“Sevdanın öldüğünü siz hâlâ görmediniz mi?” Aşk, Füruzan edebiyatının en yerleşik motiflerinden biridir kuşkusuz. 47’liler, Gecenin Öteki Yüzü, Gül Mevsimidir… Füruzan’ı okurken, çocukluğumdan beri hayatta kalmak için yegâne sebebim olan aşka yeniden inanıyorum…

“Dağların dorukları hep karlıdır”

Ulaş Bager Aldemir

Füruzan’ın Kuşatma adlı kitabı, 1972’de, Bilgi Yayınevi’nden çıkmıştı. Kısa bir süre önce bu eserin ilk baskısını edindim. Kitaptaki ilk öykü olan “Tokat Bir Bağ İçinde” beni çok etkiledi.

Füruzan’ın öykülerinde toplumsal sorunların evrensel bir duyarlılıkla kuşatıldığını söyleyebiliriz. Yazar tavır almıştır ama edebiyattan asla taviz vermez. Çünkü sonu gelmez izlenimi uyandıran bütün toplumsal sorunlar tarihseldir. Oysa sanat, zamana ve mekâna meydan okuyan kalıcı bir yaşantıdır. Bu yüzden de yazar, estetiği önceler. Estetiğin ne olduğu ise bütün kuramsal tartışmalardan sonra etrafı saran sessizlikte gizlidir. Kısacası sanat, afalladığımız yerde kendini gösterir.


Sanatın daha çok sezgisel bir yaşantı olması, esere nüfuz eden entelektüel birikimin tartışılamayacağı anlamına gelmez. Bilmemiz gereken tek şey, eseri tartışarak tüketemeyeceğimizdir. Özellikle şiir söz konusu olduğunda bu durum ayyuka çıkar. Çünkü –“bülbülü eti için öldürmek” gibi bir gaflete düşülmezse şayet- şiirden geriye tartışılacak çok az şey kalır.

Füruzan’ın çoğu eserinde olduğu gibi “Tokat Bir Bağ İçinde” adlı öyküsünde de şiirsel bir lezzet vardır. Yani bu öyküden geriye tartışılacak çok az şey kalmıştır. Ama kalanlar yine de bir dünya kadardır.

Bu öyküde içimizi bir uçtan bir uca kaplayan hüzün duygusuna sınıfsal ve cinsel çelişkiler, yabancılaşma, başkaldırı ve gibi bir dizi toplumsal motif eşlik eder. Yazar, daha öykünün ilk satırlarından itibaren insanî bir dünya kurmuştur ve bellek, her zaman olduğu gibi yine yürürlüktedir. İçindeki sızıyı anlatan burjuva bir kadın olsa da, öykü ilerledikçe açılacak mesafeyi hiç hissetmeden, biz de o günleri hatırlarız: “Bunları bir gece sana uzun uzun anlatmıştım. Yine durgun ama suçlamaz bakışlarınla dinlemiştin. Benden, ordakilerden daha çoğunun beklenmeyeceğini bilmenden gelen bir hoşgörüydü dinlemen. Çocukluğumdan kalan kapalı kapıların ardında mayalanıp durmuş anılarımı, nasıl da anlatmıştım coşkuyla… Bir kıyı meyhanesindeydik. Onca kalabalığın içinde tekliğini koruyordun. Herkes içkili, gevşekti… Kolay çağrışımlı duyarlıklarının tadını çıkarıyorlardı. Sade ve akıllıydın, hep ilk gördüğüm günkü gibi. Nerden deşilmiştim sana doğru?”

daglarin-doruklari-hep-karlidir-1036470-1.



Öte yandan çocukluk, dünyanın içimize sızarak açtığı kapanmayan bir yara gibidir ve uzaklığı köşelere çekilmiş bir eşya, burjuva kadına çocukluğunu hatırlatır: “Benim içimde; arada öne geçen, eskiden kalmış, işlemiş bir sancı yok mu sanıyorsun? Ucuza alınmış bir tahta oyuncaktır bu. Bana değil de evdeki hizmetçilerden birine armağan alınmıştı, kapıdan. Hani o kent çerçileri vardır ya, onlardan. Apartman kapıcılarından çok korkarlar. Kapıcılar hoş görmedikçe çığırtkanlıklarını sürdüremezler. Üstelik biz sahibi olduğumuzdan apartmanın en çok bize yaranmak zorunda olan kapıcısını annem uyarmıştı. “Bayram üstüdür, uğrasın yukarı,” diye. Düz, rendelenmiş, hiç kıymıklanacak yeri olmayan bir yuvarlak kayıktı. Bayrak direği yaldızla parlatılmıştı. Belki de soba borusu yaldızıydı. Ellerime çıkmıştı hep. Çiçekli basmadan, yumuşak, üçgen bir bayrağı vardı. Onu, ağlayarak, dövünerek zorla almıştım ellerinden. Alışmadığım, bilmediğim bir şeyi getirmişti o bana.”

