Caz müzisyeni Güç Başar Gülle, Pera Müzesi’ndeki canlı konser kayıtlarından oluşan yeni albümü Reverse Perspective (Live) ile dinleyici karşısında. Gülle, “Kültürlerin dünyaya bakışı farklı disiplinlerde bile olsa benzer bir form alıyor. Bu bağlamda mekân ve müzik arasında derin bir ilişki olduğunu düşünüyorum” diyor.

Cazın sesi müzeden geliyor

Işıl ÇALIŞKAN

Besteci, müzik teorisyeni ve performans sanatçısı Güç Başar Gülle, Orta Çağ görsel sanat tekniği reverse perspective (tersten perspektif) ile caz armonisine farklı bir bakış getiriyor. Sanatçı, modern hayatın çıkmazlarına bu kez canlı kaydettiği ses dünyasından bir çözüm sunuyor.

Gülle, geçen yıl yayınladığı “Reverse Perspective” albümünün Pera Müzesi’nde gerçekleşen lansman konserinin canlı kayıtlarından oluşan yeni albümünü dinleyiciyle buluşturdu.

Tüm eserlerin müzik ve düzenlemesi Gülle’ye ait olan 5 parçalık albümde gitarda Güç Başar Gülle, saksafonda Tamer Temel, kontrbasta Apostolos Sideris ve davulda Cem Aksel yer alıyor. Gülle ile müzik serüvenini konuştuk.


Reverse Perspective albümünün konser kayıtlarını dinleyiciyle buluşturdunuz. Geçtiğimiz aylarda da Bensiz albümünün konser kayıtları ile müzikseverlerle buluşmuştunuz. Canlı albümler, 10 aydır konser verememenin sonucu olarak canlı müziğin ruhunu dinleyiciye bu yolla geçirme düşüncesi olarak yorumlanabilir mi?
Pandemi ile neredeyse hayatla kurduğumuz birçok ilişki bambaşka bir form aldı. Müzik de bu değişimden nasibini aldı. Dijital hayat her yerimizi sardı. Ben de albüm olarak yayınlanmış çalışmaların konserlerini dinleyenler ile paylaşmak istedim. Hem bu projelerdeki fikirleri tekrar gündeme sokmak hem de canlı konser ortamının lezzetini hatırlatmak istedim.

Tersten perspektif anlamına gelen Orta Çağ görsel sanat tekniği “Reverse Perspective” yoluyla modern hayatın çıkmazlarına bir serzeniş mi bu albüm?
Batı müziğini anlama derdimin yoğun olduğu dönemlerde teorik kitapların tarihsel açıklamalardaki yetersizliği beni başka alanlarda araştırma yapmaya itiyordu. O dönem elime geçen Pavel Florensky’nin Tersten Perspektif ve Erwin Panofsky’nin Perspektif kitapları görselliğin Batı dünyasındaki yerini anlamamda ve diğer disiplinler için nasıl bir alt yapı kurduğunu görmemde çok önemli yerleri oldu. Ben de master çalışmamda Batı müziği armonisinin gelişimi ve görsel sanatlar arasındaki ilişkide lineer perspektif algısının nasıl form aldığını göstermeye çalıştım. Rönesans ile insanlığa hayat veren bu formun Endüstri devrimi sonrası şekli bir değere dönüştüğüne ve hayatımızda yük oluşturduğuna inanıyorum. Bu durumu hem tartışmaya açmak hem de alternatif hayat formlarının olacağını göstermek için Orta Çağ dünyasına ait Tersten Perspektif (Reverse Perspective) yaklaşımını armoni içerisinde nasıl kullanabilirim niyetiyle yola çıktım. Orta Çağ benim için yüce bir yer değil fakat oradaki yaşam formlarının etkisiyle bugüne ait ezberlerimizi kırarak kendime yaşam alanı oluşturmaya çalışıyorum.

