Che: “Sen Ulrike Meinhof; Andreas Baader’i hapisten kaçırmanızla, adınız çıktı çete Baader-Meinhof’a… Tanınan bir gazeteciyken ve villanda rahat bir yaşam sürer...

Che: “Sen Ulrike Meinhof; Andreas Baader’i hapisten kaçırmanızla, adınız çıktı çete Baader-Meinhof’a… Tanınan bir gazeteciyken ve villanda rahat bir yaşam sürerken, ‘o pencereden atlama’nı nasıl açıklarsın?" Ulrike: “O pencere…" Che: “Arkadaşları Andreas Baader'i hapisten kaçırmak isterlerken, daha önceden tanıştıkları gazeteci sen ise planın yalnızca küçük ve ‘zararsız’ bir parçasıydın. Hani Baader'le söyleşide bulunacak, gerisine karışmayacaktın?” Ulrike: “Kütüphanede buluştuk Baader’le. Tam konuşurken yoldaşlar içeri girdi, polisleri etkisiz duruma getirip Baader'i birinci katın penceresinden kaçırdılar ki...” Che: ”Ki sen deee… O gün yalnızca oturup bekleseydin, şimdi bir önder değil, sadece karşıt(muhalif) bir gazeteciydin. Ama yapamadın, sen de atladın o pencereden, Baader'in arkasından. Bu an, senin Ulrike Meinhof olmanın dönüm noktasıydı… Ne diyorsun bu anlattıklarına? Konkret dergisindeki yazıların ilk kez Türkçe'de:

Protestodan Direnişe…” Ulrike: “RAF’ın ilk metni Eldridge Cleaver'den şu alıntıyla bitiyordu: ‘Ben kişisel olarak bu ülkede yaşanan şeylerin çoğunun öyle uzun boylu çözümlemeler(tahliller) gerektirmediğine inanmış bulunuyorum.” Che: “Yıllar sonra kurucularından olduğun Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) üzerine yazanlar, sizleri eleştirdiler; eylemlerinizi doğru bulmayanlar, "maceracı" diyenler oldu. Ama hiç kimse dünyayı değiştirme ülküsünden(ideallerinden) ve cesaretinizden kuşku duymadı. Helma Sanders-Brahms da senin için şunları demiş: ‘O, Almanya'nın savaş sonrası dönemindeki en önemli ve aynı zamanda en iyi yazan gazeteciydi, şimdi de öyle. Yazdıkları açıklık ve keskinlik açısından bugün hala, o yıllar üzerine okuyabileceklerinizin en iyisi. Metinleri o denli yoğun ki, yaşama geçirilmek için dayatıyorlar. Okuyanlara, adaletsizliğe karşı savaşımın zorunlu olduğunun ve maddi açıdan olmasa da, en azından ahlaki olarak savaşmaya değdiğinin güvencesini veriyorlar. Onu karşı taraf için çekinceli(tehlikeli) yapan buydu." Ulrike: “Yakar mısın şunu?” Che: “Bak kızım çok sigara içiyorsun. İçeceksen bunu iç, daha az zararlı.”

“Ulrike: “Ha, senin şu Havana püron… Bir nefes çeksem?” Che: “Sana lokum yanaklı kız desem… Bir şey isterken güzel gülümsüyorsun…” Ulrike: “Al yanaklıyı falan duydum da bunu hiç yani…” Che: ”İçimden öyle demek geldi…” Ulrike: “Hem lokumu da nerden biliyorsun sen?” Che: “Şu aralar yaşım aklım başım yufka yüreğim Türkiye’de…” Ulrike: “Bu da nasıl deyiş böyle?” Che: “Senin başına gelen, yoldaşlarınla girdiğin ölüm oruçları şimdi o ülkede…” Ulrike: “Ha o zaman, gidip birlikte kaçıralım onları tutukevlerinden…”  Che: “Daha yeni bitti, ölüm orucu…” Ulrike: “E ama içerideler ya…” Che: “Dur, kal olduğun yerde…” Ulrike: “İnanamıyorum! Bunu sen mi söylüyorsun?” Che: “Nereye gideceksin, kaçını kurtaracaksın?! Bir tane değil ki; yazarı, gazetecisi, düşünen insanı, alayı içeride…”   Ulrike: “Ama…” Che: “O ünlenen sözünü anımsattın bana: Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim… “ Ulrike: “İyi demişim değil mi?” Che: “Ama Türklerin bir atasözü var: Öfkeyle kalkan zararla oturur…” Ulrike: “Kimileyin?” Che: ”Evet, her zaman değil…”   Ulrike: “Ve ayrıca, Atasözlerini  pek sevmem Che…”