Yeni romanı Uzak Bir Masal ile okurla buluşan Uzunhasanoğlu, iyi görünen hayatların arkasındaki gerçekliklere ışık tutuyor. Yazar, “Coğrafyadan kaçabiliyor insan ama ailenin yarattığı hasarlardan kaçmak çok zor” dedi.

Coğrafya değil, aile kaderdir
İrem Uzunhasanoğlu. (Fotoğraf: Kadir İncesu)

Kadir İNCESU

İrem Uzunhasanoğlu Doğan Kitap tarafından yayımlanan yeni romanı “Uzak Bir Masal” ile çıktı okurlarının karşısına… “Uzak Bir Masal”da, mükemmel görünen hayatların arkasında yaşanan dramlar, çaresizlikler, belirsizlikler, acılar anlatılıyor. Neylan’ın aynı üniversitede çalıştığı bencil heykeltıraş Levent ile yaşadığı aşkın bir süre sonra nasıl şekil değiştirdiğini; Neylan’ın kendisini, geçmişini bulma arayışına dönüştüğünü yer yer masalsı bir dille anlatıyor İrem Uzunhasanoğlu…

Neylan’ın kendi kendisine sorduğu soruyu ben de size sorayım; Neden huzur bulduğumuz tek yer aynı zamanda bizi yaralayan yegâne yer olmak zorundaydı?” Bu durum günümüz ilişkilerinin temel sorunu olarak değerlendirilebilir mi?

Yetişkin bireyler olarak hepimiz bilinçaltımızda çocukluğumuzu arar ve ona dönmek isteriz. Çocukluk insanın zihninin alt katmanlarına öyle kök salmıştır ki farkında olmadan kendimizi hep benzer yapıların içinde buluruz. Ne yazık ki pek çoğumuzun çocukluğu güllük gülistanlık değil. Oralara dönüp baktığımızda sevgisiz bireylerle, değersizlik, yalnızlık hissiyle, mutsuz aile fertleriyle karşılaşmamız olası. Eğer aile fertlerinden sevgi göremediyseniz ileri yaşlarda da size sevgi göstermeyecek olan partneri seçip onunla huzuru bulduğunuzu sanıyorsunuz. Aslında yanında huzur bulduğunuzu sandığınız sevgisiz partneriniz, geçmişteki sevgisiz babanızdan başkası değil. Hayata bu formülle baktığınızda yaptığınız tüm tutarsızlıklarınız da anlam buluyor. Kök salamadığınız bir ailede yetişmişseniz, ileride kök salamayacağınız partnerler seçiyorsunuz. Sizi çocukken hep tenkit eden, her şeyinize karışan bir ebeveynle büyüdüyseniz, size değer verebilecek onlarca partner adayı arasından değersizlik hissini yaşatacak olanı seçiyorsunuz. İşte çocukluğunuza kavuştunuz. Bu huzursuzluğun huzurudur. Bu bilinçaltımızın bize oynadığı ve çoğumuzun hayatına mal olan bir tür eve dönüş hikâyesidir. Kırık döküklüğü, yalnızlığı ve değersizliği bize seçtiren de bu hazin eve dönme isteğimizden başka bir şey değil.

UZAK BİR MASAL, İrem Uzunhasanoğlu, Doğan Kitap, 2023

Neylan’ın, Levent ile olan birlikteliğini bitirememesinin nedenini, eksik bırakılmışlık duygusunda mı aramalıyız?

