Çin’in temel önceliği neredeyse 40 yıldan beri yürüttüğü ekonomik kalkınmanın sekteye uğramaması. Zira 2012’de göreve geldiğinde Xi yaptığı açıklamada “Halkın daha iyi bir yaşam arzusu her zaman bizim amacımız olacaktır” diyerek Çin yönetiminin hedefini göstermişti

Çin Komünist Partisi kongresi bugün: Çin’in geleceği nasıl olacak?

Barış Adıbelli - Yrd. Doç. Asya Pasifik Uzmanı

Ne zaman ABD’de bir başkanlık seçimi olsa, dünya nefesini tutar ve bu seçimlere kilitlenir; hatta birçok ülkede kendi seçimlerinden daha önemlidir bu seçimler. Çünkü seçilecek olan başkanın dünya politikası, dünyanın geri kalanını yakından ilgilendirmektedir. Ancak şu günlerde Pekin’de gerçekleşen Çin Komünist Partisi’nin 19. Kongresi, ABD’deki başkanlık seçimlerine meydan okur nitelikte... Günlerden beri dünya tıpkı ABD’deki başkanlık seçimlerine kilitlendiği gibi Çin’deki kongre sürecine kilitlenmiş durumda…Bilindiği üzere Çin’de devlet başkanı doğrudan halkın katıldığı genel seçimlerle seçilmiyor. Onun yerine parti delegelerinin parti kongresindeki tercihleri sonucunda belirleniyor, dolaysıyla ABD’deki gibi renkli bir seçim kampanyası yok. Bu durum tamamıyla Çin’in siyasi sistemi ile ilgili… Dünyanın ikinci büyük ekonomisi; hatta yakında birinciliğe yükseleceği de öngörülüyor ve yakın geleceğin müstakbel süper gücü olan Çin’i önümüzdeki beş yıl ve ondan sonraki on yıl yönetecek kadro bu kongrede belirlenecek. Bu kongreyi kendisinden önceki 18 kongreden farklı kılan ise mevcut lider Xi Jinping’in ezber bozan politikaları ve kendisinden sonra yerini kime bırakacağı sorusu… Zira kulislerden yansıyan bilgilere göre kongrede esas tartışma Xi’den çok kendisinden sonraki lider kadro olacak gibi gözüküyor. Çin Komünist Partisi geleneğinde kongre sürecinde hizipleşme, küskünler hareketi ya da alternatif liste gibi bize tanıdık gelen kimi siyasi manevralar bulunmuyor.

Dolayısıyla zaman zaman sürpriz gelişmelerle de karşılaşılabiliyor.
Bugün başlayan kongre süreci aslında 2012’de 18. Parti kongre süreciyle başlamıştı. 2012’de Çin Komünist Partisi’nin 18. Kongresi’nde Xi Jinping’in parti genel sekreteri olarak seçilmesi ve ardından da 2013 Martı’nda devlet başkanlığı görevine getirilmesiyle, Çin için de yeni bir dönem başlamış oldu. Beş yıl içinde hemen her alanda büyük bir atılım gösteren Çin, dünyanın bir kez daha dikkatini çekti. Son 30 yıldan beri ekonomik alanda yapmış olduğu atılım zaten biliniyordu; ancak son beş yılda özellikle dünya siyasetinde giderek ağırlığını hissettirmeye başlaması yeni bir gelişmeydi. Bir önceki yönetim yani Hu Jintao yönetimi (2002-2012), dünya politikasına bakışı mesafeli ve daha içe dönük bir karakter sergiliyordu… Hu Jintao döneminde daha çok ekonomik kalkınmaya ağırlık verilerek bir nevi 21. yüzyıla geçişin sorunsuz olması sağlanmaya çalışıldı; ancak tüm dikkat ekonomik kalkınma üzerine yoğunlaştığından dolayı dünya politikasındaki siyasi gelişmelere duyarsız kalındı. Bu dönemde ABD ile ilişkiler azami ölçüde muhafaza edilmeye çalışıldı. Rusya’ya karşı ise mesafeli duruldu. Sonuç olarak Hu Jintao ve Wen Jiabao ikilisi ılımlı bir yönetim anlayışı benimseyerek, Çin’i büyük oyunun dışında tuttular. O dönemin koşulları dikkate alındığında belki de haklılık payları vardı.

