İngiltere İşçi Partisi’nin eski lideri Corbyn, “Çoğunluk İçin Şiir” adlı kitapta farklı mücadelelerden ilham alan şiirleri bir araya topladı. Corbyn’e göre sosyal adalet, özgür bir sanattan geçiyor. Kapitalizmin küresel adaletsizliği, savaşları, çatışmaları artırdığına dikkat çeken Corbyn, “Sosyalizm, sahip olduklarımızı, dünyayı, doğal kaynakları korumak ve zenginliğin paylaşılmasını sağlamaktır” dedi.

İngiltere İşçi Partisi’nin eski lideri Corbyn: Çoğunluk için adalet
Britanya İşçi Partisi’nin eski lideri Jeremy Corbyn Semiha Durak’ın sorularını yanıtladı.

Semiha DURAK

Britanya İşçi Partisi’nin eski lideri Jeremy Corbyn ile Londra’da düzenlenen Five Demands (Beş Talep) başlıklı konferans sırasında görüştük. Gün boyu devam eden panel, “herkes için maaş artışı, yeni çevre sözleşmesi, çoğunluk için konut, ücretsiz sağlık sistemini kurtarmak için zenginlere vergi, mültecileri kabul etmek ve savaşsız bir dünya” olarak belirlenen beş temel meseleye çözüm aramak adına düzenlenmişti. Şimdilerde partiden uzaklaştırılmış olsa da, Labour Party’nin (İşçi Partisi) efsanevi lideri olmaya devam eden Corbyn ile hem kısa süre önce yayımlanan şiir antolojisi kitabı hakkında, hem de politika üzerine konuştuk.

Len McCluskey ile birlikte yayımladığınız "Çoğunluk İçin Şiir" adlı antoloji kitabın başlığı, İşçi Partisi’nin bir önceki seçimlerdeki “Azınlık değil, çoğunluk için" sloganını hatırlatıyor. Kitabın hikâyesi nedir?

Sosyalizm ve sosyal adaletin ekonomik argümanlardan, uluslararası dayanışmadan, toplumlarında adalet talep eden insanlardan geldiğine inanıyorum ama aynı zamanda sanatsal çaba ve onun özgür bırakılmasıyla da ilgilidir. Len ve ben, ikimiz de şiire ilgi duyuyoruz. Liverpool'da liman İşçileri grevi zamanında kurulan Casa adında bir kulüpte bir şiir gecesi düzenlemiştik. Seyirciler arasındaki gençlerden kendi şiirlerini okumak isteyenler de oldu. Ve sonra bu etkinliğin sonunda, Or Books'tan Colin Robinson geldi ve "bunu bir kitaba dönüştürmeye ne dersiniz?" diye sordu. Biz de kabul ettik. Çoğunluk İçin Şiir, kendi seçtiğimiz şiirlerin, seçkilerin olduğu bir kitap. İçinde benim de bir şiirim var. Başka insanlardan da şiirler bulunuyor- kapağın üzerinde gördüğünüz isimler; Michael Rosen, Maxine Peake, Julie Hesmondhalgh ve diğerleri - onlardan da bizim için birer şiir seçmelerini istedik ve böylece bu kitap ortaya çıktı. İlk baskı tükendi bile. Gayet iyi gidiyor. Bu kitap çerçevesinde, ülke genelinde şiir etkinlikleri düzenliyoruz. Bunlardan birinde 500 kişi vardı; şiir ve ilham üzerine tartışmalar yapıldı. Harika bir deneyim oldu ve gelecek yıl “Çoğunluk'tan Şiirler” adında başka bir kitap projesi yapmayı planlıyoruz. Herkes kendi şiirlerini yazıp gönderecek, biz de içlerinden bazılarını seçeceğiz.

Harika. Ben de katılmak isteyebilirim.

Lütfen katılın! Hatta başkalarına da söyleyin.

Şiirin hayatınızdaki önemi nedir? Kişisel ve politik inançlarınızı nasıl etkiliyor?

