Festivalin ikinci gününde anlamsız güvenlik önlemleri ve resmi seçki filmleri ciddi sıkıntı yarattı

Cannes sıkıntısı

Cannes’da aşırı güvenlik önlemleri sabır boyutlarını zorlayınca, katılımcılar isyan etti. Olası bir terörist saldırı için aranması gereken çantalarda dakikalarca su şişesi ve yiyecek arayan görevliler sadece bütün seansların gecikmesine değil, akredite olan yaklaşık 5000 gazetecinin öfkesine neden oldu.

Birçoklarının merakla beklediği Todd Haynes’in ‘Wonderstruk’u azami 15 dakikalık bir kısa film olacakken, iki saatlik bir anlamsızlık gösterisine dönüşmüş. Haynes’in hakkını yemeyelim, görsel olarak tam bir estet, ancak bu ustalığın bir anlamı olabilmesi için hikâyenin güçlü olması gerek. Öksüz bir oğlan çocuğunun klişe baba arayışı öyküsünü anlatan filmdeki uzunluklar öylesine bir boyutta ki, yüzeysellik ve klişelerden oluşan bu özünü arama hikâyesi bitmek bilmeyen bir karabasana dönüşüyor. Haynes’in filminde yenilikçi veya cesur hiçbir öge yok: ergen bir erkek çocuğun kişiliğini ancak ataerkil bir aidiyet tanımlaması ile huzura erdirebilir. Yeşilçam’ı aratmayacak şekilde bir de zavallı öksüzü sağır eden Haynes’in filmini herhangi bir tür tanımına bile yerleştiremedik. ‘Wonderstruk’un resmi yarışmada olmasını ancak Haynes’in festival yönetiminin gözdesi olmakla açıklayabiliriz.

Günün ikinci resmi yarışma filmi Macar yönetmen Kornel Mundruczo’nun “Jupiter’s Moon-Jüpiter’in Uydusu” idi. Seçkinin ilginç bir sürprizi olmasını beklerken, sözde bir göçmen hikâyesi etrafında ağır İncilsel göndermeler sayesinde bolca yuhalandı. Hıristiyan dininin tüm sembollerinin en kaba haliyle yer aldığı iki saatlik film ayrıca dünyanın en büyük sinema şölenine yakışmayacak boyutta arkaik teknik hatalarla dolu (filmin dublajının bozuk senkronu gözleri ve kulakları kanatıyor!). Yeni Mesih’i Suriyeli bir genç göçmen olarak betimleyerek bizleri tuzağa çekmeye çalışan filmi, genç mülteci ile kendisine yardım eden -sözde- dinsiz doktor arasındaki gülünç diyalog özetliyor. Genç mülteci “Güvenli bir yer yok mu bu dünyada?” deyince doktor: “Tarihin yaraları için hiçbir güvenli yer yoktur” klişesini yapıştırıyor.

Belli Bir Bakış bölümünde ilk gün
Resmi seçkinin yan bölümü Belli Bir Bakış’ın açılışını Fransız oyuncu ve yönetmen Mathieu Amalric’in yönettiği ‘Barbara’ filmi yaptı. Fransa’nın efsanevi şarkıcısı Barbara’yı anlatan film, “film içindeki filmde” Barbara rolünü üstlenen Brigitte karakterini canlandıran Jeanne Balibar’ın mükemmel oyunuyla Fransız şansonunun en büyük kadın sanatçısının öyküsünün son derece şiirsel anlatımı.

Günün en etkileyici filmi, on yıldır film çekmeyen Alman kadın yönetmen Valeska Grisebach’ın ‘Western’iydi. Filmin adı bile kışkırtıcı, zira hikâye Bulgaristan’ın taşrasında hidrolik türbin yerleştirmek üzere gelen bir Alman işçi grubunun Vahşi Batı’ya gelen beyazlar gibi ‘Kızılderili’ Bulgarları işgal etmelerini anlatıyor. Alman çetesinin içinde çürük diş gibi var olan bir eski paralı asker, bir yandan yerel halkla yakın ilişki içine girmeye çalışır, öte yandan evsiz barksız, ailesiz ve köksüz hayatında tutunacak bir dal aramaktadır. Ama iyi niyetine rağmen, varlığı bile bu barışçıl yerel halkı bölmeye yetecektir. Filmin bizi cezbeden yanı, Avrupa’da liberallik zafer çığlıkları yankılanırken, Merkel ve Macron’ların bize dayattığı politikaların ötesinde yeni kimlik tanımlamaları ve çağdaş mitler yaratması. Filmde kazanan yok, Alman kovboylar kendi yarattıkları sözde üstünlük balonlarının içinde izole oluyor. Filmde yaşlı bir Bulgar’ın “Siz daha önce de buralara gelmiştiniz!” hatırlatmasıyla altı çizilen şey, Avrupa’nın geçmişinde ve geleceğindeki gerçeklerle, ortak medeniyet aramalarının neredeyse imkânsız, en azından zorlama olduğu.