“Mutlaka izlemeliyim” diye çıktığı haberde, gözaltına alınarak polisler tarafından öldürülen Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe...

“Mutlaka izlemeliyim” diye çıktığı haberde, gözaltına alınarak polisler tarafından öldürülen Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe, 16. ölüm yıl dönümünde mezarı başında anıldı. Evrensel İstanbul Haber Merkezi’nin haberine göre anma toplantısı şöyle gerçekleşti:

Anma öncesi Atışalanı Köprüsü’nde buluşan Emek Partisi üyeleri, “Evrensel yazıyor, Metin yaşıyor”, “İnadına hepimiz birer Metiniz”, “Tutuklu gazeteciler serbest bırakılsın” sloganlarıyla Atışalanı Kemer Mezarlığına yürüdü. Metin’in annesi Fadime Göktepe ile tutuklu Gazeteci Ahmet Şık’ın resminin taşındığı yürüyüşte, tutuklu gazetecilere destek veren dövizler taşındı. Mezarlıktaki anmaya, Metin’in Annesi Fadime Göktepe, tutuklu Gazeteci Ahmet Şık’ın eşi Yonca Verdioğlu, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Eksik Genel Başkanı Nail Güreli, TGC Genel Sekreteri Turgay Olcayto, Toplumsal Bellek Platformundan Ümit Kaftancıoğlu’nun gelini Canan Kaftancıoğlu, Abdi İpekçi’nin Kızı Nuket Duru İpekçi, Hasan Ocak’ın kardeşi Meside Ocak, gazetemiz yazarı, Nazım Alpman, ANGA’dan (Ahmet Şık ve Nedim Şener’in Gazeteci Arkadaşları) Alper Turgut, Elif Yılmaz, İsmail Saymaz, Gökhan Tan, Nevzat Eronat,  Emek Partisi Genel Başkanı Selma Gürkan, CHP İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı ve Emek Partisi İstanbul İl Örgütü yönetici ve üyeleri katıldı.

SORUMLULUKLARIMIZ DAHA DA ARTTI

Metin’in mezarına karanfiller koyan katılımcılar daha sonara Metin Göktepe ile Van depreminde Bayram Oteli enkazında can veren gazeteciler Cem Emir ve Sebahattin Yılmaz anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulundu. Daha sonra söz alan Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İhsan Çaralan, 16 yıldır her Metin anmasında, ‘Şimdi daha fazla Metin olma zamanıdır’ dediklerini hatırlattı. “Metin Göktepe gazeteciliğinin ‘gerçek uğruna mücadele eden gazeteci’ olduğunu hep yeniden hatırlattık. Çünkü her yıl gazeteciye daha fazla sorumluluk yükledi” diyen Çaralan, 1996 yılından bu yana iktidar olan her hükümetin basın özgürlüğünü sağladıklarını, son olarak da ileri demokrasiye ulaştıklarını söylediklerini dile getirdi. Ancak gerçeklerin hiç de öyle olmadığını, her geçen yıl basın özgürlüğünün daha fazla ayaklar altına alındığını vurgulayan Çaralan, özellikle bu yıl baskıların en fazla yaşandığı dönem olduğunu ifade etti. Cuntalar döneminde bile 36 gazetecinin aynı anda tutuklandığına şahit olunmadığını söyleyen Çaralan, bugün gazete patronlarının bile istediği gazetecileri çalıştıramadıklarına dikkat çekti. “16 yıldır tekrarladığımız sözü yine tekrarlamak zorundayız” diyen Çaralan, “Bugün daha çok Metin olmalıyız. Bugün Metin’in gazeteciliğine daha fazla ihtiyacımız var” diye konuştu.

“TAYYİP’E BAĞIRIYORUM”

Daha sonra söz alan Fadime Göktepe, “Metin öleli 16 sene oluyor, hepiniz benim için Metinsiniz. Metinler ölmez dolu Metinler. Ben şimdi  Tayyip’e bağırıyorum: Cezaevindeki çocuklarımızı bırakın, yürüyüş yapacağız, her gün beraber olacağız birlik olacağız, onların hepsi benim için Metin” diye konuştu.

'GERÇEK FAİLLERİ ORTAYA ÇIKARIN'

Toplumsal Bellek Platformu aileleri adına konuşan Canan Kaftancıoğlu, "Sevgili Metin geniş ailen olarak bugün bir kez daha buradayız. Sana güzel haberler vermek isterdik ama geçen bir yılda ne yazık ki sana verebileceğimiz güzel bir haberimiz olmadı. Metin Göktepe ve benzeri cinayetler insanlığa karşı işlenmiş suçlardır. Bu suçlarda zaman aşımı olmaz. Bu suçların arkasındaki tetikçileri değil gerçek failleri ortaya çıkarın” diye konuştu.