Şiir okumaktan her zaman keyif aldım, evde farklı dönemlere ve bölgelere ait pek çok şiir kitabım var. Pablo Neruda ve onun eserleri büyüleyici. Özellikle de Latin Amerika'yı keşfi… Şili'de doğmuş biri için bu biraz tuhaf görünebilir, ama kendi deyimiyle, Latin Amerika kıtasında seyahat edene dek, hayata dair daha Avrupai bir yaklaşımı vardı. Sonra Machu Picchu şiirini yazdı. Bu şiir, onun bir şeyleri keşfi olarak kabul edilebilir. Pablo'nun hayatını birçok şiirinde okuyabilirsiniz. Coleridge, Shelley gibi şairlerin ilham veren şiirlerinin de büyük etkisi oldu. Sonra Maya Angelo gibi mücadele ve ilham şiirleriyle siyahların Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ve dünyanın diğer yerlerindeki mücadeleye dair ilham veren şiirleri… Ve biz de bu kitapta, şiire dair genel bir bakış sunmaya çalıştık. Ama aynı zamanda her türlü şiirin temsil edilmesine dikkat ettik. Langston Hughes’den, Ben Okri'den şiirler bulunuyor, Afrikalı ve Asyalı şairler var. Oldukça geniş bir çeşitliliğe sahip. 

Kitapta 20. yüzyılda ABD'de tekstil işçilerinin grevini etkileyici bir şekilde anlatan önemli bir şiir, "Ekmek ve Güller de bulunuyor.

“Ekmek ve güller” harika bir slogan. Biz sadece ekmek istemiyoruz güller de istiyoruz; başka bir deyişle, mesele sadece ekonomik anlamda hayatta kalmak değil, genellikle ana akım medya tarafından görmezden gelinen ve gizlenen yaşam kalitemiz ve kültürümüzle de ilgili.

Hem Britanya'da hem de ABD'de grevlerde son zamanlarda artış görülüyor. Birkaç ay önce Arjantin'de genel grev oldu. Britanya'da sendikalara katılımın arttığını belirtmiştiniz. Bu gelişmeleri nasıl görüyorsunuz? Sol için ne gibi sonuçları var?

İşçi Partisi içindeki ana akım (Keir Starmer ve onu destekleyen kanat) desteklemese de, halkın çoğunluğunun grevleri destekliyor oluşu çok önemliydi. İletişim sektörü ve posta çalışanları, öğretmenler, hemşireler, doktorlar, demiryolu çalışanları ve memurlarla birlikte grev alanlarındaydım. Halkın grevlere verdiği tepki, bu kez destekler nitelikteydi. Trenler iptal olduğunda, otobüs çalışmadığında, postalar teslim edilmediğinde, operasyonlar iptal olduğunda kimsenin mutlu olmadığı bir gerçek. Ama bu sefer bir fark var. Halkın büyük çoğunluğu grevlerin nedenini anlıyor; tüm anketler grevlerin desteklendiğini gösteriyor. Bir süredir grev sayısında bir azalma başlasa da hala devam ediyor. Grevler sayesinde kazanılan maaş artışı hala enflasyon seviyesinde ya da enflasyonun üzerinde değil. Yani henüz bitirmedik, işçi sınıfının yaşam standardı hala 15 yıl öncesine göre yaklaşık yüzde 20 daha düşük.

Kitabı "tüm adaletsizliğe uğrayanlara” ithaf ediyor ve Julian Assange ile dayanışma içinde olduğunuzu ifade ediyorsunuz. Britanya’da Assange, Brezilya'da Lula, Türkiye'de Demirtaş ve diğer örneklerde gözlemlenen “hukuk savaşı” konusunda ne düşünüyorsunuz?

Kitabı, dünyada en çok öne çıkan ve en çok eleştirilen insan olan Julian Assange'a ithaf ettik. Savaş, yalanlar, yasadışı eylemler, üst düzey yolsuzluklar ve çok daha fazlası hakkında çok sayıda bilgi/belge yayımladı. Bunlar, kurumsal açgözlülük ve bunun dünya çapında çevreye verdiği zararı gösteriyordu ve yaptığı şey çok önemliydi. Şimdi beş yıldır Belmarsh Hapishanesi’nde, ondan önce Ekvador büyükelçiliğindeydi, yani 10 yıldır işini yapabilme özgürlüğüne sahip değil. Julian Assange'ın özgür yürüdüğü günü dört gözle bekliyorum. Geçen yıl, Len McCluskey ile birlikte, hapiste onu ziyaret ettik. Bir buçuk saat kadar mesleği ve hayatı üzerine konuştuk. Çok güçlü bir insan ama çok kötü muamele görüyor.

