Sol söz konusu olduğunda, siyasetini de üretmek gereklidir. Anketörlerin, yandaş yorumcuların ve merkez medyanın pompalaması ile Türkiye’deki insanın statik ve değişmez bir şekilde muhafazakâr ve milliyetçi olduğuna dair bu kör inancın da, seni de ya siyasetsiz bir zoraki dengeye ya da itaat-ihanet döngüsüne hapsedip, sürekli bir kapana kıstırmasından kurtulmanın en sahici yolu budur

CHP: Siyasetin hakikatinden hakikatin siyasetine

Ö. İskender Özturanlı - Yazar

Hakikat.

Dünyada ve elbette Türkiye’de, bildiğimiz liberal demokrasilerin sonuna doğru yaklaşıyoruz. Hem 80’lerden beri kurgulanan neoliberal kapitalizm, hem de klasik liberal demokrasilerin varoluş krizlerinin artması ile özellikle bu dönemde siyasetin kendi taşıdığı eski radikal özün yumuşatılmasından türetilmiş siyasal davranış kipleri de süratle tarihe karışıyor.

Bu dönemde bildiğiniz gibi, her şeyin küresel bir akışkan sermayenin bütünlüklü tehdidine maruz kaldığı, ticari sınırların süratle kalktığı, refah devleti temrinlerinin kaybolduğu bir ekonomik zeminde sosyolojik olarak sınıfların kalmadığı, bilgi otobanın, bilgi ekonomisinin dünyayı eşitlediği türünden yoğun bir safsata hâkim oldu. Oluşan bu kaygan zeminde, siyaset de artık, hak ve taleplerin arandığı ve temsil edildiği bir hakiki yaşam alanı olmaktan çıkıp; özü olmayan, sürekli merkeze doğru çekilmesi gereken bir faaliyet haline getirildi. İnsani praksis’in özündeki dinamizm, sürekli bir hak ve talep arayışı siyasetten kopartılıp atılınca da, bütün meselenin esasında kamuoyu önünde oynanan seyirlik birer pazarlama stratejileri ve PR çalışmaları, algı inşası, rekabet, hizmet, saha araştırmasından ibaret olduğu zannedildi.

Siyaset
Sol ve sağ gibi iki temel, tarihsel siyasal cevap da merkeze yanaştıkları ölçüde varlıkları tanımlanabilir tuhaf kavramlar haline geldi. Sağ ve solun erimesi kavramından asıl kastedilen şey; birbirlerine doğru eğilip bükülmeleri değil, sisteme doğru eğilip bükülme yeteneklerinden bahsediliyor oluşuydu üstelik.

Böylelikle siyasal temsil ile hakikat arasındaki bağ, tamamen kayboldu; siyaset hakikatten koptu, siyasal hakikat adı altında, neoliberal manivelalar haline getirildi; merkez sol-merkez sağ partilerin fonksiyonları iyice sınırlandı, hareket ve siyaset yapabilme kabiliyetleri sadece konjonktüre göre hareket edebilme derecesine dek indirgendi.

Avrupa demokrasilerinde ve gelişmiş ülkelerde bu durum, merkez sağdan popülizme, ırkçı faşizme, İslamofobik tepkilerle genişleyen ama aşağıdan gelen bir harekete dönüştü. Batı demokrasileri zaten nicedir halsiz bedenini, piyasaların, uluslararası şirketlerin ve özelleştirmelerin eline çoktan teslim etmiş artık gönülsüz bir ikiyüzlülükle takatsiz sürdürdükleri refah devletinin insan hakları, emekçi hakları, eşit yurttaş, bireysel özgürlük ve teşebbüs hürriyeti gibi içi boşaltılmış, posası çıkmış sembollerinin laf olsun diye işletildiği bir hayaletler siyasetini sürdürmekteydi.

Bu popülist hırçınlık, kof sembollerin hayali dünyasını paramparça etti ve hakikatin çelik çekirdeği ile baş başa bıraktı bizleri. Sosyalizm sonrasında ortaya çıkmış bütün bu sahte gerçeği parça parça etti. Doksanların başında hemen zaferini ilan etmiş bir yalancıktan ütopyanın sonuydu bu.

Ancak tıpkı yüzyılın başındaki faşizmin sanayi-tarım, kır-kent gibi eşitsizliklerden ortaya çıkması gerçeği gibi bu kez de, yeni sağ giderek erimekte ve haklarını, güvencelerini kaybeden mavi yakalılardan, fragmanlara ayrışan kadim işçi sınıfından, neoliberal sistemin kurumsal yapının üstünden hızla geçmesi ile ortaya çıkan, yarı zamanlı güvencesiz sınıflardan, toprak ve toprağa bağımlı bir hayat süren refah devleti sonrası yoksullaşan tarımsal toplumdan destek aldı, onları ikna etti. Refah toplumunun çöküşündeki en büyük hakikatlerinden birisi maalesef budur…

Sağ, popülist ya da kapalı ve baskıcı toplumu savunan her türlü siyasal hareket bu dışarıda bırakılan, mağdur edilen, bizzat bu küresel-neoliberal sistem tarafından ezilen, dışlanmış kesimlerin destekleri ile büyüdü.
Bunu en başa yazalım. İleride bu temel hakikat yardımımıza düştü.