Daha sonra söz Emek Partisi Genel Başkanı Selma Gürkan, 2012’e savaş politikalarının gölgesinde girildiğini hatırlattı. Uludere’de yaşanan katliamın ardından basının önemli bir bölümünün sessiz kalmasına tepki gösteren Gürkan, Metin Göktepe Gazeteciliğinin önemine vurgu yaptı. Gazetecilerin öldürüldüğünü, gazetelerin bombalandığına, kapatıldığına şahitlik ettiklerini söyleyen Gürkan, bugün ise bir çok gazetecinin tutuklandığını ifade etti. “Ya Metin Göktepe’nin gazeteciliğini tercih edeceğiz ya da diğerini” diyen Gürkan, bugün gerçekleri yazan, halkın haber alma hakkına sahip çıkan gazetecilere ihtiyaç olduğunu ifade etti.

MÜCADELE EDİNCE YENİLECEKLER

Metinler merhaba diye konuşmasına başlayan Gazeteci Nail Güreli ise, Metin’in katillerinin ortaya çıkmasında genç gazetecilerin verdiği mücadelenin önemine dikkat çekti. Dün gazetecileri öldürerek susturanların bugün tutukladığına dikkat çeken Güreli, ama gerçekleri yazan gazetecilerin baskılara boyun eğmeyeceğini söyledi. Gazetecilerin örgütlenmesine dikkat çeken Güreli, “Baskılar karşısında örgütlü mücadele edildiği zaman bu Hükümetin geri adım attığını gördük. Bunu başarabiliriz” diye konuştu.

METİN, DİRENİŞ NOKTAMIZ

Gazetemiz yazarı Nazım Alpman ise Silivri Cezaevi’nde tutulan Ahmet Şık’ın Metin Göktepe’in yakın arkadaşı olduğunu dile getirdi. Metin’i öldürenlerin,  Ahmet Şık’ı tutuklayarak susturduğuna dikkat çeken Alpman, “Metin’e dokunup Ahmet’e ulaşacağız, Metin bizim direniş noktamız” diye konuştu. Anma Metin Göktepe’yi tanıyanların konuşmaların ardından sona erdi.

 

 

Tutuklu gazete inadına yazıyooor!

 

Tutuklu Gazete’nin ikinci sayısı yarın çıkıyor. “Terörist değil gazeteciyiz” manşetiyle yayımlanacak olan gazete, Aydınlık, BirGün ve Evrensel gazetelerinin eki olarak 10 Ocak Salı günü tüm bayilerde okuyucuyla buluşacak. Haftalık Atılım gazetesi de 14 Ocak’ta yayımlanacak sayısında Tutuklu Gazete’yi ek olarak dağıtacak.

SUZAN ZENGİN UNUTULMADI

Tutuklu Gazete’nin ikinci sayısı, cezaevindeki 43 gazeteci ile yeni tahliye olan iki gazeteci ve iki konuk yazarın gönderdiği yazılarla 16 sayfa olarak hazırlandı. Siyah beyaz yayımlanan gazetenin ikinci sayısında cezaevlerinden gönderilen karikatürler de yer alıyor. Tutuklu Gazete’nin ikinci sayısına konuk yazar olarak Nevin Berktaş ve Ece Temelkuran yazılarını gönderdi. Cezaevinden tahliye olduktan sonra geçirdiği kalp ameliyatının ardından yaşamını yitiren Suzan Zengin’in anısına da gazetede bir köşe ayrıldı.

GENİŞ YAZAR KADROSU

100 binden fazla basılıp dağıtılacak olan Tutuklu Gazete’nin ikinci sayısında “genişleyen yazar kadrosu” şunları yazıyor:

Ragıp Zarakolu: “Dışarıda olmanın yükünü taşıyamazdım artık. Burada daha özgürüm!”

Nevin Berktaş: “Toplumun tüm kesimleriyle savaşa karşı mücadeleyi birleştirme ve özgürlükler için savaşı örgütleme büyük önem kazanmaktadır. Düşünce özgürlüğü için mücadeleyi de bu kapsamın dışında ele alamayız”

Ece Temelkuran: “Siz ne zaman bu kadar profesyonel zalimler oldunuz? Ben buradayım arkadaş! Sen neredesin”

Doğan Yurdakul’dan “otosansürcüye tüyolar”: “Neye dokunmazsak yanmayız? Yolsuzluk, rüşvet, Pensilvanya, fener, deniz, yumurta, Hopa tıraşı, kolon, rektum, …”

Mustafa Balbay: Doğayı yok eden beyaz adamın her yeri “insan kokusuyla” doldurduğunu söyleyen Kızılderili Reis’in sözlerinden yola çıkarak; “Türkiye’de her yer iktidar kokusuyla dolmaktadır…”

Nedim Şener: “Ben özgürsem, sen özgürsen, hepimiz özgür oluruz; yoksa hepimiz tutsak…”

Müyesser Yıldız: Özelleştirilen adaletin 1919, 1960 ve günümüzdeki tiyatro sahnelerinden kesitler...

Ahmet Şık: “Muhalif gazetecilere, öğrencilere, akademisyenlere, yayıncılara, Kürtlere, sosyalistlere varış noktası hapishaneler olan “tehcir” uygulanıyor.”

Soner Yalçın: Tecrit altında bile kimsenin görmediği koğuş arkadaşlarıyla sohbetlerindeki sır…

Barış Pehlivan’dan 100 yıl sonrasının gazetecilerine mektup: “Senin zamanında da meslektaşlarının tutuklanması, özgürlüğünden mahrum kalması için çırpınan; yalanlarla muhbirlik yapan sözde gazeteciler var mı?”

