Şûra’da alınan kararları değerlendiren Dr. Ural “Çocukların bilinçlerini ele geçirmek isteyen koalisyon gözler önüne seriliyor” diyor. Ural, Erdoğan’ın ‘Öğretmenliği kariyer mesleği yapacağız’ sözlerine ilişkin ise “Öğretmenlik açısından sorunlu” ifadelerini kullanıyor.

Çocukların bilinci ele geçiriliyor

Mustafa KÖMÜŞ

Milli Eğitim Şûrası 7 yıl aradan sonra geçen hafta gerçekleşti. Birçok sendikanın katılmadığı Şûra’da alınan kararlar içerisinde okulöncesinde din eğitimi zorunluluğu oldukça tartışıldı. Eğitimciler bu kararın çocukların gelişimi açısından uygun olduğunu söylerken Milli Eğitim Bakanı da uygulamak zorunda olmadıklarını aktardı.


Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Ayhan Ural’la Şûra’da alınan bu kararı ve etkilerini konuştuk. Ural, “Din eğitiminin okulöncesi düzeyde düşünülmesi, önerilmesi ve kabul edilmesi ise hiçbir şekilde tartışılmayacak bir konu. Bu yönelim neoliberal ve neomuhafazakâr ideolojilerin rahatça ortaklaştıklarını gösteren özgürleşme karşıtı bir yönelimdir” diyor.

20. Milli Eğitim Şûrası’nın toplanma biçimi oldukça tartışıldı, hatta Eğitim Sen ve Eğitim İş gibi sendikalar katılmadı. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Normal koşullarda yapılacak her yeni toplantı öncekilerin eksiklik ve aksaklıkarı giderilerek yapılır. Son eğitim şûrasının düzenlenmesi süreci, her ne kadar mevzuata uygun hale getirilmiş olsa da geleneğe uygun olarak gerçekleştirilmedi. İki-üç aylık kısa bir sürede yapılan bu toplantı, bir eğitim şûrarası olmaktan çok çalıştay olarak değerlendirilebilir. Türkiye eğitim sisteminde şûralar önemli bir işlev görmüştür. 1960’lı yıllada kurulan Devlet Planlama Teşkilatıyla başlatılan planlı kalkınma hamlesi, eğitim şûraları için önemli bir katkı sağlamıştır. Devlet Planlama Teşkilatı’nın kapatılmasıyla şûra süreci gelenekten de tamamen koparılmış ve yapılan yasal düzenlemelerle yeni bir biçim almıştır. Şûranın üye yapısı ve katılımcılarına ilişkin yapılan değişiklikler, şûranın bilimsel ve demokratik niteliği üzerinde de etkili olmuş ve son iki şûrayı daha çok davetli katılımcıların yer aldığı homojen grup toplantısına dönüştürmüştür. Böylece şûraların doğal bileşeni olan bazı örgütler son toplantıya katılmama kararı alarak demokratik tepkilerini ifade etmişlerdir. Bu durum toplantının sınırlarını daraltarak iddiası ve etkisini de önemli derecede azaltmıştır. Genel olarak eğitim şûraları, eğitim politikası bilimi alanında yapılan çalışmalardır. Türkiye’de son dönemde eğitim bilimleri alanında yer alan eğitim politikası, yönetimi, teftişi, planlaması ve ekonomisi bilim dallarına yapılan müdahaleler, uzman yetiştirme ve istihdamı konusunda yeni sorun alanlarıdır. Dolayısıyla toplumun, eğitim politikası biliminin kimliği, konuları ve yöntemine hâkim uzman gereksinimini karşılamak için ivedi olarak akademik altyapısı uygun olan üniversitelerin lisansüstü programlarında eğitim politikası uzmanı yetiştirme programları açılmalıdır. Ayrıca yetiştirilen eğitim politikası uzmanlarını istihdamı için de kamu yönetimi alanında uygun kadrolar tahsis edilmelidir.

