İklim Zirvesi’nde bitiş çizgisi yaklaşırken “Yok fayda başka vah vah demekten, boşuna düşünme ne gelir elinden?” diyen Sinan Erkoç’a bir selam çakıp krizle ilgili elde ne var bir bakalım

COP21 Paris Anlaşması: Oyna da oyna kafana göre oyna

ARİF CEM GÜNDOĞAN - ETHEMCAN TURHAN - PARİS

Paris’te geçen haftadan bu yana devam eden iklim müzakerelerinde 11 Aralık itibari ile elimizde artık nihayete ermeye yakın bir anlaşma taslağı var. Taslak, büyük oranda parantezlerden (yani alternatiflerden) arındırıldı. Daha önceki yazılarda bu durumun en küçük ortak paydada buluşmak anlamına geleceği ve iklim krizinden en fazla etkilenecek kesimleri korumaktansa anlaşmanın içeriğini zayıflatacağını belirtmiştik. Son tahlilde ülkeler küresel ortalama sıcaklık artışını yüzyıl sonunda 2°C’nin çok daha altında dizginlemeye mümkünse de 1.5°C hedefini zorlamaya çalışacaklar. Ancak anlaşmanın içeriğine ve kurduğu mekanizmalara baktığımızda bu hedefleri yakalayabilecek bir momentum yaratması imkansız gözüküyor. Başka biçimde ifade edecek olursak bilim temelli, adil, eşitlikçi bir iklim politikası takip etmemenin faturası ziyadesiyle boş laf ve uzunca bir alışveriş listesi şeklinde bir anlaşma olacak. Bilim insanları, Paris Anlaşması’ndaki seragazı azaltım beyanlarının tamamının gerçekleştiğini varsayarsak bile dünyanın yüzyıl sonunda yaklaşık 3C derece daha sıcak olacağını ifade ediyor. Bu bağlamda ülkelerin iklim krizine cevap oluşturmakta iddialarını arttırması ve hedeflerini gözden geçirmesi şart. Öte yandan COP21 dönem başkanlığını yürüten Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un ittirmesiyle ortaya çıkan taslak metinde en azından 2020’ye dek hedef ve katkıların gözden geçirilmesi öngörülmüyor. Dahası uzun vadeli karbonsuzlaşma hedefinin taslak metinden çıkmasıyla ‘karbon nötr olma durumu’ gibi özellikle etkinliği kanıtlanmamış karbon tutma ve saklama (CCS) sistemleri ve mimli karbon piyasalarına dayanan muğlak bir dilin metne yerleştiği de söylenebilir. Yani aslına bakılırsa sermaye ile el ele veren büyük aktörler hiç bir şeyi değiştirmemek için her şeyi altüst etmeye niyetli.

İNSAN HAKLARI DIŞARI PİYASALAR İÇERİ
Her şey bir yana tam da 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde anlaşma metnindeki toplumsal cinsiyet eşitliği, gıda egemenliği ve insan haklarına yapılan vurgular çıkarılmış oldu. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin talep ettiği iklim finansmanı hakkındaki belirsizlikler devam ederken, kayıp ve zararlar için tazminat ödenmesi noktasında bir ilerleme yok. Anlaşmanın hukuken bağlayıcı olmayacağını zaten tahmin ediyorduk ama bu anlamıyla ‘herkesin kendi kafasına göre oynadığı’ gönüllü bir yaklaşım esas oldu. Paris Anlaşması, bu haliyle ülkelere adeta “oyna da oyna kafana göre oyna, oyna da oyna yakışır sana” diyor. Müzakerelerin yoğunlaştığı son iki günde Türkiye’nin başlangıçta takındığı savunmacı pozisyonu koruduğunu da gözlemleyebiliyoruz. Türkiye’nin iklim politikalarının belirlenmesi için ciddi ölçekte kamu kaynağı harcandığını da hatırladığımızda iki nokta öne çıkıyor: Türkiye bağlayıcı bir taahhüt altına girmeyeceğini fakat iklim finansmanına erişmek istediğini belirtiyor. Bu anlamda son tabloda daha önceden tanınmış olan “özel koşulları” anlaşmanın dipnotlarından çıkarılıp karar metninin içine yerleştirilse bile Belarus ve Ukrayna’yla ortak hareket etmenin ötesinde ortaya çıkan yeni koalisyonların dışında kalmış durumdayız. Öte yandan yeni rejimde olumlu bir gelişme olarak Türkiye’nin teknoloji ve kapasite geliştirme anlamında desteğe erişiminin olacağını belirtmekte fayda var. Yine de masaya iddialı bir azaltım hedefi koymayan Türkiye, bu taslak anlaşma metninden pek de memnun gözükmüyor.

Biraz da gerçekler acıdır diyelim: Ülkeler burada ne müzakere ederlerse etsinler küresel seragazı emisyonları 2020 itibariyle zirve yapıp, OECD üyeleri 2030 itibariyle diğer tüm ülkeler de 2050 itibariyle karbonsuzlaşmadığı durumda 1,5OC derece hedefine ulaşmamız mümkün değil. Dünyanın önde gelen bilim insanları tıkabasa dolu bir basın toplantısında özetle şunu söylediler: “Ulusal çıkarları bir yana bırakın, bu mesele küresel bir adalet meselesi ve bilim bize bütüncül bir dönüşümün sadece mümkün değil acilen gerekli olduğunu da söylüyor.” ABD’deki en zengin %1’lik kesim, dünyanın en fakir %1’lik kesiminden 2500 kat (hayır yanlış okumadınız) daha fazla sera gazı salımı yapmakta. Yani özetle herkes eşit değil ve problemde fazla payı olanın çözümde de o derece fazla sorumluluk alması gerekiyor. Paris bunu getirmeyecek. Lakin siz şarkının sözlerine sakın aldanmayın “dünyayı sen mi kurtaracaksın, acılara sen mi ilaç olacaksın?” diyenlere binlerce alternatifin olduğunu ve onların karanlık ve kavrulması kesin geleceğine mahkum olmadığımızı haykıranlar da var.

SARI ÇİZMELİ MEHMET AĞA BİR GÜN ÖDER HESABI
COP21’de “son sözü biz söyleriz” diyen hareketler, kent çapında D12 (12 Aralık) mobilizasyonu için hazırlanırken dün akşam alternatif zirve mekanı ZAC’da gerçekleşen Ticaret Sözleşmeleri ve İklim Krizi söyleşisi de farklı mücadeleleri birbirine bağladı. Küresel adalet hareketinden aktivistler ve yazar Naomi Klein’ın katıldığı etkinlikte özellikle Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) gibi gizli kapaklı üretilen serbest ticaret anlaşmalarının 195 ülkenin katılımıyla yürüyen iklim sözleşmesine baskın geldiği vurgusu yapıldı. Bir yandan sosyal hareketler iklim adaleti için yerelde enerji demokrasisini kurarken, diğer yanda ulus aşırı ağları birbirine bağlayarak iklim adaleti için Paris sonrası planlarını yapmaya devam ediyor. Buradan bakılınca son sözü kimin söyleyeceği ve hesabın kime kesileceği bu haftasonu belli olacak gibi duruyor.