Cazın usta ismi Kerem Görsev: Kendime eyer vurdurmam

Burak Abatay

Piyanist ve besteci Kerem Görsev, 18. albümü After the Hurricane’i caz severlerle buluşturdu. Görsev ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik

■18. albüm bizlere ulaştı. Bu kadar albümün arasında bu albümün yeri nerde?
After the Hurricane bu albümün adı. Bu bir gönül albümü oldu. Gönül beraberliği ve gönül ilişkisinin izinde bir albüm. Başımdan bir evlilik geçti ve 22 sene sürdü. O bitti ve ondan sonra bu albümü yazdığım kadın, Deniz, hayatıma girdi. Sonra bir şekilde koptuk ve Hurricane, yani bir kasırga oldu. Sonra da her şey süt limana döndü ve New York’a gidip evlendik. O gidişimizde de ben ABD’de bu albümü kaydettim. Bir birlikteliğin varoluşunun hikâyesi var albümde.

■Albümde yansıyan sakinlik de bununla ilişkili o zaman?
Evet. Hayatta neyin ne olacağı belli olmuyor. Kimse hiçbir konuda hayatına dair büyük konuşmasın.

■Yeni şarkılar mı hepsi?
4 şarkı yeni. Dorea, After the Hurricane, Mermaid, Maybe One Day… Bu dört besteyi Deniz Kurt Görsev için yazdım.

■Peki diğerleri?
Cat Shalter’ı Emirgan’da yaşamış pejmürde, pis, kabadayı bir sokak kedisine yazdım. 15-16 yaşlarında bir kediydi. Karlı bir gündü. Eşim, kızım ve ben ona bir yuva yaptık. Birkaç gün o yoğun kar yağışının altında o kulübenin içinde yaşadı. Yemeğimizi paylaştık. Birkaç gün sonra gittiğimde ise ölmüştü. Son günlerini mutlu geçirdi. Hayvanları seven bir insanım. O şarkıyı ona yazdım. Big Heart’ı Mustafa Koç’un ardından yazdım. Onun cenazesi beni çok etkiledi. TV’de izledim, her kesimden on binlerce insan katılmıştı. Hayatımda öyle bir cenaze görmemiştim. Çok üzülmüştüm ve birden bire o parçayı yazdım. December, 2016’da babamın ölümünden sonra babam için yazdım. Olive Tree, 400-500 yıllık zeytin ağaçlarına yazdım. Bodrum’un Kemikler köyünde onlarla beraberim.

Sessizlik ve sakinlik arıyorum
■Sıkça duyuyoruz, sanatçıların yeni uğrak yeri Bodrum mu? Neden herkes Bodrum’a yerleşiyor?
Bodrum’un 40 km dışındayım ben. İstanbul’dan sıkılınca kaçacak bir yerin olması lazım benim. Sıkıldığımda gidip 10 gün kalabilmeliyim orada. Sadece sanatçıların değil ama herkesin böyle bir şeye ihtiyacı var. Sürekli bir memuriyet hayatım yok benim. Bir yere de bağlı değilim. İstanbul’un kirliliği, kaotikliği ufak ufak sıkmaya başladı. İstanbul’da metroyla gidip geliyorum, çok daha mutluyum. Yaşadığım yerlerde ulaşımın toplu taşımalarla olduğu yerleri seviyorum. Üretimimde sessizlik, sakinlik, dinginlik ve tabiat arıyorum. O yüzden de Bodrum rahatlatıyor beni. Akustik müziği seviyorum ben. Elektroniği sevmiyorum. Akustik müzik ise doğa müziği. Tahtalardan yapılmış enstrümanlarla yapılıyor. Piyano, kontrbas ve davul. Biz de onları çalıyoruz. Konser salonlarında çalıyorum ben. Yenilen, içilen yerlerde değil, oturma salonlarının olduğu yerlerde çalıyorum. Konserim ne zamansa o zaman geliyorum, çalıyorum ve dönüyorum.

■Bir söyleşinizde müziğin sizin için ‘hayal kurma mekanizması’ olduğunu söylemişsiniz.
Hayatımdaki bütün kararlarımı Bill Evans dinleyerek veririm ben. Bu benim yıllardır yaptığım şeydir. Bill Evans, 16 Eylül 1980’de ölmüş bir piyanist. Ben Bill Evans’a ‘To Bill Evans’ diye bir albüm de yaptım. Bill Evans bana hayal kurdurur. Hayatta neler yapmak istediğimin hayalleri. Bill Evans benim için bir anahtardır. Ben de kurduğum hayalleri notaya aldığım zaman, başka hayal safhasına geçiyorum. Bu albüm de benim kurduğum hayallerimin belgesi. Belki başka insanlar da benim notalarımdan hayal kurabilir. Müzik bir hayal kurma mekanizmasıdır.