Özellikle okulöncesinde din eğitimi kararı oldukça tartışıldı. Siz bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benzer hamleler bir önceki şûrada da yapıldı. Bu tür kararların biçimsel yönü herhangi bir şekilde mevzuata uydurulabilir. Nitekim de öyle yapılıyor. Ortada biçimsel bir sorun gözükmüyor. Ancak özellike şûranın anlamına uygun kısmı olan bilimsel ve demokratik bir tartışmanın yapılmaması sorunlu bir durum. Bir eğitim bilimci olarak din eğitimin örgün temel eğitimin öğretim programında yer verilmesinin sakıncalarına ilişkin geniş bir alanyazının varlığından haberdarım ve bu bilimsel gerçekliğe katılıyorum. Bu konunun okul öncesi düzeyde düşünülmesi, önerilmesi ve kabul edilmesi ise hiçbir şekilde tartışılmayacak bir konu. Bu düşüncemi, bilimci kimliğimle çocuktan yanalık ve çocuğun üstün yararını gözetme sorumluluğumla ifade ediyorum. Bu yönelim neoliberal ve neomuhafazakâr ideolojilerin rahatça ortaklaştıklarını gösteren özgürleşme karşıtı bir yönelimdir. Bu tip istem ve uygulamalar, çocukları kendilerine ait olarak gören, onların bilinçlerini ele geçirmek isteyen farklı ideolojlere sahip istismarcıların koalisyonunu gözler önüne sermektedir. Oysa bilimsel çalışmalar, çocuğun coşkulu bir çocukluk süreci geçirmesini sağlayacak yaşantıların içinde neler yer alabileceğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bunun dışına çıkarak çocuk gönencinin engellenmesi, çocuklara olduğu kadar topluma ve insanlığa da zarar vermektedir. İktidarların bu tür gündemlerle toplumsal ayrışmalara yol açmak yerine, çocukların olduğu kadar bütün toplumun beklentisi olan hak temelli eşitlikçi bir eğitim anlayışını benimsemek ve yaşama geçirmeye yönelmesi gerekmektedir.

cocuklarin-bilinci-ele-geciriliyor-953158-1.
Dr. Ayhan Ural

Şûra’nın başlığı ‘fırsat eşitliği’ydi. Alınan kararları düşününce bu başlıkla uyumlu olduğunu söyleyebilir miyiz?
Eğitimde fırsat eşitliği kavramı çok sorunlu bir kavram olarak bilinir. Aslında eğitimsel eşitsizlikleri perdelemek için kullanılan bu kavram daha çok neoliberal eğitim politikalarının yarattığı eşitsizliklere koşut geliştirilmiştir. Dolayısıyla ideolojik bir nitelik taşıyan eğitimde fırsat eşitliği tartışmaları, sınıf temelli yapılarak eşitsizliklerin kaynağına inmek yerine eğitimsel eşitsizlikler popülist ve meritokratik söylemlerle geçiştirilir. Son şûranın sonuç bildirisinden anlaşıldığı gibi konu derinlikli bir ele alış biçiminden uzak, yüzeysel yaklaşımlarla değerlendirilmiştir. Eğitim politikalarının yapımı ve uygulamasında etkili ve yetkili olan yirmi yıllık bir iktidarın, yaratmış olduğu eğitimsel eşitsizliklerini alelacele topladığı şûraya eğitimde fırsat eşitliğini gündem yapması ise ilginç bir durum olarak değerlendirilebilir. Bu süreçte, eğitim piyasalıştırılmış, bütüncül temel eğitim paramparça edilmiş, eğitim niteliksizleştirilerek tescil edilmiş, öğretim progralamları ve eğitim ortamları dinselleştirilmiş, toplumsal sınıf temelli eğitimsel ayrışmalar gerçekleştirilmiştir. Bütün bu uygulamaların sonucu olarak yeniden üretilen eğitimsel eşitsizlikler sürüp giderken iktidarın böyle bir gündeme ilişkin aldığı kararlar da ortadır. Her bir karar şûra mantığı ve anlayışıyla ilişkisiz, doğrudan icranın yetki ve sorumluluğu alanındadır. Yapılmalı, edilmeli, giderilmeli, çözümlenmeli şeklinde karara bağlanan konular, bir talimat, yönerge, yönetmelikle kolaylıkla sonuçlandırılabilecek konulardır. Oysa, şûraların gündemi ve tartışmaları, ele alınan konuların felsefesine, ideolojisine, toplumsal etkilerine dönük olmalıdır.

