekonomik anlamda zirvede olduğu, toplumsal olarak ise tutuculuğun ve ahlakçılığın dorukta olduğu bir dönemde bu tür bir ilişkinin aldığı tepkileri tahmin etmek zor değil. Oyuncu seçerken Haynes, Carol’ü oynayan Cate Blanchett’den yeni bir Lauren Bacall, genç sevgilisini oynayan Rooney Mara’dan da adeta bir Audrey Hepburn yaratmış.

Hollywood’un melodram ustası Douglas Sirk’in izinden gitmeye devam eden Haynes’in ‘Carol’ü, akademik anlamda mükemmele yakın: estetik harika, görüntüler eşsiz, dönem ayrıntıları ve dramatik atmosferi keza. Arada sırada, Edward Hopper’in unutulmaz Manhattan portreleri bize adeta göz kırpıyor. Ancak iki sevgilinin birbirlerine dokunmalarını bir saat beklerken gerilimin tatlı tatlı arttığını hisseden izleyiciler arasında olmadığımızı hemen söyleyelim. Bu ‘sevişmeme’ halinde, özellikle Blanchett’in sert ama cazip yüzünün yakın planları bir süre sonra yormaya başlıyor. Ancak ‘Far From Heaven’daki eleştirel bakış açısından ve inandırıcılıktan eser yok. Aksine, yönetmen tabloyu andıran yapay bir dekorda, katmanlı bir dramatik müzik ile bizi boğuyor. Böylece de Haynes tam anlamıyla Cannes’da sinema yazarlarını ikiye böldü. Gözleri dolu dolu “Olağanüstü!” diye haykıranlar, ve (bizim de yer aldığımız grup olan) sıkıcı, duygudan yoksun, havası alınmış bir balon gibi sönüverdiğini hissedenler... Yine de Coen kardeşlerin ağır basacağı bir jüride ve Cannes’da Amerikan filmine mutlaka en az bir ödül ‘geleneği’ göz önünde bulundurulduğunda, ödül listesinde yer alması kuvvetle muhtemel, özellikle de Cate Blanchett’e oyunculuk ödülü getirebilir.


ZORLAMA FRANSIZLAR
2011’de Belli Bir Bakış’ta sunduğu ‘Oslo, 31 Ağustos’ ile tanıdığımız Norveçli yönetmen Joachim Trier, ‘Louder Than Bombs-Bombadan Daha Etkili’ ile bu yıl ana yarışmaya terfi ediyor. Bu yılki festivalin artık ana özelliği haline gelen “star sistemi” uygulamasına katılan Trier, Isabelle Huppert, Gabriel Byrne, Jesse Eisenberg ile “İngilizce konuşan” filmler silsilesine katılmış. Trafik kazasında ölümünün üzerinden dört yıl geçtikten sonra, ünlü bir savaş fotoğrafçısı olan Isabelle’e New York’ta bir retrospektif sergi hazırlanmaktadır. Birlikte çalıştığı The New Times gazetesinde sergi hakkında yayınlanacak yazı nedeniyle, ölümünün aslında kaza olmadığı ortaya çıkar. Dul eşi Gene Reed (dayanılmaz cazibesiyle Gabriel Byrne), iki oğlu (özellikle ergen çocuğu oynayan David Druid’in performansı dikkate değer) ile gerçek hakkında yüzleşmek zorundadır. Geriye dönüşlerle Isabelle’i bu sona iten nedenlerin altını çizmek yerine, Trier alışılagelmiş bir aile melodramı tuzağından kurtulmaya çalışmış. Ancak daha önce de yazdığımız gibi, Hollywood adamı bozar. Trier, filmin bazı anlarında anımsattığı erken dönem Atom Egoyan’ın bilmeceli kurmacasının büyüsünü de bu yüzden tutturamamış. Filmin en başından itibaren, karakterlerin her birinin kişisel çıkmazlarını öğrendikten sonra, olaylar silsilesini hemen öngörmek mümkün. Senaryoda şaşır(t)ma alanı bırakmayan Trier böylece çok iyi bir filmin yanından geçmiş. Ama yine de, bu sene zayıf giden seçkide öne çıkan filmlerden biri sayılır.

Fransa adına yarışan 5 filmden Maïwenn’in ‘Mon Roi-Benim Kralım’, yönetmenin daha önceki filmlerinde yakaladığı yükselme grafiğini yerle bir ediyor. ‘Kralım’, başarısız bir telefilm bile olamayacak kadar kötü işlenmiş “bir kadın bir erkek” hikayesi. Gösterimi bittiğinde salondaki bazı meslektaşlar, hemen arkamızdaki sırada filmi eşi ile izlemeye gelen Başbakan Manuel Valls’in de duyabileceği şekilde “Fransız usulü kayırma rezaleti” diye bağırmaktan kendilerini alamadılar. Beş Fransız filmini zorla yarışmaya seçen (yeni) yönetim düşünsün...


***
Cannes’da Türk gecesi


Geçen yıl festivalin Soma felaketine denk gelmesi nedeniyle Turizm ve Kültür Bakanlığı’nın organize ettiği Türk gecesindeki Baba Zula konseri iptal edilmişti. Açık bu yıl kapatıldı ve 16 Mayıs gecesi festivalcilerin girebilmek için yarıştığı gece prestijli Grand Hotel’in avlusunda gerçekleştirildi.