“12 Eylül Darbesi’ni yapanlar, kendilerine ‘Darbeci’ denilmesinden çekinmedi. Ama ‘İşkenceci’ denilmesinden çekindiler. Bu hükümet, demokrasiye her gün darbe yapıyor ve kendisine işkenceci denilmesinden çekinmiyor"

CHP'li Tanrıkulu: İktidar kendisine işkenceci denilmesinden çekinmiyor

YAŞAR AYDIN - @yasaraydinnn
yasaraydin@birgun.net

Türkiye 20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL’le birlikte işkence ve kötü muameleyi çok daha yoğun tartışmaya başladı. Hem ülke içinden hem de ülke dışından AKP hükümetine birçok uyarı yapıldı. Meclis kürsüsünden defalarca konuyu gündeme taşıyan, yıllarını insan hakları mücadelesi ile geçiren CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, AKP iktidarının uygulamalarını BirGün’e yorumladı. Son günlerde yaşanan işkence iddiaları üzerine konuştuğumuz Avukat Sezgin Tanrıkulu, bir yandan AKP hükümetini uyarırken diğer yandan da “İşkence en aşağılık suçlardan biridir. Başkasına yapılan işkenceyi alkışlayan, müstahak gören, o işkenceye iştirak etmiş kadar alçalır” diyerek sessizliğe itirazını dile getirdi.

»Fotoğrafı daha iyi anlamamız için, işkence ve kötü muamelenin ülkemizde geldiği noktayı nasıl ifade edebilirsiniz? Bu duruma nasıl geldik?
Özellikle işkence konusunda net bir rakam vermek mümkün değil. Fakat OHAL ilanından sonra gözaltı süresinin 30 güne çıkarılması başlı başına bir işkencedir zaten. Türkiye’de işkence hiçbir zaman sıfırlanmadı. Siyasi iktidarın politikasına göre azaldı veya arttı ama asla bitmedi. Belki 2013-2014 yıllarında göreli bir azalma yaşandı ama sonrasında 1990’lara rahmet okutacak düzeyde sistematikleşmeye başladı. OHAL sonrasında gözaltı uygulamasının kendisi işkenceye dönüştü örneğin. Mesela, gözaltına alınan kişi susma hakkını kullanıyorsa onu karakolda tutmanın anlamı ne? Hemen savcılığa çıkarman ve yasal süreci işletmen lazım aslında. Fakat burada susma hakkı kullananlar da günlerce gözaltında tutuluyor. Bazılarına polis soru bile sormuyor. Alıp nezarette günlerce bekletiyor.

Cezaevlerinde çok sayıda intihar vakası yaşandı. Özellikle cezaevlerinde yaşanan intiharları işkence ve kötü muameleden ayrı düşünemezsiniz. İntihar olaylarını işkenceyle doğrudan ilişkilendirmek mümkündür. Demek ki siz cezaevlerinde kişileri intihara sürükleyecek uygulamalar yapıyorsunuz. Türkiye’de mahpus sayısı 197 bini aşmış durumda. AKP iktidara geldiğinde bu sayı 50 binlerdeydi. Şu anki cezaevleri, doluluk oranları bakımından da işkence haneye dönüşmüş durumda.

»Buraları neredeyse görmüyor, duymuyoruz değil mi?
Evet, kesinlikle. Türkiye’de karakolların, gözaltında tutma yerlerinin ve cezaevlerinin çok kapsamlı ve düzenli bir denetime tabi tutulması gerekiyor. Bakın, 12 Eylül dönemi cezaevlerindeki işkenceleri insanlar, yıllar sonra öğrendiler. Çünkü mağdurlar hapisten çıkıp anlatmaya, kitaplarla yazmaya başladılar. Eminim bugün hapiste olanlar da çıktıklarında benzer kitap yazacaklar. İnsanlara daha fazla işkence anlatısı yazdırmamalıyız.

12 Eylül’cülerin bile savunamadığı işkence bugün savunuluyor!

»Türkiye’de işkence ve kötü muamele hiç bitmedi dediniz. Ama en çok konuştuğumuz dönem de 1980 ve 90’lı yıllardı. Bir bölümüne tanık olduğunuz o süreçle bugünleri değerlendirebilir misiniz?
En net farkı hemen söyleyeyim. 1980’lerde de, 90’larda da işkence iddiaları yalanlanırdı. Şimdi hükümet net bir biçimde üstleniyor. İçişleri Bakanı mesela, “işkence yapılmamıştır” demiyor, “O kişi teröristlere yataklık yapıyordu” diyor. Türkiye’de işkence suçsa, yakaladığın kişi kim olursa olsun işkence yapamazsın. 12 Eylül Darbe döneminde Kenan Evren, cezaevlerinin iyi olduğunu göstermek için yandaş gazetecileri götürüp güzellemeler yaptırırdı. AKP de bir süre bunu yaptı ama şimdi cezaevlerine dair yalandan da olsa güzelleme yapmıyor, yaptırmıyorlar. 12 Eylül Darbesi’ni yapanlar, kendilerine “Darbeci” denilmesinden çekinmedi. Darbe yaptıklarını kabul ettiler. Ama “İşkenceci” denilmesinden çekindiler. Hiç üstlenmediler işkenceyi. Bu Hükümet, demokrasiye her gün darbe yapıyor ve kendisine işkenceci denilmesinden çekinmiyor. İşkence ve kötü muamele iddialarının yayılmasından rahatsız değiller. Çünkü bu şekilde toplumu, muhalifleri sindirmeye çalışıyorlar.