Sağlığının iyi olmadığını duydum. Şimdi nasıl? 

Belmarsh hapishanesinde beş yıl geçiren kimsenin iyi bir durumda olmasını bekleyemeyiz. Ama arkasında güçlü bir desteği var, onu destekleyen küresel boyutta bir kampanya var. Hukuki mücadelesinin son aşamasını sabırsızlıkla bekliyoruz. Ancak baskılar artarak devam edecek. Benim için hayal kırıklığı olan, Amerika Birleşik Devletleri'nde ve Britanya’daki önde gelen insanlardan daha fazlasının Julian Assange'ı desteklemek için ortaya çıkmamış olması. Eğer özgür basına, bilgi alma hakkına, bilgiyi açığa çıkaranlara inandıklarını söylüyorlarsa, neden bu kadar endişeliler?

Antolojide Calais mülteci kampını ziyaretinizden dönerken yazdığınız bir şiir de bulunuyor. Solun, mülteci krizini ele alma, savaş ve çatışmaların kurbanı olan mültecilerin haklarını savunma konusunda oynaması gereken rol nedir?

İnsanların sığınma arayışının arkasındaki nedenleri, insani boyutu anlamak gerekiyor. Calais'e birkaç kez gittim; korkunç bir yer. İnsanların cesareti ve yoksullukları inanılmaz. Son gittiğimde, mülteciler için öğle yemeği düzenlediğimiz masa üzerinde, dünya haritası işlenmiş bir örtü vardı. Mültecilerden birinden Afganistan'dan Calais'e olan yolculuğunu haritada göstermesini istedim. Zigzaglar çizen, oldukça garip bir yolculuktu. “Geçtiği ülkelerdeki deneyimini sordum. Parmağıyla Bulgaristan'ı gösterirken, "korkunç bir yer, sokaklarda çok köpek var" dedi. Bulgaristan'da kendi başına yürüyordu, küçük köylerde insanlar üzerine köpeklerini salmışlardı. Bu sadece bir örnek. Eminim başka yerlerde de başına böyle şeyler gelmiştir. Yolculuk sırasında aldığı yaraları gösterdi. Ve sonra nihayet Calais'e geldiğinde, burada da ırkçılar ve polis tarafından uygulanan saldırılar devam etti. Manş’ı geçmeye çalışırken de ona “bu ülkeyi yok etmeye çalışan bir işgalci” olduğunu söylediler. Birkaç yıl önce Leeds'te Wakefield yakınlarında bir toplantıdaydım. Ofiste beni görmek ve sadece merhaba demek isteyen iki genç adam olduğunu söylediler. Ofise girdim. Oldukça şık giyimli iki genç adam ayağa kalktı, yanıma gelip elimi sıktı. Bana daha önce tanıştığımızı söylediler ama hatırlayamamıştım. “Calais'de bizim çadırımızı ziyaret etmiştiniz”  dediler. Şimdi burada okuyup çalışıyor ve katkıda bulunuyorlardı. Mültecilerin yaptığı bu. İnsana yakışmayan şekilde davranmayı ve onları işgalci olarak suçlamayı bırakalım. Avrupa’yı çevreleyen dikenli teller ve elektronik gözetleme kontrolü son derece kötü. Güvenli rotalar olmalı ama insanların sığınma talebinde bulunma nedenlerinin de anlaşılması gerekiyor. Afganistan’daki savaş, Irak, Suriye, Libya'daki savaş, Senegal'deki yoksulluk… Avrupa Komisyonu’ndaki tartışmalar güvenliği arttırmak ve insanların seyahat etmesini engellemek üzerine. Bunlar sorunu çözmüyor. Mesele mültecilere nasıl davranıyor olduğumuz, insanlığımız. Belki de 50 ya da 100 yıl sonra, Avrupa'da güvenlik arayanların cesareti hakkında kitaplar yazılacak. Kısa süre önce bana Ahmad'ın Hikayesi adında, kitap uzunluğunda bir şiir gönderdiler. Babası öldürülen, ailesi Taliban ve bölgesel diktatörlükler tarafından tehdit edilen birinin dilinde yazılmış bir şiir bu. Ahmad'ın Hikayesi. Dedesi Afganistan'dan kaçabilmesi için insan kaçakçılarına para ödemişti. Calais'e ve sonunda Britanya'ya tekneyle gitmek için bir yıl süren bir yolculuk yaptı. Şiirde, yol boyunca yaşadığı dehşeti anlatıyor. Bu kitap da yine bizim şiir antolojisini yayınlayan aynı yayınevi tarafından basıldı. Tüm gerçekleri anlatan güzel bir kitap olduğunu düşünüyorum. 

