Çocuklar sıkılır

Nerede o eski 23 Nisan’lar diye yanıp yakılıyorsanız, size “eski 23 Nisan’larda ne yapardın?” diye sorsak, “sıkılırdım” ya da “giydiğim kostümü veya takma bıyığı çekiştirip dururdum” gibi içten cevaplar alabiliriz. Çocuk olarak her türlü zorakilik ve zorlamada sıkılmış olmanızdan daha doğal ne var?

O günlerde, anne-babanın henüz çocukları alıp tatile kaçma modasının başlamadığı yıllarda çocuktuysanız hele, sıkıntıdan patlamış olduğunuz anların çokça olduğunu söylemek bir tahmin bile sayılmaz. 23 Nisan’ın eski havasının kalmamasının yeni bir yakınma olmadığını, kutlamalardaki zorakiliklerin ve özentilerin içtenlikten yoksunluğundan rahatsızlığın 1970’lerde kentten kasabalara giderek yayılmaya başladığını hatırlıyorum.

Çocuklara özel bir bayramı çocuğun lastikli kravatı ile müdür ya da kaymakam koltuğuna oturtulmasından ibaret gören o zamanki büyüklerimizin bugün toplumun önemli bölümünün memnun olmadığı “gidişat”taki katkısını inkar edemeyiz. Çocuklara verilen hakları şoför koltuğunda oturan baba ya da dayının kucağındaki çocuğa direksiyon tutturtması gibi değerlendiren kuşaklar eğitimi beyin yıkamaktan, özgürlüğü başıboşluktan, terbiyeyi koşullanmadan, uzlaşmayı itaatten ayırt edebildiler mi? Ayırt etmeye çalışan yenilikçi ve değişimci eğilimdekileri ayıklayıp ortalığı her 10 yılda bir temizlediklerinde yaptıkları temizliğin düşünme yetisi grup içgüdüsüne teslim olmaya hazır bireyler yetiştirmeye yaradığını fark etselerdi davranışları değişir miydi?

Geleceğe ilişkin hayaller zayıfladığında ister kendi çocuğunuzu yetiştirin ister tüm bir toplumun çocuklarının zihnine şekil veriyor olun, günün gündemi ile sınırlı kalan bir yaklaşıma hapsoluyorsunuz. Bu durumda kalıp ve klişeler imdada yetişiyor. Çocuklara ilişkin kalıp hayallerde onlar birer “minyatür yetişkin” gibidir. Çocukluk tam ve damla damla yaşanmadan hızlıca atlatılıp geleceğe şimdiden erişilmeye çalışılan bir hayat evresi olarak tasarlanır.

Bu telaşın kaynağını nerede aramalıyız? Anne-babalık görevinin bir an evvel tamamlanması ve sorumlulukların altından kalkmak arzusunda mı? Kendi çocukluğunun nasıl olduğunu anlamadan geçip gitmiş olmasında mı? Sebep her ne ise, çocuklardan beklentilerimizi ayarlamamıza engel olur: ya her şeyi bekleyip sırtlarına bindirdiğimiz taşınmaz yükün altında ezilmelerine ya da hiçbir şey beklemeyip bir bebek gibi bize bağımlı yaşayıp gitmelerine yol açarız. Çocuklar hakkında düşünmek, gelişim aşamalarını takip etmek, ne zaman ne olur, neyi nasıl söylemeliyiz gibi standart soruların cevaplarına kafa yormak bu aşırılıkları daha az yapmamıza imkân verir.

Çocuk Bayramları çocukların çocuk gibi (ne bebek ne yetişkin) yaşamasına fırsat verme bayramı olarak tanımlanabilir. Anne-babanın ya da eğitim programlarını düzenleyenlerin bunu yapabilmesi için tek bir koşul vardır: Çocuğu anlamaya ve tanımaya çalışmak. Bu yöntemin kendi çocukluğunu anlamak için de hiç fena bir yol olmadığı söylenir.

* * *

TV’lerde doktorlar istediklerini söyleyebilirler mi?

DrOz programında bilimsel gerçeklerle bağdaşmayan görüşlerin dile getirildiği eleştirisi ile yetinmeyen 10 tanınmış akademisyen Dr. Mehmet Öz’ün akademik ünvanlarının geri alınması isteğini Columbia Üniversitesi’ne iletti. Cevap: Dr Öz’ün fikir ve söz özgürlüğünü kullanıyor olması nedeniyle bu eleştiri geçersiz ve talep yerine getirilemez.

Dr. Öz programının bir “tıbbi şov” olmadığını, yaşamı iyileştirmek için insanlara destek olduğu bir programda söylediklerinin söz/ifade özgürlüğü içinde olduğunu, hatta Dr. ünvanını küçük yazarak bu yanını arka planda tuttuğunu söylüyor. Hekimler temelsiz ya da bilimsel zemini olmayan “tedavi”leri önerdiklerinde bundan dolayı ciddi bir sorumluluk altına giriyorlar. Ancak bu konuşmayı “sıradan” bir vatandaş olarak “sağda solda” yaparlarsa fikir özgürlüğünden yararlanabileceklerini düşünenler var. En azından yasal bir kovuşturmaya uğramayacakları söylenebilir.

Ancak hekim olarak sözleri nedeniyle birilerine “zarar verme” olasılığını nasıl kontrol edebiliriz? Söylenenlerin herhangi birisinin ağzından çıkmıyor olması izleyicileri nasıl etkiler? Hekimlerin özel hayatlarında ya da eğlence olsun diye yer aldıkları medya programlarında saçmalama hakkı yok mu? Karşı görüş şöyle ifade edilebilir: Sonucunda yanıltıcı bir izlenim doğacağını bilseler de bu (temelsiz bilgileri tıp adamı olduğu bilinen birisinin ağzından söyleme) hakkı kullanmaları şart mı?

Dr. Öz kendisini eleştiren ekiptekilerin biyoteknolojiye olan yakınlıklarını öne çıkartan bir yanıt yazdığında, kendi sözlerinin doğruluğundan ziyade karşısındakilerin onu eleştirmekten sağlayabileceği menfaatlere dikkat çekti. “Tencere dibin kara” benzeri bu eleştiriye tartışılan kendi tavsiyelerinin bilimsel zeminini ekleyebilmesi daha iyi olmaz mıydı?

ABD’yle ya da Dr. Öz’le sınırlı olmayan bir durumu konuşuyoruz. Örneğin, aşıların gelişim bozukluğuna yol açtığına ilişkin ortaya atılan temeli olmayan görüşler sebebiyle aşılanmayan çocukların hem kendilerinin hem çevrelerindeki diğer çocukların maruz kalacağı sağlık risklerini hesaplamadığı belli birçok hekim var. Aşıların gelişim bozukluklarına yol açtığı gibi (bilimsel çalışmalarla tersi kanıtlanmasına rağmen) ısrarla tekrarlanan sözlerden tutun etkinliği herhangi bir beslenme düzeninden farklı olmayan “özel” diyetlerin tedavi edici etkilerine kadar uzanan bir çok “zararsız” önerinin sahiplerinin “özgürlükçü” ya da “doğalcı” söylem kullanması meseleyi daha da komplike kılıyor (düzenli dinlediğim radyonun ekolojik yaşam programında geçenlerde yapıldığı gibi). Özgürlük ve ekolojik yaşam mücadelesine ilişkin sözlerle süsleyerek bilimselliği sıfır kanaatleri şereflendirmeye bir son vermek lazım.