Cosa mentale!

New York Post dedikodu sütunlarına göre; Henri Cartier-Bresson bir gece elinde Leica’sı en gözde caz kulüplerinden Dixieland’de masaların arasında dolaştığı sırada klarnetçi Dukes, diğer müzisyenlerden birinin kulağına eğilerek şöyle demişti: “Louis (Amstrong) bizim için neyse, şu kedi de fotoğraf için o demek.”

Bu satırlar A. Tufan Palalı’nın ‘Fotoğraf, Zihinsel Şey.. Bir Henri Cartier-Bresson Kavrayışı” adlı kitabından... Yazar, Cartier-Bresson’un görme kavrayışındaki yetkinliğin kaynaklarını bulmak için: bir yandan fotoğrafçının yazıları, söyleşileri ve ‘Karar Anı’ kitabından yola çıkarken aynı zamanda George Braque tarafından HCB’na hediye edilen ve usta fotoğrafçının otobiyografilerinde “fotoğraf çekme klavuzum,” dediği Herrigel’in ‘Okçuluk Sanatında Zen’ adlı kitabıyla paralel okumalar yapmış.

Karşılaştırmalar ilginç. Uyanma (satori), bakış açısı, boşluk, benlik, bilinç dışı, zihinsel bütünleşme, tutku, amaçlılık, karar ânı, doğru ân, ânı aşmak vb. gibi kavramların iki farklı (fotoğraf ve okçuluk) disiplindeki felsefik yakınlaşmaları karşılaştırmış, okumaya değer.

Örneğin ‘Tutku’ bölümünde şöyle bir başlangıç var:

»Çok ama çok istekli olmanız size engel oluşturuyor; sabretmeyi öğrenmelisiniz.

»Peki nasıl başlayacağım?

»Kendinizden kurtulmakla.

Ya da ‘Amaçlılık’ bölümünde: Japonların okçuluğu; batıdaki gibi kazanmayı hedef edinen bir spor ya da gösterişe yönelik beceri kazanma değil; sonunda okçunun kendine nişan alıp, kendini de vurduğu içe yönelik bir yaklaşım olarak anlatılıyor. Bir çeşit kendini keşfetme gibi. Cartier-Bresson da fotoğraf için “...her zaman özgün olma çabasını kanıtlamak değildir mesele, (...)” der. Bir başka zaman; “Öncesinde düşünülebilir ama çekim sırasında değil.”

Yayı gererken ya da deklanşöre basarken ‘amacın’ devreye girmesi sihri bozuyor. Öncesinde evet, ama o ân amaçsızlık önemli. Amaç güdülmez, yarar beklenmez! Çalışmak önemli. Çalışa çalışa didişme hali kaybolur ve amaçsızlık tıpkı kiraz çiçeklerinin dökülüşü gibi ansızın ve kendiliğinden çıkagelir.

James Joyce, Ulysses’in son sayfasının son satırında bu konuda daha doğru bir açıklama yapar: “... ve kalbi deli gibi atıyordu ve evet, evet dedim.”

Uzak Doğu sanatlarında, yay ve kılıç, ‘ulaşmak için bedenle uyum içinde kullanılması gereken araçlar’ olarak kabul görürken, Cartier-Bresson da fotoğrafçıların kutsal bir alet olarak gördükleri makineleri için:

“İnsanlar sadece kullandıkları aletler hakkında konuşuyorlar, ancak onlarla neler yapabileceklerinden bahsetmiyorlar. İşimiz, ‘not defterimiz’ olan makinemiz yardımıyla gerçeği gözlemlemekten ibarettir. (...) Fotoğraf makinesi olayların nedenlerini açıklamak için uygun bir araç değildir. O olayları görüntülemek için yapılmıştır. (...)” derken enstrumanların fetiş nesnesi haline getirip arkasında kalmaktan bahsediyor.

Kitapta küçük diy aloglar da var; örneğin, Cartier-Bresson’a, bir ara sürrealizme yoğunlaştığı ve hakkında Amerikan basınında yazılar çıktığı zaman arkadaşı Robert Capa’nın tavsiyesileri yazılı;

“Etiketlerden kaçın, insanlar onları üstüne yapıştırır ve sen de bir daha onlardan kurtulamazsın. Senin etiketin de ‘küçük sürrealist fotoğrafçı!’ olacak... Değerin artacak, yapmacık olmaya başlayacaksın ve kaybolacaksın. Kendi yolunda devam et, ama fotojurnalist (foto muhabiri) etiketiyle, gerisini kalbinin derinliklerine sakla.”

Ara Güler’in: “En iyi daktiloyu alsam, en iyi romanı mı yazacaksın,” dediği gibi, kitabın ‘Tekniğe Boğulmak” bölümünde; Nasıl ki Zen düşüncesinde gerçek usta okçunun, ok ve yaya gereksinmesi yoksa; usta fotoğrafçının kameraya gereksinimi yoktur, diye değinilir. Önemli olan bakmak, görmek ve vurma ânının yoğunluğudur, derinliğidir.

Assouline’in, Budapeşte Müzesi’nde çektiği hatıra fotoğraflarının teknik kazaya kurban gittiğini söylediğinde, yüzü aydınlanan Cartier-Bresson şöyle karşılık vermiş: “Ne olacak canım!.. Bütün bunlar, cosa mentale’ (zihinsel şey). Makinesiz fotoğraf bir harika; her şey kafanın içinde ve sonsuza dek nakşoldu, hıı?” (öyle değil mi, anlamında)