Türkiye’nin “Vahşi Batı” yıllarını yazan Hikmet Çiçek: “ ‘Suçumuzu’ biliyoruz: AKP’nin temsil ettiği faşist diktatörlüğe karşı olmak.”

Silivri Toplama Kampı’ndan yazan Turhan Özlü: “Tüm meslektaşlarımızı TGS’ye üye olmaya çağırıyoruz.”

Tuncay Özkan: “Ben gazeteci değilmişim iktidara göre! Zırva tevil götürmez.”

Erol Zavar: “Bandrollü yasal kitaplar, dergiler, kapüşonlu gocuk, poşu, plastik bayrak sopası ve daha onlarca şey delil diye dosyalara konuluyor. Silahsız terör örgütü gibi absürt bir tanım yasal literatüre sokuluyor.”

Erdal Süsem: “Hür düşünceli bir gazeteci ve yazar olmanın rüştü, mahkemelerin ve kodesin yolunu arşınlamanıza bağlıdır.

Hüseyin Deniz: “Bizler daha büyük ve derin suskunlukları yaratmak için seçildik.”

Ömer Çelik, gözaltındayken, “sohbet aşkıyla tutuşan ekiplerin ‘bireysel davranmayı düşünür müsünüz?’ diyerek yaptıkları espiyonaj tekliflerini” yazıyor…

Çağdaş Kaplan: “Bu ülkede gerçekleri açığa çıkarmak  isteyen gazeteciler ‘örgüt üyesi’ ise gerçek gazeteciler kim?”

Murat İlhan’ın Kürtçe yazısı da Tutuklu Gazete’de… BirGün

 

 

NEWSWEEK BAŞBUĞ’UN TUTUKLANMASINI YORUMLADI:

 

Erdoğan, eski düşmanlarının

otoriter taktiklerini benimsiyor

 

Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un tutuklanmasının yurtdışındaki yankıları sürüyor. Newsweek dergisince yayımlanan bir analizde tutuklanma, "büyüyen sivil güce vurgu yapan", sivil hükümet ile ordu arasındaki “kavgada dramatik bir tırmanma” olarak yorumlanırken “Erdoğan, Türkiye’yi daha demokratik hale getirdiğini iddia etse de şimdi eski düşmanlarının otoriter taktiklerini onlara karşı kullanıyor gibi görünüyor” ifadeleri kullanıldı.

Newsweek dergisi, “General Başbuğ’un tutuklanması Türkiye’de büyüyen sivil güce vurgu yapıyor” başlıklı bir analizinde “Eski komutanın tutuklanması, Başbakan Erdoğan’ın bir zamanlar hakim olan ordunun gücünü sınırlandırmaktan otoriter taktikleri benimseme pozisyonuna kaymasına vurgu yapıyor” görüşü öne sürüldü.

“BİRÇOK TÜRK ÖDEŞME OLARAK GÖRÜYOR”

Orgeneral Başbuğ’un tutuklanmasının “sivil hükümeti ve bir zamanlar güçlü ordu arasındaki kavgada dramatik bir tırmanma” oluşturduğu görüşünü de dile getiren dergi, hükümetin, savcıların, emirlerine göre hareket etmediklerini söylediğini ancak son üç yılda yüzlerce subay ve gazetecinin tutuklandığını belirterek birçok Türk’ün soruşturmaları, “katı laiklerin siyasi İslamilere yıllarca uyguladıkları baskılar için ödeşme” olarak gördüğünü yazdı.

“SUÇLAMALARIN ÖZÜ ZAYIF”

ABD’li dergi, Owen Matthews imzasını taşıyan analizde “Başbuğ’un tutuklanması, kuşkusuz dramatik oldu ancak hakkında getirilen suçlamaların özü zayıf gibi gözüküyor” dediği analizinde Başbuğ’un tutuklanması “kuşkusuz ordu çevrelerini umutsuzluğa düşürecekse de, bu konuda pek bir şey yapamayacakları” değerlendirmesinde bulundu.

Ordu Türkiye’de en çok saygı duyulan kurum olmayı sürdürse de tankları sokaklara çıkartmanın artık bir seçenek olmadığını da belirten dergi, geçen Temmuz ayında ordu komutanlarının tutuklamalarına protesto olarak istifa ettiğini ancak istifaların AKP’nin popülaritesini etkilemediğini, partinin geçen yaz yapılan seçimlerde oyların yüzde 50’sini elde ettiğini yazdı. ANKA

 

“100’den fazla gazeteci tutuklu” hatırlatması

 

Newsweek, AB’nin tutumuna da değindiği analizde ilk başta Erdoğan’ın ordunun gücünü sınırlamak için attığı adımların demokrasi yönündeki bir girişim olarak övüldüğü ancak, tutukluların sayısının artması ve aralarında Çin’i geride bırakarak 100’den fazla gazetecinin bulunması üzerine Brüksel’de artan bir tedirginlik yaşandığını kaydetti.

