ABD, Çin’e karşı benimsediği şahin politikanın Avrupalı müttefikleri tarafından da benimsenmesi için bastırıyor. Ancak ekonomilerini yeni bir şoka sokmak istemeyen Avrupa ülkeleri için Çin’le kurulan ilişkiler oldukça önemli.

Çin–AB ilişkisi kritik dönemde
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile ABD Başkanı Joe Biden. (Fotoğraf: AA)

Stefan WOLFF

Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel, 1 Aralık itibarıyla Çin’e ayakbastı ve Şi Cinping ile görüşmeye hevesli batılı liderler kervanına katıldı. Şi, son bir senedir yaptığı hamlelerle Mao’dan bu yana görülmüş en güçlü Çinli lider olarak pozisyonunu sağlamlaştırdı.

Bu sene Pekin’de yapılan olimpiyatlar esnasında Şi, 20’den fazla dünya lideriyle görüştü fakat bu liderlerin birçoğu “demokratik olmayan ülkelerin” temsilcileriydi. Kıdemli Avrupalı siyasetçi Michel’in ziyareti, dikkatleri Çin’in giderek iddialı hale gelen jeopolitik duruşuna çevirdi. Batı’da yakın zamanda “Pekin yönetimiyle ne tür ilişkiler kurulması gerektiğine” dair görüş ayrılıkları görmemiz olası.

Transatlantik eksende görüş ayrılığı olduğunu zaten biliyoruz. ABD Başkanı Joe Biden, Endonezya’daki G20 zirvesinde Şi ile görüştü ve daha uzlaşmacı bir üslup benimsedi. Fakat Washington’ın Avrupa’ya (özellikle Fransa ve Almanya’ya) kıyasla daha “şahin” bir Çin politikası izlediği herkesçe biliniyor.

TEK RAKİP ÜLKE

ABD’nin ekim sonunda yayımladığı ulusal güvenlik strateji belgesinde Çin, “Uluslararası düzeni değiştirme amacı olan tek rakip ülke” olarak tanımlanıyor ve ülkenin “ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik becerilerinin günbegün buna imkân tanımaya yaklaştığına dikkat çekiliyor. Belgeye göre, Çin ile rekabet, ABD dış politikasının öncelikleri arasında.

Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı bir konuşmada Çin ile işbirliği vurgusu yaptı. Çin ile demokrasi, insan hakları ve güçler ayrılığı gibi konularda farklılıkları olduğunun altını çizdi. Fakat şunları söylemekten de geri kalmadı: “Çin dünyada giderek daha iddialı ve güçlü bir aktör haline geliyor. ABD en önemli müttefikimiz olsa da, Çin’e yönelik tutum ve yaklaşımlarımız bazı durumlarda farklılaşabilir.”

ABD, Çin’e karşı benimsediği sert tavrın Avrupalı müttefikleri tarafından desteklenmesi için baskıyı arttırsa da Avrupalılar kimi zaman direniyor. Hollanda’nın ABD tarafından uygulanan ticaret kısıtlamalarından hoşnut olmadığı biliniyor. Fransız başkan Emmanuel Macron’un Biden ile yapacağı görüşmede AB-Çin ilişkilerini gündeme getirmesi bekleniyor.

Belki de en önemlisi, Alman Şansölye Olaf Scholz’un kısa süre önce Çin’i ziyaret etmesi ve verdiği demeçlerde siyasi rekabetten ziyade ekonomik işbirliğini vurgulaması.

ÇATLAK DERİNLEŞİYOR

Tabii tek görüş ayrılığının Atlantik ekseninde şekillendiğini düşünmek yanlış olur. Çin konusunda AB içinde de net görüş ayrılıkları var. Örneğin, AB ile Çin arasında 2020 yılında imzalanan ticaret anlaşması halen onaylanarak yürürlüğe girmedi.

AB’nin en küçük ülkelerinden biri olan Litvanya, başkenti Vilnius’ta Tayvan’ın ticaret ofisi açmasına izin verdi. Bu durumunu “Tek Çin” politikasına aykırı bulan Çin yönetimi, sert eleştiriler dile getirdi. AB bir yandan üye ülkelerinden birini savunma sorumluluğu ile hareket etmeye çalışırken, aynı zamanda resmiyette Tayvan’ı Çin toprağı olarak kabul ettiği için zor bir pozisyonda kaldı.

