Anneler delirebilir, babalar gittikçe sararabilir ama kardeşler ölmemelidir

Çukur: Selim ve ağabeylerin halklılığı

> NİLÜFER ALTUNKAYA @nilaltunkaya

Sarı bir adamdı babamız. Tütün sarısı. Hep aynı koyuluklarda gezen. Taşı sıksa suyunu çıkaramaz, ekmeğini taştan çıkarır.

Akşamlarımız vardı, sabahlarımız, kuşluk vakitlerimiz sonra. Ölümün kıyısında korkmadan yaşamayı başarırdı herkes.
Mesela atmışsın sağ ayağını evden sokağa, tam o an bir yürek burkulması hissedip düşüverirsin oracığa. Bundan korkmaz kimse, bir ben korkarım. İnsan evinin kapısında yığılıp kalmamalı. Babama söylerim içimden “bir daha bana bunu yapma,” derim. Bir kriz daha geçirip kucağıma ölü ölü düşersen nasıl bakarım senin yüzüne. “Baba bana bunu sakın yapma,” derim içimden.

Annemin yaşamasından korkmadığım gibi ölmesinden de korkmam. O ölse bile Ayfer var ocağımızı tüttürecek. Sıcak aşımızı önümüze koyan, evin işine koşuşturan hep o zaten. Annem bizi masallarla avutmak için var. Birden bire ölemez bu yüzden. Mesela birden bire ölecek olsa delirmeden önce ölürdü.

Senin de delirmene razıydım. O aklının almadıkları, yüreğine sığdıramadıkların içinde kabarıp seni kıyılardan ötelere savurdukça. Dalgalar çekilince yüreğinden bozguna uğramış gibi kıyılara vurdukça. Her uzaklığına razıydım geri döndüğün sürece.

Anneler delirebilir, babalar gittikçe sararabilir ama kardeşler ölmemelidir. Ölmediğini de bir tek ben biliyorum. Belki bir rüyaya dönüştün. Korkularımıza karıştın.

Sis çöktü, çiğ düştü, ovanın ıssızlığına aktı nehirler. Daha memleketteyken dağına taşına kurduna kuşuna aşina olduğumuz o tepeleri aşıp, otlağa götürürken sürüyü, hiç aklıma gelmeyen sorular sorardın. O yaşta bile kafan karışıktı senin. Bir çalımlı haller, bir büyüklenmeler,,,

“Allah nerde?” derdin. “Madem onlar bizi her yerde görüyor, biz cinleri neden göremiyoruz?” derdin. “Günah, sorma bunları” derdim. Susardık dereye kadar.

Kısa cümlelerimiz, uzun yorgunluklarımızdı bizim kardeşliğimiz. Buna halkların kardeşliği diyebiliriz.
Akşamlarımız vardı, sabahlarımız, kuşluk vakitlerimiz sonra.

Bir dalgınlığa dönüştün. Soruların bitti birden bire. Her şeyi anlar gibi durgunlaştın
“Tezgahlarda çürümeyeceksin sen benim gibi, ben çalışıcam, sen okuyacaksın.” derdim. Duyar mıydın beni?
Sen bir ışıktın Salih. İçim öyle karanlıktı.

Pazardan ilk tezgahımızın yerini satın aldığımız gün babam nasıl da başka bir adam oldu. Sesinde kuşlar,,, uzun uzun planlar yaptık. Umutlandık. Artık sırtımız yere gelmez dedik.

Bende bir serinlik gibiydi senin artık bir delikanlı oluşun. Sanki bunca yoksulluğa bir zenginlikten gelmiş gibiydiniz, sen kardeşim Salih ve can parçam kızım İpek.

İşlerimizin yolunda gidişi bu yüzdendi. Babamın kalbine yenik düşmeyişi. Gelecek güzel günlerimiz varsa sizin sayenizdeydi.

“Abi bana bir saz alsana.” dediğinde ilk kez benden bir şey istedin diye nasıl da sevinmiştim.

Babam gibi olamadım ben. Oturuşum dik, yürüyüşüm sağlam olmadı hiç. Kararsız, gücenik kahverengiydim hep. Bazen çok konuştum, bazen çok sustum. Çalışkanlığımdan başka avunulacak neyim vardı? Yok üstüne yok koydum.
Kendimi bildim bileli senin ağabeyinim. Sünnet olurken ağlamadım bu yüzden, göz ucumla sana baktım, cesaretimi gör diye. Babamın yoğun bakımdan çıkışını beklerken kendimden emin durdum, sen merdivene çöküp ağladın diye. İçimde hep senden bana akan bir şeyler oldu. Kokladım, öptüm saçlarını sen uyurken. Bana gülmeyen kader sana gülsün istedim. Buna ağabeylerin halklılığı diyebiliriz.

Sen sadece gitmek istedin, defin kağıdını bana verdiler.

Sen sadece,,,

Canı çekilmiş yüzüne bakamadım.

Ama çukura senden önce indim. Seni toprağa ben kattım.