İtalyan yönetmen Sorrentino, ‘Youth-Gençlik’ ile festivalin başından beri aradığımız Altın Palmiye adayımız oldu. En yakın rakiplerinden biri ise diğer bir İtalyan; Nanni Moretti

Cannes’da İtalyan çıkartması

DEFNE GÜRSOY- CANNES

İtalyan sinemasının üç filmle yarıştığı ana yarışmada Nanni Moretti’den sonra, Paolo Sorrentino Altın Palmiye’nin en kuvvetli adaylarının arasına girdi. ‘Gençlik’te, seksenlik iki yakın arkadaş, Fred (eşsiz bir Michael Caine) ve Mick (Harvey Keitel) her yıl olduğu gibi İsviçre Alpleri’nde lüks bir otelde buluşurlar. Aynı zamanda dünür olan ikiliden Fred ununu eleyip eleğini asmış kendini emekli etmiş ünlü bir orkestra şefi ve besteci, Mick ise hayata tutunma arzusuyla film yapmayı sürdürmekte kararlı bir sinema yönetmenidir. Bir yandan tatil yaparken, “vasiyet” diye nitelendirdiği son filminin senaryosunu beceriksiz asistanlarıyla tamamlamaya çalışır. Bir yandan kaçınılmaz sona yaklaşmanın endişesini, öte yandan zamanın geçişini karşısında çaresizliklerini paylaşırlar. İki arkadaşın geçmiş ve gelecek mutlulukları ve pişmanlıkları birer birer ortaya çıkarken, kalan zamanın ellerinden kayıp gitmesine seyirci kalırlar. Aralarındaki sohbetler, bir yandan ince bir mizah içerirken, öte yandan can acıtan içtenlikleriyle de gönül çelen cinsten.
Hollywood’un gözde oyuncularının (Paul Dano, Rachel Weisz, Jane Fonda) yer aldığı kadroyu Sorrentino bir orkestra şefi zarafetinde yönetmiş. Üstat Federico Fellini’nin sadece hayranı değil, aynı zamanda en başlıca varisi olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Başroldeki Caine ve Keitel’i yakın dönem sinemasının unutulmaz ikililerinin arasına yerleştiren film, gençlik-yaşlılık sarkacı tuzağından dürüstlük ve incelikle kurtuluyor. “Yaşamın hafifliğini hiçbir zaman unutmamak gerek, ama hafiflik aynı zamanda tatlı bir sapkınlıktır” repliğiyle filmin bakışını anlatan Michael Caine’in, İsviçre dağlarının ortasında otlayan ineklerin boynundaki zillerle “yönettiği” konser sahnesi yıllarca akıllarda kalacak. Sorrentino bizi bir yandan kahkahalara boğarken, bir yandan da en derinimizdeki duygusallığa dokunuyor.

Sorrentino, 2004’deki ‘Aşkın Sonuçları’ndan itibaren Cannes’da ana yarışmaya 6. kez seçiliyor. Tek aldığı ödül ise 2008’de ‘Il Divo’ ile Büyük Ödül. 2011’deki ‘This Must be the Place’ ve 2013’deki ‘La Grande Bellezza’ filmlerine haksızlık edildiğini düşündüğümüz Sorrentino, bu yıl artık “Palmiyelenebilir” yönetmenlerden. Ayrıca sırası geldiği için değil, bizce hak ettiği için Cannes’ın bu yılki kazananı olma ihtimali büyük. Coen Kardeşlerin başı çektiği jüri, Sorrentino’ya Palmiye’yi bir kez daha esirgerse de, En İyi Senaryo’yu verebilir. Michael Caine En İyi Erkek Oyuncu ödülü de getirebilir.

Hou Hsiao-Hsien’in “The Killer-Katil”i çok zor anlaşılan bir hikayesi olsa da, Tayvanlı yönetmene Cannes’a sağlam bir dönüş yaptırıyor. 9. Yüzyıl Çin’inde geçen filmde İmparatorluk içindeki güç kavgaları konu ediliyor. Filmin ana karakteri yıllarca sürgüne mahkûm olduktan sonra, hükümdarlığın bölünmezliğini yeniden sağlamak için geri dönen bir hanedan mensubu kadın “adalet savaşçısı”. Filmin her sahnesinin estetik başarısı görmeye değer.

Robert Guédiguian’ın ‘Une Histoire de Fou-Deli Hikayesi’, Ermeni Soykırımı’ndan kurtulan Soghomon Tehlirian’ın 1921’de Berlin’de Talat Paşa’yı öldürmesinden başlayarak, 1970’lerdeki ASALA’nın kuruluşunu ve özellikle de 1980 darbesinden sonra örgüt içinde yaşanan bölünmeleri ele alıyor.

ERGÜVEN'İN BAŞARISI
Yan seçkilerden ‘Quinzaine des Réalisateurs-Yönetmenlerin Onbeşi’ seçkisinde yarışan Deniz Gamze Ergüven’in ‘Mustang’ filmi, 19 Mayıs’ta gösterildi. İzleyenlerin tümünün büyük beğenisini kazanan Ergüven aynı zamanda ilk filmlere verilen Altın Kamera’ya da aday. Uluslararası basının ilgi odağı olan genç yönetmen ve filmi, her iki yarışmada da ödüle yakın görünüyor.