Sol, ortanın solu, sosyal demokrasi
Bir tür baskı altında, kabul edilmiş dürtülerle, bir regresyonu şeklinde, bir tür yüzleşmelerden kaçınmanın getirdiği hınç ve öfke siyaseti, neoliberal sistemin üflediği ekonomik eşitsizlikler, sosyolojik, etnik ve kültürel dışlanmışlıkların adaletsizliklerin, siyasetin ama özellikle sol siyasetin bir telafi ve dönüştürme aracı olarak ortadan kalkması da bugünlere gelinmesinde temel nedenlerden birisi oldu.

Ancak, tablonun öteki yüzüne dek bakmak lazım. Özellikle bizim gibi ülkelerde son yıllarda neredeyse lanetlenmiş bir terim haline gelmiş sosyal demokrasi ise gelişmiş demokrasilerde bambaşka bir eğri çizerek çekildi. Kadim enternasyonallerden bu yana toplumu devrim ile değiştirmekten, siyaset ile değiştirmeye sonra sadece değiştirmeye, giderek düzenlemeye ve yeniden dağılıma kadar çeken büyük anlatı çizgisini yitirdi. Artık yeniden dağılım, kaynakların adil kullanımı, kamunun etkinliği ve hakkaniyetini insan adına, ezilen ve mağdur kesimler adına yeniden tesis etmekten hayli uzaklara düşmek bir yana, neoliberal sistemi sorgulayan ona alternatif ve daha hakkaniyetli modeller geliştirmek bir yana, var olan bu sistem daha verimli hale getirmek için kadrolarını eklektik bir yıldızlar topluluğu üzerinde aramaya çıkan, onu yeniden ve daha verimli hale getirmeye çalışan bir tekrarın tekrarı açmazına düştü.

Başından beri sol-sosyal demokrat, sosyalist tarihin en büyük tartışmalardan birisi olan sistemi topyekûn değiştirme ile siyaset içinde değiştirme arasındaki temel açmazda, aşamalı geçişlerle toplumu değiştirebilme hedefinden sistemin koruyucu eliti olmaya, var olan “müesses nizamın” dar kafalı ve demode savunucusu olmaya dek indirgendi. Bu ABD’de Trump’a oy veren seçmenlerin nezdinde, Demokrat’lara, İngiltere’de Blair ve Crobyn’e kadar İşçi Partisi’ne, Almanya’da SPD’ye Türkiye’de CHP’ye dek müthiş bir ideolojik ve kültürel geri bastırılmanın ve çekilmenin de hikâyesi oldu aynı zamanda. Yakın zaman dek egemen hale getirilen bu kültüre de ciddi entelektüel ve siyasal karşı çıkış da olmadı, olamadı.

Siyasetin yenilgisi çoktan kültürel alanda hazırlanmış ön ekip biçmelerden gelmektedir, bu etimolojik anlamda kültür kelimesinin köküne, Türkçesi’ndeki ekin kelimesine de uygundur zaten.

Bu siyaset kültürü açısından da sorunlu bir noktada duruyor üstelik, kendi dönüştürücü özünü yitirmeye başlayan sosyal demokrat siyasetin elinde sadece, yoksulluk endeksleri açıklandığında yorum yapabilen isteksizlik, sadece asgari ücretler üzerine konuşacak bir teknik ve veriler silsilesinden başka bir şey bırakmıyor.

Bunun geleneksel sosyal demokrat genetiğe ve geleneğe de uygun olmadığını bilmem söylemeye gerek var mı? Sosyal demokrasi tarihi anlamda sosyalist düşünceden neş’et etmiştir, çünkü.

