“Tanrı aramızda” der, filmin en aklı başında kişisi ve ekibin koreografı olan Selva. Tanrı gerçekten de aralarındadır ve tanrının adı Gaspar Noe’dir. Noe’nin kamerası ve aklı, karakterlerine kelimenin tam anlamıyla tepeden bakar. Tıpkı gökte olduğu düşünülen Hıristiyanların tanrısının bakacağı gibi. Filmin önemli bir bölümünde dansçıları çılgınca hareket eden figürler olarak kuşbakışı görürüz. Bu bakış hepsini benzer varlıklara indirger, yüzlerini ve ifadelerini saklar. Sadece bu da değil, bu dans sahnelerinin hemen hepsi genel plandır, merkezinde bir kişi olsa da.

Böcekler gibidirler. Arılar belki de. Bu dansları güzel bulmak ya da bulmamak tamamen kişisel beğeniyle ilgili bir şey. Ben çirkin buluyorum. Hiç estetik gelmiyorlar bana. Danstan çok akrobasiyle, cimnastik sporuyla benzeşiyorlar. Her bir dansçı bir diğerinden daha süratli, daha çevik, daha esnek ve daha güçlü olduğunu kanıtlamaya çalışıyor gibi bu danslarda. Darwinist anlamda kim daha “fit” yarışması gibi bu danslar. Bana estetik ve erotik gelmiyor.Filmin ilk bölümünde karakterleri daha yakından tanıyoruz. David, partideki bütün kızları düzmeyi arzuluyor, buna arkadaşı Müslüman Omar’ın sevgilisi Gazelle de dahil. Omar’ı Gazelle’e birlikte üçlü seks yapamaya ikna etmeye çalışıyor. Grubun yöneticisi ve parti içkisi sangriayı hazırlayan karakter filmin tek çocuk sahibi kişisi, adı Lou’ydu galiba. Artık kendisine yönelik talebin azaldığı bir dönemde rastgele bir ilişkiden peydahladığı oğlu Tito’ya bu çılgın ortamda annelik yapmaya çalışıyor. Bu filmdeki hamilelikler zaten hep rastgele ilişkilerden. Bir başka dansçı kız hamile ama çocuğun babası kim bilmiyor. Kısacası hayvanlar gibi duygusal bağ kurmadan düzüşen bir grup bu ve hayvanlarda olduğu gibi babalar ortada yok. Filmin ilk yarısındaki halleri aslında ikinci yarısındaki hallerinin habercisi.

Filmin ikinci yarısında grup içkilerine bir madde karıştırıldığını bir anda anlıyor ve aynı anda bir linç grubuna dönüşüyor. İçki içmeyen Müslüman Omar anında suçlanıp, karda kışta ölüme terk ediliyor. Omar’ın yokluğunda, fırsattan istifade eden sevgilisi Gazelle önce David’le flört ediyor ardından kendi erkek kardeşiyle yatıyor. Filmde gösterilen tek heteroseksüel ilişki de bu. Kokainman olduğu anlaşılan kız bir kazada alev alıyor, kimse umursamıyor. David, Siyahların saldırısına uğruyor, kafasında şişe kırılıyor ve iğdiş edilmekle tehdit ediliyor durup dururken. Saldırgan siyahlar bununla da yetinmiyor, David’in alnına gamalı haç resmi çiziyor. Filmin son bölümlerinde kamera ters dönüyor. Adı kandan gelen ve kan rengindeki sangria içkisini içen bu “vampir” grubuna uygun biçimde. Bu arada hamile kız da saldırıya uğruyor, sangriaya LSD katmakla suçlanıyor ve kendisini öldürmeye teşvik ediliyor. Annesi oğlu Tito’yu korumak isterken onu tutup elektrik odasına kitliyor ve üstüne bir de anahtarı kaybediyor. Sonucu tahmin etmek için müneccim olmak gerekmiyor. Denilebilir ki herkes ilahi bir cezaya uğruyor. Bu film, yönetmenin de dediği gibi Amerika’da çevrilemezdi çünkü kötüler ağırlıklı bir şekilde Siyahlar ve lezbiyenler. Hamile kadının karnına tekmeyi basan da, David’in kafasında şişe kıranlar da Siyahlar. Sangriaya ilaç katan ve her şeyin çığrından çıkmasına neden olan da bir lezbiyen. Noe bu altgrupları hedefine koymamıştır belki ama böyle de okuyanlar çıkabilir ve film bu yorumlara açık. Salonun bir duvarında asılı duran Fransız bayrağından bir milliyetçilik eleştirisi çıkarmaya çalışmak da nafile bir çaba çünkü Noe’nin böyle bir derdi yok. Filmde de söylediği gibi Fransız olmaktan gurur duyan bir film bu. Söyleşilerinde de söylüyor Noe bunu.
Noe filminin Kubrick’in 2001’inin tersini yaptığını, orada hayvandan insana evrimin anlatıldığını, bu filmde ise insandan hayvana ters evrimi anlattığını söylüyor. Darwin’e göre ters evrim diye bir şey evrim kuramına aykırıdır. Evrim geriye gitmez. Noe bir tek evrimden anlıyor ama onu da yanlış anlıyor. Filmde olan bir ters evrim değil elbette. Bana grubun aniden bir linç çetesine dönüşmesi hiç inandırıcı gelmedi bu arada. LSD denemedim ama böyle bir etkisi olsaydı 60’lar hippi kuşağı herhalde toptan telef olurdu.