Kendi roman kahramanım özelinde baktığımızda, Neylan’ın kendisini zehirleyen bir ilişkide olduğunu bile bile kalma arzusunun birkaç temel sebebi var. Birincisi ve belki de en bariz olanı, birinci soruda bahsettiğimiz ve “huzursuzluğun huzuru” dediğimiz yapının içinde kalıp mütemadiyen onu çözme çabası, inancı ve eforu. Aldatılan ve sevilmeyen bir anneyle büyüdüyseniz ve o değersizlik hissini öğrendiyseniz canınız pahasına bunu çözmeye, onarmaya ve değiştirmeye çabalarsınız. İkincisi ise baba modelinin sorunlu ve eksik oluşu. İnsanın eksildiği yerden tamamlanma duygusu bitimsiz bir yolculuk gibi. Eksik bırakıldığınız yerden tamamlanana kadar, pes etmeden, yılmadan savaşçı tanrıça Artemis gibi mücadele etme hali. Sanırım en yorucusu da bu. İnsan tamamlanmaya çalıştıkça kendinden eksiltiyor. Yaprak döke döke… Kendini yola yola… Ama hep tamir etme inancıyla...

Levent defalarca nasıl birisi olduğunu anlatmasına karşın, bu düşünceleri onun sanatçılığına bağlayan Neylan’ın Leventte aradığı neydi?

Neylan her şeyden önce Levent’in kendini sanatla var etme çabasına vurulmuştu. “Senin evin neresi?” diye sorduğunda “Evim, eserlerimdir,” diyen bir sanatçıdır Levent. Sesini, ideolojisini, var oluşunu, hayattaki anlam arayışını, kaygılarını ve tüm benliğini heykellere yaslamış bir adam. Mülteci sorunundan insanın ruhundaki ve bedenindeki deformasyonlara kadar her şeyi taşa nakış nakış işleyen bu adamın kusursuzluğuna vuruldu Neylan da. Fakat bu kadar mükemmel eserler inşa eden bir adam, ona âşık olan genç bir kadını paramparça edip, koparıp kırıyordu. Buna nereye kadar göz yumacağı da romanın ana akslarından birini oluşturuyor.

Romanınız zaman zaman bir “öğreti” özellikleri de gösteriyor diyebilir miyiz? Seydanın Neylanaa “… gerçek acıyı hisset, gerçek acıyı hissetmeyenler acı olmayan şeyleri acı sanıyor,” deyişi örneğin.

Romanım bir kadının kendi sesini bulma, gücünü keşfetme yolculuğu olduğu için dolayısıyla ana kahramanım bir şeyler öğrenecek ve öğrenirken dönüşecekti. Kahramanın sonsuz yolculuğunda kadın kahramanım iç çatışmalarıyla cebelleşirken diğer yandan da ona öğretilen ve doğru bildiği her şeyin başka biçimleri olduğunu görüyor. Neylan, seyahat ettiği doğu kasabasında bir tür tekamülünü tamamlama ve aydınlanma yaşıyor. Gittiği kasabada Neylan’ın dönüşümüne katkıda bulunan yedi karakter var. Ahlakı, sevgiyi, aile olmayı, evini, gerçeğini, öz şefkatini, varoluşunu ona sorgulatan yedi karakterden birisi de bir türbede tanıştığı Şeyh. Ona acıyı hissetmesini ve aradığı şey için aslında içine bakmasını öğütleyen şeyhin söyledikleri de kadının farkındalık kazanmasını sağlıyor. Bu minvalde bakıldığında, evet, roman yer yer öğreti özellikleri taşıyor olabilir.

Leventin anne babasıyla ilişkilerinin de sorunlu olduğu görülüyor… Neylan’ın acılarına, yaralarına odaklanırken Leventi yok mu saymalıyız?

Levent, kendi yarattığı kusurlu, deforme heykellerden farksız. Eserlerinde devleşirken kendi iç dünyasında bir o kadar sarsıntılı ve kırılgan. Levent’e patriyarka metaforu olarak incelediğimizde baskıcı, yıkıcı, kırıcı, kadını ezen ama özünde bir o kadar da karmaşık, özgüvensiz ve ürkek bir yapıyla karşılaşıyoruz. Levent de ailesinden kaçmış, uzaklaşmış, kendini yetiştirmiş ve en nihayetinde içinden çıktığı eve geri dönemeyen biri. Onun travmalarını yok saymak haksızlık olur.