Kitabınızda Mahmoud Dervish’in “Kudüs'te” adındaki şiir hakkında “Şiir, bazı durumlarda, işgal ve baskı altındaki insanların kendilerini en iyi biçimde ifade edebilecekleri yol olabilir. Şiir, sözlü tarih aracı olarak, gizlenmek zorunda kalan gerçek duyguları aktarabilir ve direniş ile umut mesajları verebilir” diyorsunuz. BMGK’nin ateşkes ve Uluslararası Adalet Divanı'ndaki (UAD) İsrail'in soykırım davası hakkında ne düşünüyorsunuz? 30 binden fazla insanın ölümünden sonra bu karara varılması ne hissettiriyor? Filistin için hangi adımların atılması gerektiğini düşünüyorsunuz? 

Mahmoud Dervish bu şiiri yıllar önce, ölümünden kısa bir süre önce yazmıştı. 67 savaşı sonrası, İsrail’in işgal güçleri tarafından uygulanan giriş yasağının ardından Kudüs'e geri dönme arzusunu anlatır. Çok güçlü bir şiir. Filistin’in ve kendi yaşadıklarının güçlü bir imgesi. Nakba mağdurlarından biriydi. İsrail'e gitti, orada büyüdü, orada yaşıyordu. Yahudi bir kadınla uzun süren bir aşk yaşamıştı. FKÖ'ye katıldı, Moskova'ya gitti. Sonrasında İsrail'e girişi yasaklandı. Hayatı sürekli farklı yerlerde geçti ve müthiş şiirler yazdı. Ülkesinde ikonik bir figür olarak görülüyor. Filistin halkının adalet ve barış arayışını anlatan birçok şair var. Çatışmalar inanılmaz şiirler ortaya çıkarabiliyor. Birinci Dünya Savaşı'nın büyük şairleri, İrlandalı şairler, köle ticareti hakkında yazan şairler de çok iyi şiirler yazmışlardı. Apartheid'e karşı kampanya yürütenler de öyle. Şiirin, şu anda da çok güçlü bir mesaj olduğunu düşünüyorum. Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı'ndaki duruşmaya katıldım. Güney Afrika, Gazze'deki aktif soykırım için İsrail aleyhine dava açmıştı. Oldukça spesifik, çok iyi sunulmuş ve hukuki terimlerle oldukça iyi ifade edilmiş bir duruşmaydı. Uluslararası Adalet Divanı ara kararı verdi, ama İsrail bunu kabul etmeyi reddetti, ana kararı beklediğini söyledi. Ara karara uymadılar, ateşkes ilan etmediler. Gazze'nin işgaline ve Gazze’yi bombalamaya devam ettiler. Silah ticaretini durduracak, İsrail'in silahlandırılmasını durduracak uluslararası anlamda baskı oluşturmaya ihtiyaç var. Uzun vadede, kalıcı barışın sağlanması gerekiyor. Ve Barış, Gazze ve Batı Şeria'daki işgalin sona erdirilmesi ve mülteci kamplarında yaşayan yüz binlerce insan için adaletin sağlanmasıyla olabilir. 