Burjuva kadının can çekişmesi gitgide bir bencilliğe bürünür. Uygarlığın iğreti bir süse dönüştüğü ve aşksız ilişkilerin hüküm sürdüğü cemiyet hayatını yerleşmemiş bir çabayla savunan burjuva kadın, yalnızdır. Bu yüzden de, “dayanıklı şeylerin görüldüğü” bir çevreden gelen genç kadına özlem duyar ve ondan ayrılmak istemez: “Gitme. Biraz daha kal. Bana doğduğun ilçeyi anlat.”

Genç kadının geçmişinde, “kalabalık evlerin bitmez savrukluğu, canlılığı” vardır: “Ben taslak halinde, köksüz sapsız uygarlık özentilerinin oynandığı bir evden gelmedim. Tahtaları ovulmuş odaların, saka kuşlarının kaynaştığı bahçelere açılan, çekmeli pencerelerin, sarnıçlara yaz sıcağında bırakılmış gevrek karpuzların, sert kışların oluşturduğu bir evdi orası.” Günümüzdeki bazı lümpen solcuların, karikatürize bir komünizmle aile kavramına saldırmalarına karşın Füruzan, sevgisizliğe alıştırılmamış çocuklarla arkadaşlık eder. Öyle ki sosyalizm, bütün yoksulluğuna rağmen kurulan o kalabalık sofraları andırır. Dolayısıyla yazar, hesabı sonuna kadar verilmiş devrimci bir duyarlılıkla yazmıştır bu öyküyü.

“Sevdanın öldüğünü siz hâlâ görmediniz mi?” Aşk, Füruzan edebiyatının en yerleşik motiflerinden biridir kuşkusuz. 47’liler, Gecenin Öteki Yüzü, Gül Mevsimidir… Füruzan’ı okurken, çocukluğumdan beri hayatta kalmak için yegâne sebebim olan aşka yeniden inanıyorum…

Peki, “İnsan yalnızdır” düşüncesi Füruzan için ne ifade eder? Varoluşçu düşünürlere göre hayat beyhude bir çabadır, çünkü insan yalnızlığa mahkûmdur. Bana kalırsa Füruzan’ın öykülerinde, “İnsan yalnızdır” düşüncesine meydan okunsa da, bu son kertede toplumsal bir tavırdır. Dolayısıyla Füruzan da tıpkı varoluşçu düşünürler gibi, hayatın telafi edilemeyeceğinin bilincindedir. Hüzün duygusu değil midir onun da öykülerini bir uçtan bir uca kaplayan? Ama o, insanı bencil öz çıkara indirgeyen burjuva liberalizmini reddeder. Yalnızlığımız içerlek olsa da toplumsal hayat kuşkusuz ki müşterektir ve bu yüzden de başka bir dünya mümkündür. Öyle ki bir zaman sonra, burjuva kadının yalnızlığını sorgulamaya başlarız. Oysa genç kadının geçmişinde, gülüşleri dünyaları dolduran arkadaşlar vardır. O arkadaşlar ki, yoklukları öykünün yazıldığı tarihten bir sene sonra, Türkiye’yi denizleri koparılmış bir ülkeye dönüştürecektir: “Canlı, sıcak, aydınlık çocuklardı. Nerde peki onlar? Büyük Türkiye haritasının asılı durduğu dalga dalga badanası kirli, tabanı ahşap sınıfımızın gürültüsü, gerçeği olan arkadaşlarım. Kırdılar sizleri, ezmeye kalktılar, ezdiler de…”

“Tokat Bir Bağ İçinde”, günü saat on birde, on ikide yaşamaya başlayanlara karşın, denize henüz daha şafak sökmeden açılanların öyküsüdür. Kuşatmayı da elbet onlar yaracaktır.