Analizin son bölümünde “On yıl önce ordunun, Türkiye’nin mahkemeleri, Erdoğan dahil olmak üzere, laik ideolojisi için tehlikeli olduğuna inandığı insanları cezaevine göndermek için kullandığı”na işaret edildikten sonra “Erdoğan, Türkiye’yi daha demokratik hale getirdiğini iddia etse de şimdi gerçekten eski düşmanlarının otoriter taktiklerini onlara karşı kullanıyor gibi görünüyor” iddiasına yer verdi.

 

 

Türkiye’de ordu artık sivil iktidara kafa tutamıyor

 

Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un tutuklanmasına ilişkin tartışmalara Fransız Le Monde gazetesi de katıldı. Le Monde, “Türk hükümetinden orduya karşı yeni saldırı” iddiasını gündeme getirdiği haberinde bu olaya Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in “sessiz” kaldığına dikkat çekerken, “ordu artık sivil iktidara kafa tutacak durumda değildir” sözlerine de yer verdi.

ATALAY’IN SÖZLERİ HATIRLATILDI

Fransa’nın önde gelen gazetelerinden Le Monde, Orgeneral Başbuğ’un tutuklanmasının “ordu ile sivil iktidar arasındaki çatışmanın yeni bir aşamasına vurgu yaptığı”nı savunurken, “Böyle bir olay, kısa bir süre öncesine kadar Türkiye’de bir hendek savaşına ve mevcut Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in istifasına yol açabilirdi. Ancak Özel, sessiz kaldı” diye yazdı.

Hükümetin de bu konuda fazla konuşmadığını belirtirken, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün sözlerini yansıtan gazete, “2003 yılından bu yana yönetişim konusunda Avrupa kurallarına uymak amacıyla Türk hükümetince yapılan kurumsal reformlarla önemli ölçüde zayıflatılan ordu, artık sivil iktidara kafa tutacak durumda değildir” yorumunu da yaptı.

Le Monde, Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları kapsamındaki çok sayıda tutuklamaya dikkat çektiği haberinde, “Ancak Türk yargı mekanizmasının ciddi eleştirilerle karşı karşıya” dedi. Bu bağlamda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun özel yetkili mahkemelere eleştirilerinin de yansıtıldığı haberde Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olmadan önce gözlemcilerce, “hükümete muhalefetin radikal bir ocağı” olarak değerlendirilen Birinci Ordu’nun başında bulunduğu da kaydedildi. ANKA

 

 

Meclis’e materyal getirene ceza geliyor

 

AKP, Anayasa’dan önce Meclis İçtüzüğü’nün değişmesi için harekete geçti. AKP tarafından verilen TBMM İçtüzüğü’nde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi’nin bu hafta Anayasa Komisyonu’nda ele alınması bekleniyor. Teklif yasalaşırsa, Genel Kurul’un çalışma düzenini ve huzuru bozucu döviz, pankart ve materyal getirene kınama cezası verilecek.

Teklifin getirdiği düzenlemeler şöyle:

» Genel Kurul’da, grup önerisinde öneriyi veren gruptan bir milletvekili 5 dakikayı geçmemek üzere önerinin gerekçesini açıklayacak. Komisyonlarda söz almada öncelik komisyon üyelerin olacak. Söz, istem sırasına göre verilecek. Komisyon Başkanı veya hükümet temsilcileri söz sırasına bağlı olmayacak.

» Komisyon üyeleri dışında kimse değişiklik önergesi veremeyecek ve oy kullanamayacak. Komisyon üyeleri her madde için ancak birer değişiklik önergesi verebilecek.

» Başkan, görüşülen gündemle ilgisi olmayan acil bir konu hakkında pek kısa bir sözü olduğunu belirten üyelere, bir birleşimde toplam süresi 10 dakikayı geçmemek üzere yerinden birer dakika konuşma izni verebilecek.

USUL TARTIŞMASINDA SÜRE AZALIYOR

» Usul hakkında görüşmelerde beşer dakikayı geçmemek üzere lehte ve aleyhte en fazla birer kişiye söz verilecek.

» Genel Kurul’da söz kesmek, şahsiyatla uğraşmak, döviz ve pankart getirmek ve çalışma düzenini ve huzuru bozucu herhangi bir materyali Genel Kurul Salonu’nda bulundurmak ve bu türden hareketlerde bulundurma yasak olacak.

» İşaret oylamalarda karar yeter sayısının mevcut olup olmadığının tespiti, en az on beş milletvekilinin ayağa kalkması veya yazılı istemde bulunulması halinde yerine getirilecek. Teklifin gerekçesinde, herhangi bir milletvekilinin çalışmaları aksatmak gayesi ile sık sık karar yeter sayısı istemesinin önüne geçilmesinin öngörüldüğü belirtildi. ANKA

 

 

Demirtaş’ın onbaşı açıklamasına

yanıt gecikmedi

 

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Genelkurmay Başkanı Necdet Özel hakkındaki sözleri üzerine, "Ordumuzu biz severiz, sayarız ve önemseriz, ordumuza da bir laf söylenmesini katiyen kabul etmeyiz" dedi. Bayraktar Demirtaş’ın sözlerine söyle yanıt verdi: "Şimdi bizim ordumuz bir defa dünya çapında en güçlü ordulardan bir tanesidir. Ve bizim ordumuz Cumhuriyetimizin manifestosunu en iyi resmeden bir kuruluştur, bizim göz bebeğimizdir. Ordumuzu biz severiz, sayarız ve önemseriz, ordumuza da bir laf söylenmesini katiyen kabul etmeyiz. Bu çerçevede hem ordumuz önemlidir, hem komutanlarımız önemlidir. Ama yargıya intikal eden olaylarda şu an bizim bir şey söylememiz doğru değildir."