***

Öğretmenlik zaten uzmanlık gerektirir

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği ‘Öğretmenliği bir kariyer mesleği yapacağız’ sözleri ne anlama geliyor?
İktidarın öğretmenlik mesleğiyle bu denli ilgilenmesi tam bir politik kayırmacılık örneği olarak değerlendirilebilir. Son dönemlerder iktidarın öğretmen ve öğretmen örgütleriyle katsayı ve öğretmenlik mesleği üzerinden kurmuş olduğu patronaj ilişkisi, ilginç bir şekilde muhalefetinde de desteğiyle öğretmenlerin aleyhine bir sonuç doğurmuştur. Son dönemde önemli düzeyde yoksullaştırılan, vasıfsızlaştırılan, güvencesizleştirilen, etkisizleştirilen öğretmen; özel kanun, kadro ve katsayı retoriğiyle kontrol altında tutulmaktadır. Oysa öğretmenin ekonomik koşullarının düzeltilmesi önünde hiçbir yasal engel yoktur. Yönetsel -bürokratik ve idari- küçük müdahalerle öğretmenin yetiştirilmesi ve istihdamına ilişkin sorunları çözülebilir. Örneğin, öğretmen maaşlarının düzenlendiği 657 sayılı yasada yapılacak düzenlemelerle mevcut derece ve kademe sistemi üzerindeki sembolik farklar gerçekçi bir düzeye çekilirse uzmanlık veya kariyer basağı gibi yapay söylemlerin bir anlamı kalmaz. Böylece her kademe ve derecenin öğretmene sağlayacağı ekonomik artış, eşitlik ilkesine uygun olarak çalışma barışına da yansımış olur. Bu küçük düzenlemeyle bile öğretmenlik meslek kanununa yönelen ilgi ve istem de ortadan kalkacaktır. Yapay gündemlerle politik kayırmacılık yapmak yerine, temel yönelim öğretmenlik mesleğinin özgürlük sorununa yönelmek olmalıdır. Öğretmen özgürlüğü, yetiştirilme, istihdam ve çalışma koşulları süreçleriyle doğrudan ilişkilidir. Öncelikle, öğretmenin iktidarın öğretmeni olması yerine, öğrencinin / çocuğun / insanlığın öğretmeni olabilmesi sağlanmaldır. Öğretmenin pasif aktarıcı teknisyen öğretmen statüsü, entelektüel dönüştürü öğretmen statüsüne taşınabilmelidir. Böylece aydınlanmacı ve bilimci kimliğiyle öğretmenin, bilimsel, laik, demokratik, kamusal eğitimi savunma, koruma ve taşıma işlevi desteklenmiş olur. Öğretmenlik tek başına gerekli bütün yeterlikleri bünyesinde barındıran unvandır. Öğretmen unvanının önüne veya arkasına konulacak sıfatların bir belirlemeden öte anlamı yoktur. Örneğin aday öğretmenlik bir statü olmayıp, mesleğe giriş sürecini betimleyen bir kullanımdır. Bu süreci kalıcı kılmak olanaklı olamayacağı için bir statü olarak tanımlamak anlamsızdır. Uzmanlık statüsü de öğretmenlik açısından sorunludur. Öğretmenlik, uzmanlık gerektiren bir iş, uğraş ve/veya meslek olması nedeniyle uzmanlığı bünyesinde barındırmaktadır. Böyle bir ayrım, öğretmenliğin doğasına aykırı olacaktır. Öğretmen her koşulda kendisinden beklenen -tanımlanan- eylemi yapabilecek yeterlikte yetişmeli ve istihdam edilmelidir. Sembolik bir ifade -unvan- olan başöğretmenliğe bir statü yüklemek de benzer şekilde gereksiz ve sorunlu bir yönelimdir. Dolayısıyla bütün bu yönelimleri, öğretmenlik mesleğini geliştirme ve özlük haklarını geliştirme kaygısına dayandıran yaklaşım baştan sona sorunludur. Biran önce açlık ve yoksulluk sınırına hapsedilmiş öğretmenleri, konut ve araba edindirme, ek göstergelerini artırma, statülerini yükseltme, özel yasa çıkarma gibi politik kayırmacılık araçlarıyla oyalamadan vaz geçilmeli ve onlara öğretmenliklerini yapabilcekleri koşullar sağlanmalıdır.