Fotoğraf: AA

"Uzaktaki dostları selamlayamıyorsam, Sen benim elimsin, Fikirlerin yuvarlak masasında suçluların kim olduğunu söyleyemiyorsam, Sen benim sesimsin"... Bu dizeler, yine kitabınızda yer alan ve Cuban Five olarak bilinen beş kişiden biri, Antonio Guerrero Rodríguez tarafından yazılmış "Sen Varsın (Oğullarıma)" adlı şiirden. Len McCluskey, şiiri tanıtırken, uluslararası dayanışmadan ve dayanışmanın Cuban Five üyelerinin serbest bırakılmasında ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. Uluslararası dayanışma ağlarının şu anki durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Siyaset genelde iki yönde ilerler. Avrupa'nın her yerinde, tüm siyasi partilerin liderleri, "duyarlı" görünmek isteyerek ana akıma kayıyor ve aslında yoksulluğu, ayrımcılık ve bölünmeyi daha çok artıran, Ortodoks ekonomik önlemleri destekliyor. Hatta Sosyal Demokrat partilerin pek çoğu da bu fikri benimsiyor. Süper zenginleri yaratma fikrini benimseyip, geri kalanımızın da bundan faydalanacağına inanan damlama (trickle down) teorisine kapıldıklarını düşünüyorum. Fakat bununla beraber, yoksul insanlar arasında hızla artan bir öfke; düşük ücret seviyeleri, kalitesiz ve pahalı konut, eğitim ve sağlık hizmetlerinin yetersizliği karşısında hızla artan bir öfke var. Bu sorunların hiçbiri özelleştirme ve piyasa ekonomisiyle çözülmeyecek. Yalnızca müdahaleci ekonomi bu sorunlarla başa çıkabilir. Siyasi müzakere, hem işçi sendikalarındaki, hem de işsiz olan veya çalışamayan ve toplum içinde adalet ve iyilik görmek isteyen insanları bir araya getirebilir. Az önce, bir süredir yardım sistemi içinde olan ve gördüğü muamele karşısında intihara teşebbüs ettiğini anlatan bir konuşmacıyı dinledik. Anlattıkları inanılmaz derece etkileyici ve önemliydi. Diğer sendika çalışanlarının anlattıkları da yine aynı şekilde öyle. Bizim yaptığımız insanları bir araya getirmek. İnsanlar bir araya geldiklerinde daha güçlü hale geliyor, bugün burada, bu konferansta bir araya geliyor oluşumuz insanları güçlendiriyor. 

Çoğunluk için Şiir’den elde edilen gelir Barış ve Adalet Projesi'ne gidiyor. Projeyi biraz anlatır mısınız?

Barış ve Adalet Projesi, 2019 genel seçimlerinden sonra, insanların politik faaliyet ve politik düşünce ile dayanışma içinde harekete geçtiği, eleştirilere açık olduğumuz bir platform oluşturmak istediğim için kuruldu. Eleştirilerden biri çok fazla şey yapmaya çalıştığımız. Ama bununla gurur duyuyorum. Çünkü sendikalarla, örneğin fırıncılar sendikası gibi, sendika üyeliği kampanyalarında bir düzeyde çalışıyoruz. Az önce, Cornwall'dan harika bir konuşmacı vardı. Cornwall'daki büyük bir fırının sendika kampanyası üzerine konuştu. Cornwall'daki çok küçük bir kasabada bir toplantıya katılmıştım. Kasabada yıllardır ilk defa, 200 kişi, bir Cumartesi gecesi bir Pub'da sendika kampanyası için bir araya gelmişti. 


