İkinci şiir kitabı ‘Daha Önce Ölmüş müydük?’ ile edebiyatseverlerin karşısına çıkan ödüllü şair Anıl Cihan, “Çok yaşasın, yerini yadırgayan şiir. Çok yaşasın yerini yadırgayıp, rahatsız olan halklar” şeklinde konuşuyor.

Çok yaşasın yerini yadırgayan şiir

Ulaş Tan Yurt

Şiirleri 2007’den bu yana sanat-edebiyat dergilerinde yayımlanan Şair Anıl Cihan, İthaki Yayınları etiketiyle çıkardığı ‘Daha Önce Ölmüş müydük?’ isimli ikinci şiir kitabını okurla buluşturdu. Toplumun dayattığı ve değişkenlik gösteren kodları şiir dili ve ironi ile bir araya getiren şair, şiirlerinde çağın en büyük deformasyon silahı olan hızı da çağ eleştirisi olarak yansıtıyor. ‘Daha Önce Ölmüş müydük?’ bir yanıyla yaşadığı coğrafyaya odaklanıp temeline insanı alıyor, diğer yanıyla da sınırların ötesinde yaşanan acıları görmezden gelmiyor. Cihan ile kitabını konuştuk.

Altı yıl aradan sonra ikinci kitabınız ‘Daha Önce Ölmüş müydük?’ selamladı bizleri. Kitabın ortaya çıkış serüveninden bahseder misiniz?
Yaklaşık olarak üç ile üç buçuk yıl arasına yayılan bir yazma sürecinden bahsedebilirim. Bunun yanında 2019 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü kapsamında ‘Dikkate Değer’ görülme safhasından sonra, küçük dokunuşlarla kitap formuna büründü “Daha Önce Ölmüş müydük?”. Her yaratım süreci, elbet kendi deneyimini ve heyecanını beraberinde getiriyor. Çalışma temposu, çalışma disiplini de cabası. Görünen ve şairi tarafından algılanan bireysel oluşlar, toplumsal alanda yaşanan gelişmeler, bu yaratım sürecinin bambaşka boyutu. Fakat son sözü yine şairin yaşamda/ dünyada aldığı konum ve olaylarla iletişime geçme biçimi doğrultusunda şiirine kattıkları söylüyor diyebilirim. Dil ile olan organik bağ şiirin kuvvetini belirliyor böylece.

‘Daha Önce Ölmüş müydük?” kitabıyla bize neyi göstermek istediniz? Ya da şiir gösterme aracı mıdır?
Şiir bir ‘gösterme’ aracı olmaktan öte, bize gösterilen ya da kabul ettirilmeye çalışılan ‘sıradanı’ başka bir boyuta taşıma ve kendi gerçekliğinin sınırlarını yıkma uğraşı/ alanıdır benim için. Veri olanın popülerliği genelde niteliksiz olana kapı aralarken, verili olanı dönüştürme, sınırlarında gedikler açma, argümanları ters yüz ederek, çitin dışına taşma ve yayılma işinin şiirin elindeki yegâne kuvvet olarak görmek sanırım yerinde olacaktır. “Daha Önce Ölmüş müydük?” kitabım ile geçmiş, şimdi ve gelecek arasında sıkıştırılan insana -tabi kendime de- başka türlü bakmak da mümkün düsturunu fısıldamak istedim. Umarım, amacıma ulaşabilmişimdir.

DURDUĞUM YER İNSAN TEMELLİ OLMAK ZORUNDA

Şiirlerinizin tarih ile sıkı bir bağı var, bu açık. Fakat bir o kadar çetrefilli. Tarihe baktığınızda gördüğünüz nedir?
İlk olarak, tarihe bir tarihçinin metoduyla eğilme düşüncesinden kendimi uzaklaştırmam gerektiği fikrini benimsedim. Tarih, verili olanın, yeniden yazılmış, şekil verilmiş olanın dışında kalanlardır. Elbette, her iktidar kendi projeleri, tasarladıkları, hedefleri doğrultusunda tarihi yeniden yazmıştır. Yazmaya da devam edecek gibi görünüyor. Bu noktada durduğum yer insan temelli olmak zorunda. İnsanı gözeten, yeri geldiğinde koruyan ve kollayan bir çıkış noktası. Geçmiş, şimdi ya da gelecek durduğum yer, toplumsal ya da bireysel olaylar da dâhil olmak üzere, insan.

“Anlasana ölmekten değil yerini yadırgamaktan korkar bir halk daima” dizeniz önemli. Peki, yerini yadırgayan şiir?
Sanatsal üretim, en başta yüksek dozda rahatsızlık ve bir o kadar da kabullenmeme ile başlıyor kanımca. Rahatsız olmak, rahatsız olunan şeye odaklanarak, bu bazen kendi ‘benimiz’ de olabilir tabi, onu yeniden ele alacak gücü kendimizde bulmak birinci öneme sahip. Hayatımızda yer eden, zihnimizin algılarına hasar vererek onları yeniden güncelleyen sanat yapıtlarını incelediğimizde, temelinde rahatsız edici yaratma dürtüsünün temel alındığı görülecektir. Çok yaşasın, yerini yadırgayan şiir. Çok yaşasın yerini yadırgayıp, rahatsız olan halklar.