Demirtaş, Özel hakkında şu şekilde konuşmuştu: “Paşa hazretleri çıkıyor, emir buyuruyor. Senin rütben orgeneral olsa da bizim için onbaşısın. Bunu böyle bil, ha onbaşı konuşmuş ha general. Zerre kadar kıymetin yok.”

 

 

 

 

SAYFA 9

 

katliamda oğlunu kaybeden Mehmet Encü:

 

Katlederler, bombalarlar

sonra da tutuklarlar

 

SEVGİM DENİZALTI

 

Şırnak'ın Uludere (Qileban) İlçesi'ne bağlı Ortasu (Roboski) Köyü'nde TSK'ye ait savaş uçaklarının bombardımanı sonucu katledilen 35 kişinin yakınlarından 5 kişi "Kasten adam öldürmeye teşebbüs" suçlamasıyla tutuklandı.  Katliam sonrası açılan taziye çadırını ziyaret eden Uludere Kaymakamı Nafiz Yavuz'a yapılan saldırıya ilişkin 3 gün önce gözaltına Mehmet Altürk, Faris Kaya, Ferdi Alma, Faruk Encü ve Özcan Encü Uludere Cumhuriyet Savcılığı'ndaki işlemlerinin ardından "Kasten adam öldürmeye teşebbüs" iddiasıyla mahkemeye sevk edildi. Uludere Sulh Ceza Mahkemesi'ne çıkarılan 5 kişi aynı iddiayla tutuklanarak Şırnak Kapalı Cezaevi'ne gönderildi.

Tutuklanan köylülerin bombardımanda yaşamını yitirenlerin yakınları olması ve medya ve devlet yetkililerinin olaydan sonra uzun süre kaymakama yapılan saldırının köy dışından birileri tarafından yapıldığı iddia edilmişti. Tutuklamalara ilişkin BirGün’e konuşan  katliamda oğlunu kaybeden Mehmet Encü ve BDP Milletvekili Hasip Kaplan, AKP hükümetinin düşmanlık politikası sürdürdüğünü ifade etti.

‘KAYMAKAMI KÖYLÜLER KURTARDI’

BDP Milletvekili Hasip Kaplan, kaymakamın bile kendisine saldıranların köylüler olmadığını aksine köylülerin kendisini kurtardığını hatırlatırken, hükümetin ve yargının katliamın sorumluluğunu açığa çıkarmak yerine katliamda 28 ferdini kaybetmiş bir ailenin bireylerini tutuklatmasına tepki gösterdi.

Kaplan BirGün’e yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Çetelere bulaşmış korucuların verdikleri savcılık dilekçelerinde, daha önce bu olayın sorumluları olarak Şenova’daki partililerimiz ve encümenimizin ismi geçiyordu. Ama onlar bırakıldılar, tüm bunların iftira olduğu ortaya çıktı. Orası taziye yeri, binlerce kişi var, muhtemelen orada bulundukları için bu mağdur aileler tutuklanıyor. Bu olay gerçekten katliamın üzerine yeni bir acı eklemiştir. Köylüler özür beklerken, hükümet adeta intikam alma duygusuyla hareket ediyor. Çünkü aileler bakanları, AKP milletvekillerini taziyeye kabul etmediler. Bunun öcünü alıyorlar. Yoksa Kaymakam, iki gün bile rapor almadan işinin başına döndü. Kaymakam’ı köylüler kurtardı, ben kurtardım, benim encümenim kurtardı. Burada gerçekten AKP hükümeti açıkça bir düşmanlık politikası güdüyor ve mağdur ailelerin acısına acı ekliyor. Katliamcıları savunan, mağdurlara vuran bir yaklaşım sergiliyor.”

Yaşananları mecliste de dile getirdiğini belirten Kaplan, Ben bunu mecliste dile getirdim ve İçişleri Bakanı’yla çok sert tartışmalar yaşadık. Açıkçası “Bu haksızlık karşısında elbette hukuki bir süreç işleyecek, avukatlar gereğini yapacaklar, ama biz de siyaseten bu haksızlığa karşı Meclis’te gereken çalışmaları sürdüreceğiz” dedi.