Bu çok önemli. Onlarla birlikte çalışıyoruz. Ayrıca uluslararası dayanışma konusunda da çalışmalar yapıyoruz. Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu ile birlikte çalışıyoruz. Laura Alvarez (Uluslarası Koordinatör) ile birlikte Meksika'da, bir dizi kampanyada çalıştık. Çalışmalarımız sonucunda ITF (Uluslararası Taşımacılık Federasyonu) ve Meksika hükümeti arasında sendika tanıma anlaşması elde ettik. Bu da ulaşım, otel ve catering sektörlerindeki insanlar için sendika üyeliği fırsatı olacağı anlamına geliyor. Turizm sektörü Meksika'da oldukça büyük ve önemli bir sektör. Bizim için gurur verici bir başarı oldu. Bunların yanısıra silah ticareti üzerine "Silahların Korkunç Öfkesi" adlı bir kitap üzerinde de çalışıyoruz, bu kitap Eylül'de, 14 Eylül'deki uluslararası konferansımızda çıkacak. Bugün düzenlediğimiz Beş Talep konferansı, herkesi kişiler etrafında değil; sol politikalar ve meseleler etrafında bir araya getirmenin bir yoludur. Bu beş talebin, toplumumuzda tüm politikacılara baskı noktası oluşturmasını istiyorum. Bugünkü konferans da bunu yapmak için, insanları bir araya getirebilmenin bir parçası. Barış ve Adalet Projesi’nde şu anda kayıtlı olan yaklaşık 60.000 kişi bulunuyor. Birçok kişi aylık bağışlarla katkıda bulunarak, ekonomik olarak ayakta kalmamızı sağlıyor. Sendika şubelerinden ve insanlardan destek alıyoruz. Ayrıca "Çoğunluk için Müzik" adında, konserler düzenlediğimiz kampanyalar da yapıyoruz. Canlı müzik mekanlarını da destekleyen "Ateşkes için Müzisyenler" gibi ülke genelinde onlarca konser düzenledik. Hem gençlerin ilgisini çekti hem de bilinmeyen gruplara da şans vermiş olduk. Belki çok fazla şey yapmaya çalışıyoruz ama bu iyi bir problem. Son iki yıldır geldiğimiz yerden çok memnunum.

Sanırım bu yüzden, bu tarz projeler yüzünden de gençler sizi seviyor.

Bu tür projelerle, insanların politikaya yaklaştığını ve birçok grubun şiir, resim, tiyatro ile geldiğini görüyoruz. Biz sadece onlara alan açıyoruz ve umarım ilham veriyoruzdur. 

“Jeremy Corbyn: Büyük Yalan” belgeseli, liderliğinizi baltalamak ve sizi İşçi Partisi’nden uzaklaştırmak için antisemitizm suçlamalarının kullanıldığını anlatıyordu. Bu suçlamalar hakkında ne düşünüyorsunuz? Yeni bir siyasi parti kurma planınız var mı?

Antisemitizm toplum içindeki bir zehirdir, İslamofobi de öyle. Irkçılığın her türü zehirdir. Irkçılıkta bir hiyerarşi yoktur. Labour Parti lideri olduğumda, partideki bazı insanların davranışlarıyla ilgili şikayetler konusunda oldukça yetersiz yürütülen bir süreç vardı. Bu süreçlerin yürütülmesini sağladım, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’nun raporunu kabul ettim. Parti içinde ırkçılığa karşı yürütülen her türlü tasarıyı destekliyorum. Ömrümü ırkçılığa karşı olarak geçirdim ve öyle de öleceğim. Bu arada, aslında kimse tarafından, doğrudan bir şekilde antisemit olarak suçlanmadım. Bana karşı yapılan suçlamalar her zaman ikinci elden, dolaylı suçlamalardı. Bu konudaki mücadeleme devam edeceğim. 

Ayrıca, Gazze'deki Filistin halkıyla dayanışma gösterilerinde çok sayıda Yahudinin bu gösterilere katıldığını, çok büyük bir Yahudi bloğunun bulunduğunu not etmek de önemli. Herkes gibi ırkçılığa karşı çıkıyorlar. Ve biliyorsunuz, Suella Braverman ve diğer İçişleri bakanlarının bu gösterileri nefret yürüyüşleri olarak tanımlamasına rağmen, bunlar sevgi ve dayanışma yürüyüşleridir. 32.000 kişinin öldürüldüğü bir durumda, hiç kimse 7 Ekim’de olanları, Gazze'nin bombalanmasını onaylamıyor. Öldürülen binlerce Filistinliyi geri getiremeyiz. Artık ateşkes ilan edilmeli ve silah ticaretine son verilmeli, Filistin halkı için adalet ve gelecek olmalı. Ülke genelinde bütün bu konularla ilgili kampanyalar yürütülüyor. Yaz sonuna dek daha fazla insanın Labour Parti liderliğinin ekonomik bir alternatif konusundaki eksikliğine karşı duracağını düşünüyorum. Savunma harcamalarının GSYİH'nın %2.5’i üzerine çıkarılmasını önerirken- ki bu dünyadaki en yüksek oranlardan biri- aynı zamanda da ulaşım sisteminin kamulaştırması için para olmadığını söylüyorlar. Hiç iyi görünmüyor. Bence savunma harcamalarını düşürmek ve barışı sağlamak konusunda görüşmeler olmalı. Savaşları müzakere yoluyla sonlandıracaksanız neden hemen şimdi, ateşkesle başlamıyorsunuz? Gazze'de, Ukrayna'da, Kongo'da ateşkes… Savaşların nedeni ortada; Kongo'daki maden şirketlerinin açgözlülüğü, silah üreticileri, Ukrayna ve Rusya'nın diyalog kuramaması. Herhangi bir çatışmanın her iki tarafına silah sağlamanın sorunu çözmediği açık. Barışı sağlamak konusunda kararlı davranılmalı.