■Albüm çok sakin ve dinginleştirici…
Benim müziğimde hiddet yok. Bundan önceki albümde Spring Water da öyleydi.

■O da önceki eşinize ithafen bir albümdü değil mi?
Evet, Pınar. Daha önce I Love May şarkısını da Pınar’a yapmıştım. Mayıs’ta Türkiye’ye dönmüştü ve evlenmiştik. Naturel bir insanım. Melodilerimde romantizm var. İnsana neler olacağı belli olmuyor hayatta. Bir şey oluyor illâ.

Müziğimin hikâyesi var
■Sık üreten birisiniz. Sıklıkla albüm çıkarıyorsunuz...
Öyle değilim aslında. Bir şey hissettiğim zaman yazıyorum. Ocak ayından bu yana sütten kesildim. Bir şey yazamıyorum. Çünkü, ilgilenmiyorum. Merak etmiyorum. Bir şey hissedersem zaten bu bana müzik olarak döner. İçime sinerse da piyanoda çalarım. Karar verirsem de ekibi, Kaan Yıldız ve Ferit Odman’ı çağırırım ve çalarız. İçime sinerse de plak yapmak için kenara koyarım. Sonra da gider plak yaparım. Çünkü benim çaldığım enstrümantal müzik, hikâyesi olan müzik. Hissetmeden bir şey çalmayacaksın hayatta. Beste yapmak için piyanoya oturulmaz. Bir hikâyen varsa oturur çalarsın. Konserlerde de hikâye anlatırsın. Eğer hikâye de insanları etkiliyorsa, doğru bir şey yapmış olursun.

■Story Teller (Hikâye Anlatıcısı) adında bir şarkınız da vardı.
Londra Filarmoni Orkestrası ile beraber 2012 yılında yaptığım bir şarkıydı o. Benim bir üst jenerasyonum rahmetli Oğuz Durukan vardı. Müzik sohbetleri yapardık. Mürit gibiydik. Onun hikâyeleriyle geçti ömrümüz. O ölünce de onun sohbetleri aklıma geldi. Ona ithafen yayımladım.

■“Anca şatafatı sevmeyen insanlar caz müzik yapabilir” diyorsunuz. Bu büyük bir genelleme değil mi?
Tabiatın lükslerini kullanmayı tabii ki seviyorum. Ama bu şatafat değil. Lüzumsuz lükstür şatafat. Ben lüks bir piyano çalıyorum. Bu şatafat değil, bu benim bir parçam. Ama şımarık yaşamayı ne ben, ne ailem severiz. Dünyada bu kadar yoksulluk, işsizlik ve açlık varken yediğin lokmaya, kullandığın malzemeye, her şeye dikkat edeceksin. İsrafla yaşanmaz. Şımarık tüketici olmayacaksın. Buna son derece karşıyım. Hayatında yaşayacağın kadar lokma yutacaksın. Gerisi çöpe gidiyor çünkü. Yuttuğun lokmalar da kanalizasyondan başka bir yere gidiyor. Ne vücudunu yoracaksın ne de dünyayı yoracaksın. Çok önemli bu.

■Siz duyarlı ve cesur da birisiniz güncel konularda. Soma Katliamı için de bir şarkı yapmıştınız, Requiem for Soma (Soma’ya Ağıt). Nasıl oldu o parça?
Ben çok sokaklarda gezen birisi değilim. Evde oturup haberlere bakıyorken Soma’da yaşananları gördüm. Çok etkiledi beni. Bir de orada bir madencinin çizmeleriyle ambulans sedyesine yatırılırken dediği bir şey vardı. Bu beni öldürdü! Bu Anadolu insanının, köylüsünün ne kadar saygılı ve terbiyeli olduğunu gösteriyor. Diyordu ki, “Çizmelerimi çıkarayım da, sedye batmasın.” Bunlar çok önemli şeyler. Öteki taraftan da insanları sömürerek para kazanan insanları düşünüyorsun. Demokrasilerde bunları görmek çok önemli. İnsan haklarını savunmak, çevrecilik… Bunlar çok nadir desteklenen ve dünyaya çok önemli mesaj veren kitleler. Caz da bunlardan birisi işte. Caz ekolojidir, caz Greenpeace’tir, caz demokrasinin en büyük savunucusu ve insan haklarıdır. Caz vicdandır.

■Gündemden de etkileniyorsunuz anladığım kadarıyla.
Yüzde yüz! Gündemden ve tabiattan besleniyorum. Spring Water albümünde Lady Misty adında bir şarkı var. Daha önce Bebop adında başka bir şarkı. Köpeklerime yazdığım şarkılar bunlar.