 

‘35 can kimsenin gözüne gelmiyor’

 

Katliam’da oğlunu ve yakınları kaybeden Mehmet Encü ise Birgün’e yaptığı açıklamada ‘Bizleri hem öldürdüler, hem tutukladılar. Böyledir yani, karşılığı budur’ diyerek tepkisini ortaya koyuyor. Encü bizi tutukluyorlar başka da bir şey yapmıyorlar diyerek açıklamasına şöyle devam ediyor: “Çocuklarımızı katlederler, bombalarlar, sonra da bizi tutuklarlar. Üstelik 5 kişiyle de kalmayacak, 50-60 kişilik bir listeden söz ediliyor, onları da yakalayıp tutuklayacaklar. 35 can ne haldeydi, gelmiyor kimsenin gözlerinin önüne. Kaymakam’a hiçbirimiz bir tokat vurmamışız, Kaymakamın kendisi ‘Bana vuran köylüm değildir’ demiş, ama bizi tutukluyorlar. Başka da bir şey yapmıyorlar.”

 

 

‘Anayasa topluma dar geliyor’

 

Anayasa Platformu'nun "Türkiye konuşuyor" toplantılarına katılan TBMM Başkanı Cemil Çiçek, açılış konuşmasında kendisinin ve Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyelerinin toplantıya konuşmak için değil, daha çok katılımcıların düşüncelerini dinlemek üzere geldiğini söyledi. Anayasanın toplumun, milletin, devletinden beklentileri anlamına geldiğini belirten Çiçek, şöyle konuştu: "Bu beklentileri, sizin açıkça ortaya koymanız lazım. Bu platform zaten bu maksatla düzenlenmiş bir platformdur ve Türkiye'nin birçok yerinde de yapılacaktır.

Hepimizin kabul ettiği bir şey var o da şudur; 30 yıllık yürürlükte bulunan bu anayasa, 30 seneden beri en başka bugün bu platformu düzenleyen kuruluşlarımız olmak üzere toplumun her kesiminden değiştirilmesi gerektiği, yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu pek çok defa, müteaddit defalar vurgulanmıştır. Siyaset kurumu bu talebi maalesef bugüne kadar şu veya bu sebeplerle gerçekleştiremedi, ancak kısmi değişiklerle vaziyeti kurtarmaya çalıştı. Bu anayasanın milletimize, toplumumuza değişen ihtiyaçlarımıza baktığımızda dar geldiği ortada. Bunun en somut örneği, 30 yıllık süre içinde 17 defa değiştirilmiş olmasıdır. Bu da şunu gösteriyor ki her 13-14 ayda bir Türkiye'nin gündemine bir anayasa konusu gelmiş. En temel yasada her 13-14 ayda bir değişiklik gündeme geliyorsa o zaman bu ülkede hukuk istikrarını buna bağlı başka istikrarı sağlamak da mümkün değildir. "

“2012 ANAYASAYLA TAÇLANACAK”

Anayasa Platformunu oluşturan kuruluşların da daha önce ifade ettiği yol ve yöntemle, Meclis'te gurubu bulunan partilerin bir yola çıktığını ifade eden Çiçek, "İnşallah bu yolu, yolculuğu 2012'nin sonunda olumlu bir şekilde sonlandırmayı hedefliyoruz. Bu bizim çabamızdır, gayretimizdir, inancımızdır ve milletimize karşı da mutlaka yeni bir anayasayla 2012 yılını taçlandırmamız gerekiyor” dedi.

Bu süreçte, desteğe ihtiyaçları olduğunu ifade eden Çiçek, şöyle devam etti:

"Bir Anayasa yapıldıktan sonra tekrar başa dönüp, bir 30 sene daha anayasal konuları tartışmak istemiyoruz. Onun için kim ne söyleyecekse bugün söylemeli, bu günlerde söylemeli ve bu işi bu sene bitirmeliyiz. Aksi taktirde 'bu anayasayı bu siyaset kurumu değiştiremez, bu Meclis anayasa yapamaz' tarzında demokrasiye yeteri kadar inanamayan, Meclis'e yeteri kadar güvenemeyen kesimleri memnun etmemek adına bu işi mutlaka bu dönem başarmak durumundayız.”

 

 

FATMA ŞAHİN'DEN Z. B. AÇIKLAMASI:

 

11 yaşında bir şey değil

 

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, ziyarette bulunduğu Malatya'da, 11 yaşındaki sekiz aylık hamile Z.Ç’yle ilgili açıklama yaptı. Şahin, "Benim kızımızdan da gördüğüm, resimlerde de gördüğüm, annenin de söylediği, kesinlikle 11 yaşında bir şey değil. Zaten 11 yaşında olsa bu korkunç bir şey, böyle bir şeyin kabul edilmesi mümkün değil'' dedi. Z.Ç'nin kendisine, yaklaşık 3 ay önce, ''11 yaşında değilim, kemik yaşım 17'' diye mahkemeye başvurduğunu anlattığını aktaran Şahin, şunları söyledi: "Doğu ve Güneydoğu'da bu çok büyük bir sorun. Çok çocuklu ailelerde nüfus kağıdı geç çıkarılıyor ve toplu çıkarılıyor. Toplu çıkarıldığı zaman da ortalama bir yaş üzerinden gerçek yaşı değil, nüfus cüzdanı alınırken çok yanlış olan bir uygulama var. Bu yanlışın bugün bedelini ödüyor ve kızımız bundan dolayı çok rahatsız. 'Bakanım dedi benim yaşım 17 ve ben mahkemeye başvurdum. Resmi nikahı olmayınca çok ciddi bir sorun var. Biz de resmi nikahın hızlanmasıyla ilgili, mahkeme şu anda Patnos'da devam ediyor, Ağrı Valimizi aradık mahkemenin bir an önce hızlanması ve doğumdan önce resmi nikahın kıyılmasını ve takibini istedik." Sol.org