Albüme dönecek olursak parçaların tamamı sözsüz. Enstrümantal müziğin ülkemizdeki karşılığı ile ilgili neler söylersiniz?
Tüm dünyada en önemli müzik formu şarkı formudur. Müzik ile kurulan ilk ilişki herkes için şarkı ile olur. Şarkı formunun sözel yapısı bizi şarkının hikâyesi ile bütünleştirir. İnsanlar doğal olarak bu bütünleşmenin tadını almak ister. O yüzden dünyanın her yerinde enstrümantal müzik arka planda kalmıştır. Batı kültürünün kurumsal gelişiminde enstrümantal müzik ne kadar desteklense de şarkı formu her zaman popülerliğini korumuştur. Bizim ülkemiz içinde aynı durum söz konusudur. Sadece Batıda ki kurumsal gelişim organik bir gelişimin sonucu iken bizde bu geçiş süreci daha sancılı olmuştur ve hala oluyor.

Albüm Pera Müzesi’nde kaydedildi. Mekân müzik ilişkisi ne kadar önemli sizce?
1600’lü yıllardan itibaren Osmanlı mimarisi iç ve dış mekân dengesi üzerine kurgulanmaya başlanıyor ve tarzın en belirgin kimliği oluyor. Osmanlı müziği de aynı şekilde ritim ve melodi arasındaki denge üstüne kurgulanıyor. Rönesans’tan itibaren Batı mimarisinde iç mekânın vurgusu üzerine bir tasarım dili öne çıkıyor. Müzik de özellikle çok sesliliğin gelişiminde bu formal paralelliği gözlemliyoruz. Doğu mimarisi ise tamamen dış mekân vurgusu üzerine kurgulanmış bir yapıdır. Örneğin Taç Mahal’in en meşhur fotoğrafları hep dışarıdan çekilmiş olanlardır. Aynı şekilde Hint müziğinde ne kadar melodik formlar olsa da ritmik yapı daha belirgin bir noktadadır. Bu karşılaştırmalardan çıkardığım en önemli sonuç ise kültürlerin dünyaya bakışı farklı disiplinlerde bile olsa benzer bir form alıyor. Bu bağlamda mekân ve müzik arasında derin bir ilişki olduğunu düşünüyorum.

Müziğin ve müzisyenlerin pandemi sürecinde aldığı yara gitgide derinleşiyor. Sürece dair gözlemlerinizi aktarır mısınız? Bu süreç nasıl olmalıydı?
Çok ciddi bir dönüşüm yaşıyoruz sadece müzik değil hemen hemen her alanda. Bu hem çok yıpratıcı hem de yeni yaşam alanları bulmak için de bir fırsat. Böyle devam ederse müzik sektörü ne kadar ayakta kalabilir bilemiyorum ama sektörel bazda olmasa da kişisel bazda alternatif yaratmak için inisiyatif almak zorundayız. Organizasyonlar ve müzisyenler arasındaki ilişkinin daha da güçlenmesi ile bu süreci daha az kayıpla atlatabiliriz. Buna yönelik küçük de olsa adımlar atılıyor, fakat yapısal çözümler için daha büyük resmi görmeye ihtiyacımız var ve bütün dünyada olduğu gibi henüz şok atlatılabilmiş değil.

SANCILI BİR DÖNÜŞÜMÜ TECRÜBE EDİYORUZ

Boğaziçi Üniversitesi mezunu olarak son yaşananlara yorumunuz nedir?
Son yıllarda dünyanın birçok yerinde yaşanılan popülist politikalar ve yerleşik kurumlar arasında yer alan mücadele alanlarından biri. Thomas Jefferson’un söylediği gibi sadece haksız bir görüşün kuruma ihtiyacı vardır, hakikat tek başına da ayakta kalabilir. Şu anda sancılı bir dönüşümün kaotik halini tecrübe ediyoruz. Zamanı gelince kalıcı olan elbet bize kendini gösterecektir. Umarım bu süreçte toplumumuz ve diğer toplumlar acı bedeller ödemek zorunda kalmaz.