■Türkiye’de müzikle politikanın kurabildiği ilişkinin yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?
Söylediğim gibi caz müziği ekolojiyi savunmaktır. Caz müziği dinleyen çalan insan, insan haklarına, demokrasiye önem veren insandır. Sırf caz da değil üstelik, kültür ve sanatla iç içe olan herkes. Kültür ve sanat yaşanmışlıkların hikâyeleridir. Resim, heykel, sinema… Benim tanıdığım insanlar böyle duyarlı insanlar. Ya da belki de ben sadece böyle insanları tanıyorum. Kültür ve sanat derin bir iş ve uğraşan insanlar tabiat sevgisine, vatan-millet sevgisine, demokrasiye sahip olan insanlardır. Caz dinleyen insanı hiçbir zaman görmedim ki, arabasının camını açsın dışarı tükürsün yahut arabadan kül tablasını yere sersin, otoparklarda engelli vatandaşlar için ayırılan parklara araba park etsin. Bunlar çok önemli şeyler. Biz toplum olarak bunlardan eksiğiz.

Kimse bana parayla müzik çaldıramaz
■Erdoğan bas bas bağırıyor, “kültür ve sanatta eksiğiz” diye.

Biz ilerlemek için mücadele veriyoruz. Benim gibi çok insan var. Ben aydın ve entelektüel görmüyorum kendimi. Birikimim zayıf ama iyi bir caz müzisyeni olma yolunda ilerliyorum. Para karşılığı istemediğim notaları bastıramaz, para karşılığı kimse bana bir yerde müzik çaldıramaz. Ben bir Kızılderili atı gibiyim. Eyer vurdurmam üstüme. Bana bineceksen kilim koyup binersin. Ve de inmesini bileceksin. Ve de beni özgür bırakacaksın.

■Devletin teşviği var mı?
Çok uzaklar. Daha fazla desteklemeliler. Osmanlı Müziği’ni de, Türk Sanat Müziği’ne desteklesinler, sinema filmlerini de desteklesinler ama ben bu albümleri hep kendi bütçelerimle yapıyorum. Artık bıktım. Harcayacak bir şeyim de kalmadı. 70-80 yaşına gelince Çiçek Pasajı’nda elimde akordeonla çalmak istemiyorum. Ki bu da onurlu bir şey, çalmam gerekirse çalarım da yaşamak için. Desteklerin olması lazım müzisyenlere. Eskiden sponsorlar falan vardı. Artık herkes getirisini konuşuyor. Öyle olunca da çıkıp gidiyorum. Gitmiyorum da artık.

■Özellikle caz müziğin sermayedarlarla, bankalarla kurduğu bir ilişki var. Bu ilişki çok dikkat çekici. Nasıl oluyor o iş?
Garanti Bankası’nın eski CEO’su Akın Öngör zamanında bir ilişkim başladı Garanti Bankası ile. Ondan sonra Ergün Özel oldu. O da epeyce destekledi. Garanti Caz Yeşili olarak İKSV’nin ana sponsoru oldular. Beni de 3-4 albümümde biraz desteklediler. Özel de gidince müracaatlarıma geri dönüş olmadı. Çünkü Türkiye’nin durumu pek parlak değil. Dolar oldu 4 lira. Burada Türk parası biriktireceksin de, yurt dışına gidip albüm yapacaksın. Bunları ya bizim gibi ahmaklar yapar ya da gözünü caz bürümüş insanlar yapar.

***

Favorim Ferit Odman

cazin-usta-ismi-kerem-gorsev-kendime-eyer-vurdurmam-445928-1.

■Türkiye’de caz sahnesi nasıl?
Çok iyi müzisyenler var. Favori caz müzisyenim Ferit Odman’dır. 12 senedir de beraber çalarız. Kaan Yıldız var. Volkan Topakoğlu var kontrbasçı. Piyanistlerden Ercüment Orkut, Kürşat Deniz var. Can Çankaya var. Can’ın, Kaan Yıldız’la bir albüm yapıyorlar. Üff! Engin Recepoğulları, Elif Çağlar Muslu, Ece Göksu… Çok iyi isimler.

■Şirin Soysal ve Çağıl Kaya da aklıma geliyor benim…
Benim tarzım değil pek. Swing’çileri seviyorum ben. Müziğin hayal kurdurma mekanizması olması lazım. Hayal kurmadığın bir kadınla beraber olabilir misin? Olamazsın değil mi? Birisinin sana hayal kurdurması lazım. Ben akustik caz dinliyorum sadece.

■Anatolian vaz, alaturka caz gibi şeyler de var…
Ben konsorsiyum müzisyeni değilim. Birleşimlere karşıyım. Piyanonun yanına keman koy, zurna koy olmaz. Caz cazdır. Duruşları bozmamak lazım. Yoktur öyle bir şey. Caz swing’tir. O kadar. Elektronik caz var ama ben ilgilenmiyorum. Onlar prodüktörlerin dünyaya pohpohladığı şeylerdir.