Scholz’un Pekin ziyareti de tartışmalara konu oldu. Çin ile AB ölçeğinde değil, ülke ölçeğinde anlaşmalar yapılabileceği söylentileri, bazı liderler arasında “AB bütünlüğüne” dair kaygılar yarattı. Dahası, “AB bütünlüğü” mesajı verme amacıyla Fransa tarafından teklif edilen “Macron-Scholz ortak ziyareti” de, heyetin yalnızca Almanlardan oluşmasını tercih eden Scholz tarafından kabul görmemişti.

FİKİR AYRILIKLARI VAR

Ülkeler arasında “üçüncü yol” görüşünü benimseyenler de var. Bu ülkelerde iş dünyası ve siyasilerin Çin hakkında görüşleri farklılaşıyor. Örneğin, İngiltere’de yeni başbakan Rushi Sunak, Çin’e yönelik politikaların “pragmatik” eksende benimsenmesi gerektiğini savundu. Bu sayede partisi içindeki “çatışmacı” sesleri dindirmeyi ve iş dünyasının ticari çıkarlarını da hesaba katarak denge politikası kurmayı umuyor.

Fakat İngiliz hükümetinin Çin yapımı güvenlik kameraları alma niyeti bolca tartışmaya konu oldu ve görünüşe bakılırsa Çin’e karşı şahin politika benimsenmesini savunanlar galip geliyor.

Almanya’da da benzer tartışmalar söz konusu. Hükümet, Çin ile yakın ticari ilişkilere sahip şirketlere bir dizi yeni kural dayatmaya, bu sayede şirketleri farklı pazarlara yönlendirmeye ve Çin’e bağımlılığı azaltmaya hazırlanıyor. Fakat Alman otomobil üreticisi Mercedes-Benz’in yöneticilerinden Ola Kallenius tartışmaya dâhil oldu ve Çin pazarından çıkmanın “asla düşünülemeyeceğini” söyledi.

Volkswagen ve BMW gibi markaların da benzer tepkiler vereceğini öngörmek güç değil. Kimyevi madde üretiminde dünya lideri pozisyonunda olan BASF şirketi için de aynı şey söylenebilir. Bu markaların toplam yatırım hacmi, Çin’e 2018-2021 döneminde Avrupa tarafından yapılan doğrudan yabancı yatırımların üçte birine denk geliyor.

Almanya’nın koalisyon hükümeti içinde de görüş ayrılıkları var. Şansölye Scholz’un kabinesinde ekonomi ve dış politika konularında söz sahibi olan Yeşil Parti, Çin’e “temkinli iyimserlik” ile yaklaşma fikrine hiç de sıcak bakmıyor. ABD baskısını hisseden ve Çin’e yoğunlaşan bazı istihbarat raporlarından ötürü kaygı duyan Yeşiller, tartışmaya ciddi anlamda yön verebiliyor. Neticede Çin’in iki çip üreticisine yapacağı yatırımlar yasaklandı ve Hamburg limanında Çin’in ortalık payı azaltıldı.

Koşullar bu şekildeyken Michel’in Çin ziyaretinin AB-Çin ilişkilerinde ani bir değişikliğe yol açma ihtimali düşük. Ülkeler arasında “asgari müşterek” yine ticaret ilişkilerindeki istikrardan geçiyor.

Ticari ilişkilerin korunması AB için olduğu kadar, Çin için de önemli. Hiçbir ülke, ekonomisinin yeni bir şokla karşılaşmasını istemiyor. İklim krizi, Ukrayna savaşı, gıda ve enerji fiyatları gibi konularda çözüm arayışını ortaklaşa yürütme arzusu da güçlülüğünü koruyor.

Fakat ekonomik endişelerin aciliyeti AB ve Çin arasındaki siyasi farklılıkları gizlemeye yetmiyor. Brüksel her şeyin olduğu gibi kalmasını tercih etse de, farklılıklarla eninde sonunda yüzleşecek.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The Conversation