Ateş hocanın Neylana söylediği, Coğrafya değil, asıl aile kaderdir,” sözünün gerçekliği olarak da değerlendirmek mümkün mü romanın kahramanlarının yaşadıklarını?

Coğrafyadan kaçabiliyor insan ama ailenin yarattığı hasarlardan kaçmak, iyileşmek, arınmak çok zor. Senelerce süren terapi süreçlerinde kendimizle yüzleşiyor ya da hasarlı, kusurlu yaşamaya devam ediyoruz. Sözcüklerimizin bile henüz oluşmadığı zamanlarda bize yüklenen değerleri, kodları söküp atmak çok zor. Terk edip gitmiş bir babayı, her gün ağlayan bir anneyi, otoriter bir dedeyi içinden söküp atamıyor insan. Seneler geçse de bir koku, bir ses, bir fotoğraf inşa ettiğiniz kalenizi en içeriden patlatıp yerle bir edebiliyor. Bu romanı da bu inançla yazdım. Evet, coğrafya değil aile kaderdir.

“İçimde iki insan var Neylan. Biri mükemmel kesimler, kusursuz figürler, estetik algılar oluşturmak; diğeri ise ideali yıkmak, orantısız bedenler yaratmak, kötü olanı konu edinmek ve sevilmeyeni anlatmak istiyor” diyen Levent aslında en büyük eserini – kendisini- yaratmak için yaşıyor diyebilir miyiz?

Levent bize bu çağın armağanı olan bencil modern bireylerden sadece biri. Kendini düşünen, kendini yaratmak için ötekini çiğneyen bir birey. Israrla birey diyorum çünkü bunun cinsiyetsiz bir mesele olduğu kanısındayım. Bu yüzyılın başından beri bizlere önce kendimize dönmemiz ve kendimizi sevmemiz öğretildi. Her şeyden önde “kendi” mutluluğunuz dendi. Önce kendimizi severken, önce kendimizi yaratırken yanımızdakine dönüp bakmadık. Şefkatsiz ve vurdumduymaz olduk.

Neylan, Leventi kastederek, “İnsan sevdiğini zihninde yaratır, elleriyle şekillendirir, kalbiyle sever,” diyor. Çiftler, neden o kişiyi olduğu gibi kabul etmiyor da değiştirmeye, istediği kalıba sokmaya çalışıyor?

Aslında bu cümlede şunu anlatmak istiyorum. Birine âşık olduğumuzda onun kendi kafamızda idealize edip yarattığımız haline âşık oluyoruz. Zihnimizin kimyası onun eksik, kusurlu, yanlış, karanlık, çirkin, kötü olduğunu görmek istemiyor. Saçının telinden, söylediği sözcüklere kadar her şey parıltılı ve ışıltılı geliyor bize. Vakitler geçip aşkın kimyası ve çekimi hafiflediğinde dökülmüş saçını, kirli giydiği giysilerini, maç izlerken ettiği küfürleri görüyor ve duyuyoruz. İşte ondan sonra da sizin bahsettiğiniz kalıba sokma çabası devreye giriyor sanırım. “Adam ederim, düzeltirim, iyileştiririm, onca yıl emek verdim” gibi savlar yersiz kalıyor. Dönüştürme çabası bir tür hayat mücadelesine dönüyor.

“Özgür olmak” için vazgeçtiğiniz bir umudunuz oldu mu?

Umutlarım ve beklentilerim ayağıma pranga olmaya başladığı anda onlardan özgürleşmeyi tercih ettiğim çok oldu. İş hayatımda, şahsi hayatımda umutla beklediğim ve beklemenin beni yorduğu durumlarda elbette ben de o ümit zincirlerini kırıp attım. Özgürleşmek ve beklentilerden arınmak çok zordur, en yorucu insani deneyimlerden biridir. Uzak Bir Masal’ın ana izleklerinden birisi olarak “ümit etmekten vazgeçmeyi kullandım, kullanırken de elbette önce kendi içimi açıp baktım, yani en iyi bildiğim yere.