Xi Jinping yönetimi
2012’deki kongreye ise Xi Jinping damgasını vurdu. Hu Jintao döneminde Devlet Başkan Yardımcılığı görevini yürüten Xi, partiyi ve devleti çok iyi tanıyor. Dolaysıyla başkent siyasetinin dışından gelme bir lider değil. Bizim anlayacağımız dilde söylersek teşkilatta yetişmiş, tabandan gelen bir lider. Çin Komünist Partisi’nde imtiyazlı üyelik veya seçkinler gibi siyasi mekanizmalar yok. Yükselme tamamıyla belli kurallar çerçevesinde partideki faaliyetlere ve hizmetlere bağlı. Kuzey Kore’de olduğu gibi hanedanlık ve yakınlık gibi kriterler yönetici olmayı belirlemiyor. Xi göreve gelir gelmez pro-aktif bir dış politika benimsedi. Batı’da Çin’in benimsemiş olduğu agresif dış politika büyük bir heyecan yarattı. Özellikle, Doğu Çin Denizi’nde ve Güney Çin Denizi’nde egemenliği tartışmalı adacıklar nedeniyle Japonya, ABD ve bölge ülkelerine tek başına meydan okuması ve kendi tezinin arkasında güçlü bir şekilde durması, Suriye’de yaşanan savaşta Rusya ile birlikte hareket etmesi, Kore sorununda Kuzey Kore’ye karşı uluslararası toplumun yanında durması, Avrupa Birliği ile özel ilişkiler geliştirmesi, Türkiye ile stratejik ortaklık kurması ve her şeyden önemlisi Bir Kuşak Bir Yol projesi ile Çin’i dünyaya entegre etmesi ve kendi küresel politikasını yürürlüğe sokması uluslararası sistemin mevcut yapısına sert bir meydan okuma olmuştur. Böylece, Xi’nin önceki liderler gibi olmadığı da ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz, Xi, sadece politik veya askeri, meseleler üzerine eğilmemiş, ekonomi de birincil önceliği olmuştur. Örneğin 2012’deki kongrede tespit edilen yoksulluğun hafifletilmesi hedefini gerçekleştirmeye başlamıştır. Son beş yılda Çin, iş olanaklarını artırarak en az 65 milyon insanı yoksulluktan kurtarmıştır. Bu sayı yaklaşık İngiltere’nin tüm nüfusuna eşit. Çin, geri kalan 40 milyon yoksulu da 2020 yılına kadar iş sahibi yapmayı planlıyor. Ancak Çin rüyasının devam edebilmesi için mevcut siyasi sistemin günün koşullarına uyarlanması gerekmekteydi. Xi inanmış bir komünist olmanın ötesinde iyi bir Çin milliyetçisi ve vatansever olarak bir profil çizmektedir. Güçlü bir lider imajı vermektedir. Komünist Parti’nin genel sekreteri olmaktan çok, güçlü bir devletin güçlü bir lideri olma görünümü daha ön plana çıkmaktadır. Sergilenen güç partinin gücü mü yoksa tıpkı Putin gibi Xi’nin kişisel karizmasından ve yönetim anlayışından kaynaklanan bir güç mü?
cin-komunist-partisi-kongresi-bugun-cin-in-gelecegi-nasil-olacak-368193-1.
Şimdi bu kongre ile buna cevap aranmaya çalışılacak gibi. Son dönemde kongre öncesi Çin’de özellikle kulislerde tartışılan, pek fazla dile getirilmeyen ama Hong Kong merkezli kimi muhalif gazetelerin çok sık gündeme getirdiği Xi’nin karizması ve gücünün partinin önüne geçtiği iddialarında bu sürece damgasını vurmuştur. Bugünlerde temel tartışma Çin’in yakalamış olduğu rüzgarı zayıf bir liderlikle kaybetme ihtimali üzerinedir. Çünkü son dönemde politbüro için önerilen partinin birçok üst düzey mensubu yolsuzluk nedeniyle partiden atılmış durumda. Xi, Çin’de yolsuzluğu savaş açmış ve gelmiş geçmiş liderlerin içinde yolsuzlukla neredeyse en sert mücadele eden kişi…Parti ve ordudaki üst düzey parti mensuplarının kariyerlerine, rütbelerine ve makamlarına bakmaksızın yolsuzluğa ve rüşvete bulaşanların hepsini yargıya teslim etti. Dolaysıyla Xi yerine geçecek bir ismi belirlemede oldukça zorlanacak gibi gözüküyor Çin’in temel önceliği neredeyse 40 yıldan beri yürüttüğü ekonomik kalkınmanın sekteye uğramaması. Zira 2012’de göreve geldiğinde Xi’nin yaptığı açıklamada “Halkın daha iyi bir yaşam arzusu her zaman bizim amacımız olacaktır” diyerek Çin yönetiminin hedefini göstermişti. Çin, 2049’da yani kuruluşunun 100.yılında bir refah devleti olmak istiyor ve halkına bu sözü vermiş durumda. Bunu engelleyebilecek hiçbir soruna izin vermeyecek gibi görünüyor. Ancak son dönemde güçlü bir politik duruş olmadan ekonomik kalkınmanın da uzun süre devam etmeyeceği görüldü.
cin-komunist-partisi-kongresi-bugun-cin-in-gelecegi-nasil-olacak-368194-1.
Tüm bu sıkıntıları aşma adına ortaya atılan çözüm ise Xi’nin tıpkı Putin gibi göreve devam etmesi gerektiği fikriydi. Fakat Çin’in siyasi sistemi buna uygun bir zemin sunmuyor. Bu bağlamda bir takım değişikliklerin yapılması gerekiyor. Dolaysıyla bu kongre parti tüzüğünün değiştirilmesinin gündeme alınması için uygun bir fırsat olarak görülüyor… Xi’nin gücünü sağlamlaştırması adına görev süresinin uzatılması gerekiyor; ancak Çin anayasası devlet başkanlığı görevini iki dönemle yani on yıl ile sınırlıyor. Xi’nin Putin gibi bir dönem ara verip geri dönme gibi bir imkânı da yok. Çin siyaseti buna uygun bir yapıda değil. Fakat alternatif bir çözüm önerisi de dillendirilmiyor değil; o da: Çin Komünist Partisi tüzüğünün değiştirtilerek genel sekreterlik görevi ile devlet başkanlığı görevini birbirinden ayrılması. Bunun önünde anayasal bir engel yok. Böylece Xi genel sekreterlik görevini elde tutarken, anayasaya göre devlet başkanlığını da yeni bir lider üstlenecektir. Bu sistem daha önce Mao ve Deng Xiaoping tarafından da uygulanmıştı.

