“Maden şirketi çok güçlü, yenilmez” diye düşünüp umutsuzluğa mı kapılıyorsunuz, kapılmayın. Aynı şirket daha bir buçuk yıl önce Murgul’da yenilip siyanür çukurlarını kapatmak zorunda kaldı

Çelkaş, Yuşka, Vanka, Fatsa

ONUR BEHRAMOĞLU / @onurbehramoglu

Çelkaş ile tanışın; hırsızlıkla kazandıkları paranın tamamını, “Sen onları ne yapacaksın? Yıkılmış bir adamsın. Ama ben toprak alacağım” diyerek kendisinden isteyen Gavrila’nın suratına fırlatan Gorki’nin Çelkaş’ıyla: “Sevinç çığlıklarını dinliyor, Gavrila’nın bozulup çirkinleşen yüzüne bakıyordu. Haydutun, serserinin, bütün sevgilerden kopmuş ipsizin biri olduğu halde, hiçbir zaman bu köylü delikanlısı kadar alçalmayacağını, insanlıktan uzaklaşmayacağını düşünüyordu. Hayır, o hiçbir zaman böyle bir duruma düşmeyecekti!.. Bu düşünce, içini özgürlük sevgisiyle doldurdu. Gavrila’nın yanında, bu ıssız deniz kıyısında, yüce bir insan olduğunu hissetti.”

Yuşka ile tanışın, Platonov’un Yuşka’sıyla: “Toprağa eğiliyor, nefesinden bozulmasınlar diye üzerlerine solumamaya çalışarak çiçekleri öpüyor, ağaçların kabuklarını okşuyor, patikaya baygın halde düşen kelebekleri, böcekleri kaldırıyor ve onlarsız yetim kalacağını hissederek uzun uzun yüzlerini seyrediyordu.”

Vanka ile tanışın, Çehov’un Vanka’sıyla: “Dokuz yaşlarında bir çocuk olan Vanka Jukov, ‘Sevgili dedeciğim Konstantin Makarıç…’ diye yazmaya başladı. ‘Sana bu mektubu torunun Vanka yazıyor. Önce Noel’inizi kutlar, Yüce Tanrı’dan iyilikler dilerim. Benim babam da yok, anneciğim de… Yakınım olarak yalnız sen varsın… Dün beni gene dövdüler. Ustam saçımdan çeke çeke avluya çıkardı. Çocuklarını beşikte sallarken uyuyakalmışım. Geçen hafta da ustamın karısı bana ringa balığı temizlememi söylemişti. Ben balığı kuyruğundan ayıklamaya başlayınca öyle kızdı ki, balığı suratıma suratıma çarptı… Beni almaya gel dedeciğim… Alyona’ya, tekgöz Yegorka’ya, bir de arabacıya selam ederim. Sakın armoniğimi kimseye verme. Torunun İvan Jukov. Sevgili dedeciğim, gel.’ Vanka yazdığı mektubu dörde katladı, bir gün önce bir kapiğe aldığı zarfa koydu. Biraz düşündükten sonra diviti mürekkebe bandı, adresi yazdı: Köye, dedeme.”

Fatsa ile tanışın, Terzi Fikri’nin Fatsa’sıyla: Tüm partilerden fazla oy alarak 1979’da belediye başkanı olmasının ardından dönemin başbakanına “Bırakırsak yüz Fatsa daha çıkar” dedirtecek denli korku salan Fikri Sönmez, mekanize piyade taburu, jandarma komando birliği, il alay komutanlığı takviye birlikleri, çevre illerden gelen polis ekipleri ve Karadeniz’den çıkarma harekâtına hazırlanan iki hücumbot tarafından ‘kuşatıldığında!’, çeşitli cinayetlerden aranan yüzleri maskeli ülkücü faşistlerin rehberliğinde evleri basılıp yüzlerce insanı işkencelerden geçirildiğinde yıkılmayan, direnen, diklenen Fatsa!

Şimdi Cerattepe ile tanışabilirsiniz, iktidara yakınlığıyla bilinen maden şirketine direnerek efsaneleşen Artvin’in Cerattepe’siyle. “Artvinlilerin çoğu da ülkeyi koca bir şantiyeye çeviren iktidar partisine oy vermeselerdi, başlarına ne gelirse müstehaktır!” mı diyorsunuz, Çelkaş’ı hatırlayın, hırsızlıkla geçimini sağlasa da yüce bir insan olan, alçalmayan, insanlıktan düşmeyen Çelkaş’ı. Ve elbette iktidara karşı mücadelede kolaycı suçlamaların kör dövüşüyle bir yere varılamayacağını bilerek Gramsci’nin ‘hegemonya’ kavramı üzerine düşünün. Yeni bir ideolojinin tüm toplum kesimlerine hâkim olması için o ideolojinin sahibi ve taşıyıcısı olanlarca ekonominin üretici temelinin dönüştürülmesi, yeni egemenlerin kendi çıkarlarını gözetirken diğer kesimlere de pay vermesi, yine de boşluk doğuyor-hegemonya kurulamıyorsa onun da üretilen ideoloji yani resmi ideoloji ile doldurulması, yaratılan sahte aydınlar ve ele geçirilen kitle iletişim araçlarıyla yığınları tamamen denetim altına almak mümkün olamayacağı için de gerekli her durumda zora başvurulması üzerine…

“Canım ne olacak, birkaç bin ağaç kesilecekse kesilsin; ulusal zenginliklerimiz toprak altında mı kalsın?” diyorsunuz belki, demeyin. Madencilik faaliyetiyle sular zehirlenecek, zehirli gazlar asit yağmuruna dönüşerek insanları öldürecek, orada kaybedersek yarın bizim evimizin önündeki ağaç da pervasızca kesilecek. Artvin ormanlarının yağmalanması otoban kenarlarına dikilen fidanlarla telafi edilemeyeceği gibi, ulusal zenginliklerimizi kapitalizmin mantığına göre belirlemek durumunda da değiliz. Yuşka’yı hatırlayın, nefesinden bozulmasınlar diye üzerlerine solumamaya çalışarak çiçekleri öpen, ağaçların kabuklarını okşayan, onlarsız yetim kalacağını hissederek kelebeklerin, böceklerin yüzlerini uzun uzun seyreden Yuşka’yı.

“Maden şirketi çok güçlü, yenilmez” diye düşünüp umutsuzluğa mı kapılıyorsunuz, kapılmayın. Aynı şirket daha bir buçuk yıl önce Murgul’da yenilip siyanür çukurlarını kapatmak zorunda kaldı. Üstelik Artvin’in, maden şirketlerine ve onların taşeronluğunu üstlenmiş hükümetlere karşı mücadelesinin, patronların belleklerine kazılı yirmi beş yıllık tarihi var. “Fatsa!” dediğimizde, “Gezi!” dediğimizde korkudan eli ayağı karışanlar, “Cerattepe!” haykırışımız yeri göğü inlettiğinde saklanacak delik arayacaklar.

“Artvin çok uzak, bizim derdimiz bize yetiyor, kim ilgilenecek şimdi onca uzaktaki kentle?” diye mazeret mi beyan ettiniz, etmeyin. Vanka’yı hatırlayın, “Beni almaya gel dedeciğim” diyen öksüz-yetim Vanka’yı. Zarfın üzerine öyle yazarsa kimselere ulaşamayacağını bilmeden, bilemeden, dünyayı köyünden ve dedesinden ibaret sayarak “Köye, dedeme” diye adreslediği mektubunu alın, öpüp başınıza koyun.

Vanka’nın armoniğini sakın kimselere vermeyin.