Yeni bir parti kurma fikri hakkında yorum yapmak istemiyor musunuz? Bu konuda bir plan var mı?

Islington North milletvekili olmaktan gurur duyuyorum. Labour Parti’nin bana karşı yaptıklarından dolayı hayal kırıklığına uğradım ama Islington North için milletvekili olmaya devam edeceğim ve gelecek ne getirir göreceğiz.

George Galloway gibi bağımsız adayların başarısı, seçmenlerin büyük partilerin politikalarına alternatifler aradığını gösteriyor. Bağımsız adaylar konusunda ne düşünüyorsunuz? Mevcut siyasi iklim göz önünde bulundurulduğunda, sol kanattaki bağımsız milletvekilleri Britanya politikasının geleceğini şekillendirmede nasıl bir role sahip olacak? 

Politik tartışma, politik değişim ve demokrasi,  buradaki üç ana politik partinin benimsediği ekonomik dogmanın dar kalıplarına karşı alternatif sesler sunulduğunda  ancak sağlıklı olabilir. Bu dar kalıp kırılmalı, adalet ve umut getiren ekonomik bir dönüşüm olmalıdır. Bu ülkede yaşanan akıl sağlığı krizi, yalnızca tıbbi bir sorun değil; yoksulluk, stres ve baskının getirdiği bir kriz. Ciddi bir değişim olmalı. Gençlerin neden ömür boyu borç ve giderek düşen ücretlerle yaşamayı beklemesi gerekiyor? İşçi sınıfı neden yatırımsızlık, yoksulluk ve yetersiz kamu hizmetleriyle dolu bir geleceği beklemek zorunda? Bunların hiçbiri böyle olmak, böyle devam etmek zorunda değil. Bu yüzden, bugün buradayız.

"Neden Sosyalistiz" adında başka bir kitap projesi üzerinde çalıştığınızı duymuştum. Bu proje ne durumda?

"Neden Sosyalistiz" projesine başladık ve hala üzerinde çalışıyoruz. Bu projeyi nasıl geliştirebileceğimizi düşünüyoruz. Ancak şu an üzerinde çalıştığımız ana proje, "Silahların Korkunç Öfkesi" adlı kitap.

Ayrıca, bir de kendi kitabım üzerindeki çalışmalarımı tamamlamak üzereyim, Gelecek yıl çıkacak ve parti lideri olarak deneyimlerimin yanı sıra siyasi hayatım ve çalışmalarım hakkında olacak. Barış ve Adalet Projesi ve gelecekteki politikalar hakkında bazı fikirleri içerecek.

İçinden geçtiğimiz bu karanlık zamanlarda sosyalist olmak neden önemli?

Serbest piyasa kapitalizmi, her türlü kapitalizm, çevreyi yok etmekten, kazananlar ve kaybedenler yaratmaktan başka hiç bir işe yaramaz. İnsanlar doğaları gereği, birbirlerini desteklemek ve yardım etmek isteyen, topluluk içinde var olabilen varlıklardır. Bu yüzden sosyalizmin ilkesi, birbirinize gerçekten bakmak, yanından geçip gitmemektir. Sosyalizm, sahip olduklarımızı, dünyayı, doğal kaynakları korumak ve zenginliğin paylaşılmasını sağlamaktır. Bu da herkesin gerçekten güvende olabileceği, gıda ve eğitime sahip olabileceği, yaşayabileceği bir hayat sürebileceği anlamına gelir. Gerçek anlamda güvenlik, güvende olmak budur.