Cerattepe’de faşizmin tahlili

MEHMET YEŞİLTEPE / mytepe1960@gmail.com

Toplumsal şiir,
Umudun büyüdüğü noktalardan filizlenir.
Dizeler birbirini tamamlayarak güzelleşir.

Tekeller, alan genişletiyor

Egemen sınıflar artık işçilerin, emekçilerin sömürüsüyle yetinmiyor. İnsan emeğinin talan edilmesinden, hammadde ve enerji kaynaklarının yağmalanmasından sonra şimdi de sıra doğa ve kent talanına geldi. Ormanlarımız, derelerimiz, parklarımız gasp ediliyor. Topraklarımız siyanürle zehirleniyor, hibrit tohumla kısırlaştırılıyor.

Kıtaların derinlemesine sömürüsü demek olan yeni sömürgecilik, araç ve yöntem çeşitliliği eşliğinde varlığını sürdürüyor. Hiçbir insan emeğinin sömürü dışında, hiçbir toprak parçasının talan ve rant hesapları dışında kalmaması için, bu konuda mümkünse rıza üretmek o da yetmiyorsa şiddeti öne çıkarmak üzere faşizm güncelleniyor. Ve sonuçta emperyalizm, dünyanın çatısı Tibet Yaylası’na kadar, faşizm de Artvin’in çatısı Cerattepe’ye kadar uzanıyor.

RTE ile “beraber yürüyen” tekeller elini bırakmak istemiyor

Dünyada tekel sayısının arttığı, hacminin büyüdüğü ve rekabetin çatışmalar eşliğinde yürüdüğü günümüz koşullarında, iktidara özellikle de “fiili başkana” yakın durmak, tekellerin bu kritik dönemi atlatması açısından bir çeşit güvencedir. Bu, son 10 yılda devletten yaklaşık 100 milyar liralık iş aldığı, dolaysıyla da hızlandırılmış tekelleşme sürecinden geçtiği bilinen Cengiz İnşaat gibiler için çok daha fazla geçerlidir.

Adının Cengiz, Kalyon veya Kolin olması fark etmiyor. Bunlar, sermayenin en saldırgan, en kural tanımaz kesimidir. Gelinen aşamada karar alırken hiçbir müdahaleye, uygularken hiçbir engele tahammülleri kalmamıştır; bunun iktisadi alandaki karşılığı orman yasaları, siyasal alandaki karşılığı da başkanlıktır. Yani bugün yeni bir anayasa ve başkanlığın tartışılıyor olması, basitçe kişisel bir ihtirastan ibaret değildir, sermayenin dönemsel ihtiyaçlarıyla doğrudan ilintilidir.

“Az anlayan ama çok inanan” bir toplum

Yeni düzen tasarımı çerçevesinde, emeğin derinlemesine sömürüsüne, rantta ve talanda yaratıcılığa “beyinlerin fethi” eşlik ediyor. İstihdamda esneklik ve güvencesizliğin yaygınlaştırılması, faşizmin tahkim edilmesiyle tamamlanıyor. Bir taraftan güvenlikte “Özel Harekat”ın niceliği de niteliği de artırılıyor, diğer taraftan rıza oluşturmak üzere dinselleştirme yaygınlaştırılıyor.

Gerçekte mesele, inanç veya ibadet değildir. Biliniyor ki dinsel referanslarla hareket eden bir toplum şükürcü, kanaatkar olur; verilenle yetinir, beklentilerini öte dünyaya erteler. Ve daha da önemlisi, böyle bir toplumsal dokuda sol değerlerin çimlenmesi, benimsenmesi çok daha zor olur. Bu bağlamda, Türkiye’deki cami sayısının İran ve Arabistan’daki cami toplamından daha fazla olması bir tesadüf değildir. Diyanet’in, şehvet ve tahrik konularında bilimsel gerçeklerle taban tabana zıt fetvaları da bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bilimle dinin bağdaşmadığı biliniyor. Ulema, düşünceyi değil imanı vaaz eder. Bu adımlar, dinsel yönlendirmelerle etkisizleştirilmiş yani Çehov’un deyimiyle “az anlayan ama çok inanan”, dolayısıyla da laikliğe mesafeli bir toplum amacıyla doğrudan ilintilidir.