 

 

Cudi Dağı’nda şiddetli çatışma

 

Şırnak’ın Cudi Dağı'nda binlerce askerin katıldığı hava destekli operasyon sonucu şiddetli çatışmanın yaşandığı belirtildi. Yerel kaynakların verdiği bilgiye göre PKK ile askerler arasında şiddetli çatışmanın devam ettiği ve can kayıpları olduğu iddia edilirken, bölgenin havadan ve karadan bombalandığı öğrenildi. Yoğun askeri sevkiyatın yapıldığı bölgede şiddetli çatışma haberi üzerine DP’li milletvekilleri, belediye başkanları ile sivil toplum örgütü temsilcilerinin Şırnak'a hareket etti. Bölgede Kazan Vadisi'ne benzer bir olayın yaşanmasından endişe duyuluyor. ANF

 

 

İHD, Öcalan için CPT'ye başvuracak

 

İnsan Hakları Derneği (İHD), Abdullah Öcalan'a uygulanan tecride ilişkin İşkenceyi İzleme Komitesi'ne (CPT) başvuracak. Öcalan ile avukatlarının görüşmeleri, 27 Temmuz 2011 tarihinden bu yana "gemi bozuk" ve "hava muhalefeti" gerekçeleriyle engelleniyor.  İHD tecride ilişkin CPT'ye başvurmaya hazırlanıyor. İHD, Öcalan'ın avukatlarının kendilerine tecride ilişkin yaptığı başvurunun ardından başlattığı çalışmaları tamamladı.

Çalışmalar kapsamında tecridin uygulanışından, Öcalan'ın sağlık durumuna kadar birçok konu incelendi. İHD, yaptığı araştırmalar sonucunda hazırladığı rapor ile önümüzdeki günlerde CPT'ye başvuracak. Başvuruda CPT'den heyet oluşturarak İmralı Cezaevi'nde inceleme yapması ve Türkiye'nin uyguladığı tecride ilişkin adım atması talep edilecek.

 

 

Almanya’da Uludere Katliamı protestosu

 

Şirnak´in Uludere ilçesi´ne bağlı Ortasu Köyüne F-16 savaş uçakları ve insansız Hava Araçlarının desteklediği bombardıman sonucu ölen 35 vatandaşın katledilmesi Almanya´nin Duisburg kentinde protesto edildi.

Protesto yürüyüşüne Özgürlük Dayanışma Almanya’nın da içinde yer aldığı birçok parti, örgüt ve demokratik dernek tarafından destek verildi. AKP´nin, anti-demokratik uygulamalarının yani sıra Kürt sorunu üzerindeki baskıcı politikalar konuşmacılar tarafında eleştirildi. Miting alanına gelindiğinde katledilen Kürt vatandaşlarının isimleri tek tek okunduğunda onlar adına 35 bir mum yakılarak 35 karanfil bırakıldı.  Daha sonra ortak bir metnin okunmasından sonra mitinge son verildi.

 

 

 

 

SAYFA 10

 

 

YAZI DİZİSİ - 1

 

ABD’NİN SOLU SOLUN ABD’Sİ

 

Komünist Parti, Sosyalist Parti, Sosyalist İşçi Partisi, Yeşiller Partisi ve

Üç sosyalist hareketin ortak Başkan Adayı BirGün’e konuştu.

 

HAZIRLAYAN: EYLEM DELİKANLI

delikanlieylem@gmail.com

 

Bu yazı dizisini hazırlamaya karar verdiğimde Occupy Wall Street olayları patlak vermemişti henüz. BirGün'de daha önce yazdığım "İşçi Bayramı ve ABD'nin Kavramlarla Savaşı" adlı yazımdaki temalar çerçevesinde düşünüyordum. Sınıfsal ayrımın son derece belirgin olduğu bir toplumda aslında bu olgunun topyekün yok sayılması veya bu sorunu tartışacak platformların azlığıydı beni düşündüren. Amerikan medyasına bakarak yanıtlanamayacak bu soruları direkt muhataplarına sormaya karar vermem biraz da böyle oldu. Cumhuriyetçiler ve Demokratlar dışındakilerin pek bilinmediği ABD'de sosyalist sol, özellikle sisteme yönelik tartışmaların hararetlendiği bu dönemde, ne yapıyor diye bakalım dedik. Bu nedenle Sosyalist Parti, Sosyalist İşçi Partisi, Komünist Parti, Yeşiller Partisi ve sosyalistlerin ortak başkan adayının kapısını çaldık.

 

Amerika'ya yerleşenlerin ilk şikâyeti dünya ile bağlarının koptuğu hissini yaşamaları. Sanki bir fanusun içine girmiş gibi gelir insana. Sonra hemen BBC ve diğer Avrupa kanalları ve gazeteleri takip edilmeye başlanır. Türk siteleri dolaşılır bol bol. Bu içine kapanıklık iki şekilde tezahür ediyor pek tabii ki. Amerika dışındakiler de içeride neler olup bittiğini pek bilemiyorlar.