»Baskı daha çok Kürt illerinde yoğunlaştı. Sadece kolluk kuvvetlerinin tercihi olarak açıklayamayacağımız uygulamalar bölge insanında nasıl etki bırakıyor?

Kolluk kuvvetinin tercihini aşıp aşmadığını bilemeyiz. Ama bölgede sayısız suçun işlendiğini ve bu suçlarla ilgili tek bir hukuki süreç başlatılmadığını biliyoruz. Önümüzdeki yıllarda büyük olasılıkla sayısız hak ihlal davasıyla karşı karşıya kalınacaktır. İşkence ilelebet cezasız kalacak değil ya. Bu ülkede elbet bir gün hukuku üstün kılacağız. Ben yıllardır söylüyorum, Kürtlere duygusal bir kopuş yaşatıyor AKP. Roboski bu konuda bir dönüm noktasıysa, 2016 yılı bunun sistematikleştiği yıldır. Bence bu dönemin toplumsal etkilerini anlamak için birkaç yıl daha beklemek gerekecek. Çok derin bir iz bıraktığını söyleyebilirim.

»Özellikle 15 Temmuz sonrası yakalananların işkence görmüş fotoğrafları yayımlandı. Bu fotoğraflara tepki de çok az oldu. Bir tarz hak edilmiş ve dolayısıyla kabul edilebilir işkence kavramı ortaya çıktı. Bugün yaşanan sessizlikte bu sürecin ne kadar etkisi oldu?
Her şeyi bırakın, bugün işkence yapan kişinin bile yarın işkenceye uğraması kabul edilemez. Bugün işkenceyi müstahak gören, yarın aynı copun kendi kafasına inmeyeceğinden nasıl emin olabilir? Eğer toplumsal olarak bir itiraz edebilirsek, bugün sevmediğimiz insanları işkenceden kurtarırız ama aynı zamanda yarın bize işkence yapılmasını engelleriz. Toplumlar demokratik kazanımlarını böyle elde tutarlar. İşkence en aşağılık suçlardan biridir. Başkasına yapılan işkenceyi alkışlayan, müstahak gören, o işkenceye iştirak etmiş kadar alçalır.

»İşkence ve kötü muamele daha önceki yönetimlerce bir cezalandırma biçimi olarak kullanılırken bugün AKP’nin aynı zamanda bunu bir yönetme aracı olarak da kullandığını söyleyebirli miyiz? Fiziki işkence altında olmasalar da atılma tehdidi yaşayan çalışanlar ya da kendilerini ifade etmekten bile korkan hale gelen gazetecilerin durumlarını hangi kategoride değerlendireceğiz?
Elbette, az önce onu söyledim zaten. İşkence iddiaları özellikle yüksek sesle yalanlanmıyor hatta kabul bile ediliyor, gerekçelendiriliyor. Böylece topluma korku salınıyor. Toplum sindirilmek isteniyor. İşkencenin muhatabı zaten sadece ona maruz kalan değil, o işkence uygulamasından dolayı dehşete kapılıp itiraz etmekten korkacak olanlardır.

***

İktidara tam biat eden bir yargı var

»Ülke geneline yayılan ve darbe dönemlerini bile aratan uygulamaların en önemli ayaklarından biri yargı. Bu süreçte adliyenin rolünü nasıl değerlendirirsiniz?
Ben bir hukukçuyum. Şunu biliyorum ki, Türkiye’de yargıçlar her zaman gözlerinin bir ucuyla iktidara bakarlardı. Ama yine de verdikleri kararları kanuna uydurmak zorunda olduklarını bilirlerdi. Şimdi Türkiye’de iktidara göz ucuyla bakan değil; onun önünde eğilen, düğmesiz cübbelerine düğme diktiren, iktidara tam biat eden ve onun emrine göre karar veren bir yargı ve yargıçlar var. Bu süreç de 2010 yılındaki referandumla doruğa ulaştı. HSYK’nin yapısının değiştirilmesi ve FETÖ’cü yargıçların mantar gibi artıp adalet sisteminin altına dinamit koyan kararlarının yaraları hâlâ sarılmış değil. Şimdi FETÖ’cüler tasfiye edildi, ediliyor. Onların yerine doğrudan iktidara tabi yargıçlar geliyor. Yargıç kimseden emir, talimat veya direktif almaz. Bir yargıç ideolojik bir tutum da takınamaz. Onun işi adaleti sağlamak ve yasaları, içtihatları referans almaktır. Ama ne yazık ki yargı epeydir iktidar kavgalarının aracı haline gelmiş durumda.