Zor günlerden geçiyoruz

Artık sadece demir ve barut, sadece TOMA ve gaz değil, sosyal olanı dahil medya da bir silah olarak kullanılıyor. En küçük bir toplumsal hareketlenme, kuşatılıp boğuluyor. Manipülasyon, silahın bir adım önünde gidiyor. Faşizmde Goebbels, gaz odalarına veya kurşuna dizmelere göre daha baskın durumda. Hem sopa, hem de yeniden tanımlanmış ve çap büyütmüş şekliyle havuç kullanılıyor; yıkılan Sur’un yeniden “Toledo” olarak inşası müjdeleniyor. Kentsel dönüşüme, güvenlikte ve psikolojik harpte dönüşüm eşlik ediyor.

Artık kolaya kaçılarak sınıflar mücadelesinde başarılı olmak olası değil. Çok yönlü düşünen ve bunun gereklerini yerine getirebilen bir kadro anlayışına, birinin diğerini yadsımadığı toplumsal dinamikler arası bir birleşik duruşa ihtiyaç var. Egemen sınıfların çeşitlenmiş saldırıları karşısında salt fiziki dirençle başarılı olabilmek mümkün değil. Örneğin artık sorgunun sonucunu fiziki işkence belirlemiyor. Hapishanelerde direnmenin koşulu yalnızca “iyi dövüşmek” değil. Bu, fabrikadaki işçi için de, hapishanedeki tutsak için de, mahalledeki direnişler için de geçerli. Taşeronlaştırma işçiyi, F tipi tutsağı, kentsel dönüşüm mahalledeki insanı zorluyor. Kimi durumlarda, neden direnmek gerektiğini anlatmak kolay olmuyor. Örneğin, kentsel dönüşümü anlatmak, gecekondu yıkımını anlatmaya benzemiyor.

Cerattepe Sur’un kardeşidir

Bir süredir toplumsal muhalefetin parçalı ve dağınık olması, egemen sınıfları atacakları adımlarda daha cüretkar kılıyor. Sur’da olduğu gibi saldırı noktalarında önemli dirençler gelişse de, tek tek dirençlerin birleşik ve örgütlü hareketi sağlanamıyor. 2013 Haziran’ında ezilenlerin sokakta oluşturduğu yoldaşlık, bugüne taşınamıyor. Bu parçalı duruşta iktidarın saldırı, yanıltma ve yönlendirmelerinin rolü olsa da, “kabahatin” bir kısmının “kardeşlerde” olduğunu söylemek pek de haksızlık sayılmaz.

İktidarın Goebbelsvari atraksiyonlarının öne çıkması, gazete ve televizyonların tek yönlü olarak ve daha etkili biçimde kullanılması, kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı yönlendirmelerin aşılamaması elbette ki önemlidir. Sistemin niteliğinin dolayısıyla da iki direnç noktası arasındaki benzerliğin ve dayanışma gerekliliğinin görülebilmesini güçleştiriyor. İşte Cerattepe’deki direniş tam da bu nedenle büyük önem taşıyor. İktidarın yanıltıcı tüm çabalarına rağmen oradaki “Ali Cengiz” oyunları gizlenemiyor, o doğa harikasının katledilmesine karşı öfke birleşik bir nitelik kazanarak büyüyor. İktidar ve yandaşlarının yüreğine “yeni bir Gezi” korkusu düşmesinin sebebi budur. Bu dinamik, “neden Sur değil de Cerattepe?” gibi ayrıştırıcı zorlamalarla yıpratılmamalı, Gezi sürecinde düşülen hata tekrar edilmemelidir.

Cerattepe artık direnmenin adıdır

Cerattepe artık yalnızca doğal güzelliğin ve toplumsal dayanışmanın değil, aynı zamanda direnmenin de adıdır. Havva Ana’daki bilgelik, Devrimci Yolcu hafızanın izlerini taşıyor. İşte devamlılığı da ifade eden ve Devrimci Yol’dan Metin Lokumcu’ya Metin hocadan bugüne uzanan bu birikim ve tecrübe güncellenmeli, birilerinin uykusunu kaçıran “Gezi ruhu”ndan alınan ilhamla daha bilinçli ve daha kalıcı Haziranlaşma sağlanmalıdır. Unutmamak gerekir ki “Cengiz”lerin özelliği, sözünde durmamak, hak-hukuk tanımamaktır. Bu nedenle mücadele “söz”den öteye taşınmalı, sürekli ve birleşik bir nitelik kazandırılmalıdır. Cerattepe’den yükselen direnişin anlamı budur.