CHP, ne yapmalı?
Bugün artık, “bilişim çağının” ne kadar parlak olduğunu, bundan ne kadar geride kaldığımız, iktidarın eğitimi nasıl bozduğunu, eğitme, akla, bilimsel düşünceye yeniden yer vermek gerektiğini, devlet kurumlarını etkin çalıştırmak gerektiğini kıdem tazminatı gibi konularda reformlar yapmak gerektiğini söylemek değildir, yapılması gereken.
Bütün bunlar elbette tek tek bakıldığında doğru argümanlar olabilir, ama büyük hakikat noktasında, bir siyasetin siyaset olma halini taşımasına yeterli değildirler. Siyaset olma hali, Arendt’in dediği gibi şeyleri ve düzeni tasnif ve tarif etme halidir. Siyasetin kendisini hem diğer siyasal faaliyetleri yapanlardan ayırmasına hem de kendisini toplumdaki diğer faaliyetlerden ayırmasına yol açar. Bu tarifi yaparken, halk tarafından, kitleler tarafından da tarif edilmesine ve farklılaşmasına yol açan şey budur. Yukarıda saydıklarımızın tamamı, bugün merkez medyadaki yorumcu veya programcılar tarafından sıklıkla tekrar edilen gazetelerin eğitim sayfalarında makalelerde savlanan görüşlerdir. Dolayısıyla bunlar, siyaset öncesi değil siyaset sonrasıdırlar. Peki burada siyaset nerededir? Siyaset: AKP’nin eğitim sistemini parça parça değiştirip paçavraya döndürmesini asla ihmal etmeden ve ona itirazdan vazgeçmeden elbette, sadece bunu yeniden stabil hale getirme durumunu bir vaat değil olgu kabul edip, bununla yetinmeyip bundan ötesini söylemektir.

Elbette eğitim sistemi değiştirilmelidir, ama bu değişim değil daha geri bir sisteme adım atılması için makyajlardır, elbet bu bozuşturmayı kabul etmemek eskisini aynen istemek değildir. Bu içi boşaltılmış, her şeyin piyasaya göre tahkim edildiği eğitim modelleri ile, eğitimin rekabet veya önde gidenin lehine çalışan bir performatif teknik saha olduğu doğru değildir. Ve burayı kırmaya yeltenmeden sistemi kendi geriliğine doğru çekmeye çalışan AKP iktidarının benzer birçok konuda olduğu gibi siyaseten de yumuşak karnıdır.

Yukarıda verdiğimiz örnekler kuşkusuz birçok alanda geliştirilebilir. Metropoliten kent yağmasının yarattığı yeni eşitsizlikler, kamusal alanların ve rantın sermayeye tahsis edilerek yaratılan büyük servet transferlerinin durdurulması ve bu alanların yeniden insana ve kamuya müşterek ve etkin kullanım alanı olarak tahsis edilmesi, barınma, su, temel enerji kullanımlarında piyasa yerine adalet kavramının getirilmesi, çevre hakkı, dış politika, adalet, hukuk ve düşünce özgürlüğünde restorasyon ve reform, hakların korunması vs.

Bu gibi konularda daha radikal ve dönüşümcü bir siyasal talepler ve haklar manzumesi hazırlanmak zorundadır. Buna ısrarla çalışılmak zorundadır. CHP’deki değişim bir anketörler silsilesinin aman sağa gidelim, adam alalım ittifak yapalım mantığı ile, aman daha sola gidelim diğer kesimlere yakın olalım ikilemini aşmak zorundadır. Zaten sol söz konusu olduğunda, siyasetini de üretmek gereklidir.

Anketörlerin, yandaş yorumcuların ve merkez medyanın pompalaması ile Türkiye’deki insanın statik ve değişmez bir şekilde muhafazakâr ve milliyetçi olduğuna dair bu kör inançtan da, totaliter iktidarın da lider ile halk arasındaki bütün katmanları ilga ederek, bütün bir halkı hayatın her alanında sistemik bir şekilde büktüğü, siyasal katmanları yok ederek, seni de ya siyasetsiz bir zoraki dengeye ya da itaat-ihanet döngüsüne hapsedip, sürekli bir kapana kıstırmasından kurtulmanın da en sahici yolu budur.

Sosyal demokrasi ülkemizde kaybolan, sol söylemin kendi genetiğinde ve geleceğe çizdiği ufuk çizgisine mündemiç olan dönüştürme ve değiştirme isteğini yeniden hatırlamak ve inşa etmek zorundadır.

Hatırlamak derken bir fantastik söylem içinde değilim. CHP’nin sol sözcüğünü ilk kez telaffuz edildiği meşhur 1968 İstanbul İl Kongre’sinde bile aşağıdaki ifadeler yer almıştır: “Cumhuriyet Halk Partisi’ni kuran ve yaşatan kadro ulusal bağımsızlık savaşını yapan kadrodur, laikliği gerçekleştirmek için sosyal yapıya en cesur müdahalede bulunan kadrodur, kendi kendini yönetmek ilkesini yaşatmak için çileden çileye katlanmış bir kadrodur.” (Bkz. Cumhuriyet Halk Partisi, 1968 yılı İstanbul İl Kongresi Tutanağı, hazırlayan Tarhan Erdem, 1984, Milliyet Yayın AŞ, CHP’nin tarihsel görevi adı altında bir manifestodan alınmıştır. Bu metnin altında imzası olanlar arasında o zamanlar çok genç olan da bir kadro vardır; Necdet Uğur, Ahmet İsvan, Ali Topuz, Tarhan Erdem gibi)

Bugün bu radikal duruşun, bu değişim isteğinin, bu değiştirme cesaretinin gerisinde olunamayacağına göre…