Bilindiği üzere, Çin’in siyasi yapısı içinde parti devletten önce gelmektedir. Dolaysıyla parti her şeyi yönetir anlayışı hakimdir. Devlet, partinin halkın iktidarını uygulayabileceği bir aygıt olarak görülmektedir. Ayrıca silahlı kuvvetler de parti üzerinden genel sekretere bağlıdır. Yani göreve seçilecek olan devlet başkanı, genel sekreterliği elinde tutmadığı sürece partinin ve dolaysıyla politbüro’nun ve Merkez Askeri Komite’nin yani silahlı kuvvetlerin başkomutanı olma gücüne de sahip olamayacaktır. Kısaca anayasal bir görevi yerine getiren görünürde güçlü ancak gerçekte hiçbir gücü olmayan bir siyasi figür olacak. Perde arkasında partiyi ve ülkeyi yöneten esas güç parti genel sekreteri Xi Jinping olacaktır.


Sonuç olarak, Xi’nin gücü elinde tutmasının en önemli nedenlerinin başında Çin’in asrın projesi olarak adlandırılabilecek Modern İpek Yolu projesi Bir Kuşak Bir Yol girişimi gösterilebilir. Milyarlarca dolarlık bir hacme sahip bu proje Çin’in 21.yüzyıldaki İleriye Büyük Hamlesi olarak görülmelidir. Çin yönetimi için prestij bir proje olan Modern İpek yolu Çin’i küresel sistemde farklı bir konuma taşıyacak. Bu nedenle, Xi, kendisinden sonra bu projeyi emin ve yetkin ellere emanet etmek istiyor. Ancak emanet edilecek lider kadronun da bulunması o kadar kolay değil. liderlik için ismi geçen bir çok siyasetçi yolsuzluk nedeniyle tasfiye edilmiş durumda. Xi için belki de tek seçenek proje tamamlana kadar görevde bir şekilde kalmak. Çin’de bu projeyi destekleyenler olduğu kadar buna karşı çıkanlar da bulanmakta. Bu projenin altyapısına harcanacak milyarlarca doların Çin’de özellikle yoksul halkın refah seviyesinin artırılmasında kullanılması öneriliyor. Hatta bazı kesimler 1958’de Mao’nun başlattığı ama büyük bir başarısızlığa uğradığı İleriye Büyük Hamle girişimini örnek göstererek maceracı girişimlerden uzak durulması gerektiğini belirtiyorlar. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, Mao, İleriye Büyük Hamle’de dünya çelik üretiminde İngiltere’yi geçmeyi hedef olarak koymuştu. Bugün gelinen noktada Çin, dünya çelik üretiminin yüzde 53’ünü tek başına gerçekleştirerek dünya birincisidir. O gün Mao bu hedefi veya hayali Çin’in önüne koymasaydı, belki de bugün Çin, ne uzaya çıkabilirdi ne de büyük bir ekonomik dev haline gelebilirdi...