Filmi neden beğenmediğimi neden çirkin, ahlakçı ve sağcı bulduğumu umarım anlatabilmişimdir. İnsana böcek gibi bakan, ideolojik çerçevesi Darwinizmle (evrim kuramıyla) sınırlı olan, içki ve uyuşturucuların zararlarına dair ders veren ve geriye doğru bir evrim anlattığı iddiasındaki, bence çirkin danslarla bezeli bu filmden hiç hoşlanmadım. Kaldı ki filmin eşcinsel ve Siyahlara dair de hoş şeyler söylemediği iddia edilebilir. Bu arada evrim kuramına ben de inanıyorum. Doğa vahşi ve acımasızdır. İnsan da bunun halâ ve daima bir parçasıdır. Biyolojik varlıklar olduğumuz sürece, 2001’deki gibi safi zihine dönüşmedikçe bu böyle de kalacak. Noe bir 2001 Uzay Yolu Macerası hayranı. Filmi belki 60 kez izlemiş ve 2001’e dair belki de dünyanın bir numaralı koleksiyoncusu. 2001’in, zihnin (aklın) madde ve teknoloji üzerindeki nihai ve mutlak gücünün manifestosu olduğunu söylüyor. Nazım Hikmet olsaydı, Berkeley’e “Behey Berkley!” dediği gibi Noe’ye de benzer şeyler söylerdi herhalde. Evrim gibi maddeci bir kuramdan gelip, aynı zamanda bir ateist olup sonra zihnin madde üzerindeki gücüne inanmak, evrimin belki de bu yönde olmasını ummak büyük çelişki. Tam bir idealizm, felsefi açıdan. Ve biliyor musunuz çocuklar, bütün bunlar sağcılık işte! Sağcı olmanın binbir biçimi var, alkol içmemek, dindar olmak, muhafazakar bir hayat sürmek bunlardan sadece biri.

Ben de evrime inanıyorum, genlerimizin belirleyici önemine inanıyorum. Doğa vahşi, evet. Bunları söylemek hiçbir şey değil. Bunun üzerine konanlar, kanabilenler üzerine konuşmak lazım. Bu sessiz uzayda ve bu vahşi doğada, müthiş yıkıcı ve gaddar olabilen ama hiçbir hayvanın yapamadığını da yapabilen, başka türleri korumak için çaba harcayabilen, doğasına direnip vegan olabilen, sanat yapabilen bir hayvanız. Binlerce yıllık tarihlerimiz, kültürlerimiz var. Türlü türlü ruh hallerimiz, acılarımız, hüzünlerimiz, suçlarımız, pişmalıklarımız var. Noe çok yüzeyde dolaşıyor ve çirkinlikten başka bir şey görmüyor. Çirkinlikten başka bir şey sunmuyor. En azından bana karşı bu böyle. Bu bir yorum, filmin olası tek yorumu değil. Bu arada Noe’nin karısı yönetmen Lucile Hadzihalilovic’in son filminin adının “Evrim” olduğunu hatırlatayım. Ben son derece manasız bulmuştum o filmi de. Anlaşılan karı-koca, evrim kuramında takılıp kalmışlar ama evrimden de pek bir şey anlamıyorlar.

NOT: PS: Filmin senaryosu hakikaten de 5 sayfa değilmiş, topu topu 1 sayfaymış, Noe söylüyor.