Biz de merceği başka bir alana kaydıralım, pek kimselerin bilmediği Amerikan sosyalistleri neler yapıyor diye inceleyelim, BirGün okuyucularına sunalım dedik. Teklifimizi kabul eden ilk siyasi parti

Socialist Party - USA (SP-USA) oldu.

Sosyalist Parti kendisini 1901 yılında kurulan ve 1972'ye kadar devam eden Socialist Party of America'nın devamı olarak görüyor. Partinin biri kadın diğeri erkek olmak üzere iki eşbaşkanı var. Kendilerini farklı eğilimlerin bir araya gelebildiği demokratik sosyalist bir parti olarak nitelendiriyorlar. Partinin eş başkanlığını Stephanie Cholensky ile yürüten Billy Wharton ile başlıyoruz sohbete...

 

 

SOSYALİST PARTİ (ABD) EŞ BAŞKANI BILLY WHARTON:

 

Sosyalizme giden yolları inşa ederken 20. yüzyılın acı dersleri unutulmamalı

 

» Sosyalist Parti sınıfsız, demokratik bir toplum için radikal ve kökten bir değişiklik üzerinde yoğunlaşıyor. Bunu gerçekleştirmek için nasıl bir yol haritası çizdiniz?

Sosyalizme giden demokratik yolları inşa ederken en temelde hatırlamamız gerekenler 20. yüzyılın acı dersleri. Bugünün sosyalistleri, geçmişin sosyalizm deneylerinden öğrendiler ki sonuç, araçları haklı kılmıyor, araçlar çoğu zaman sonucu belirliyor. Dolayısıyla biz genel olarak, kolektif geleceğimiz için insanların kendi hayatlarının kontrolünü ellerine almada yetki sahibi olmalarını istiyoruz. Demokrasi öyle güçlü bir nosyon ki sadece politikada değil ekonomide de kullanılması gerekiyor. Demokrasinin büyük, baskıcı kurumları, bankaları, şirketleri ve devletin birtakım kademelerini, insanlığın ihtiyaçlarını giderme konusunda işe koyabilecek kadar güçlü bir düşünce olduğuna inanıyoruz. Bunların önündeki en büyük engeller insanların, özellikle yoksulların ve işçi sınıfının kendilerini bu demokratik değişimin parçaları olduklarını görmelerini engelleyen karmaşık düşünceler sistemi.

 

» 'Radikal Demokrasi' daha önceki söylemlerinizde de sıkça yer alıyor. Radikal Demokrasi tam olarak ne ifade ediyor?

Radikal Demokrasi bizim için insanları kendi kaderlerini tayin ettiği ve bir dayanışma içerisinde geleceklerini kurdukları bir demokrasi demek. Daha da somutlaştırmamız gerekirse, işçilerin sahip olduğu ve yönettiği kooperatifler, katılımcı bütçe ayarlamalarının yapıldığı, kilit noktadaki endüstrilerin demokratik olarak planlandığı bir demokrasi demek. Bu, en nihayetinde Wall Street'in, kurumsal dünyanın ve Amerikan askeri endüstrisinin de sonunu getirecek.

» Amerikan toplumuna baktığımız zaman son derece apolitik bir yaklaşımla karşılaşıyoruz. Özellikle seçmenlerin sandıklara gitme oranlarına baktığımızda da görüyoruz ki politikadan uzak duran bir kitle ile karşı karşıyayız. Oysa SP-USA dayanışmaya, ortak harekete ve güçlü bir toplum anlayışına dayanıyor. Mesajlarınız ne ifade ediyor böyle bir ortamda?

Aslında son derece politize edilmiş bir toplum Amerikan toplumu ama problem bunun tepeden aşağı geliyor olması. Zenginlerin bu kadar kibirli ve açıktan politik bir gündem yürüttüğü, devletin militer bir makine gibi çalıştığı veya şirketlerin kendilerini bu denli kabaca insanların günlük yaşamlarına konumlandırdıkları çok az toplum vardır. Bu son derece politik aslında.

 

» İçinde bulunduğumuz ekonomik krizi açıklamak ve anlatmak için son günlerde Marx’ı ve Marksizmi kullanmak pek moda oldu. Marx'ın toplum nezdinde değer kazanması için derin bir kriz mi gerekiyordu? Parti kitlelere krizi anlatmak için ne tür bir terminoloji kullanıyor?

Amerika'daki üniversitelerin en kritik problemi Marksizmin ekonomi bölümlerinden neredeyse tümüyle silinmiş olmasıdır. UMASS Amherst'ten Rick Wolf ve diğer birkaç Marksist ekonomistin çabaları hariç Marksizm çoğu zaman akademide üstünkörü bir muameleye maruz kalıyor. Şimdi biraz daha değişmiş olabilir durum ama üniversitelerde iyi bir Marksist ekonomik analizin eksikliği ciddi bir problem. Buna kitlesel sosyalist ve komünist partilerin eksikliği ve elitlerin ideolojik savaşları da eklenince ciddi bir problem haline geliyor. Genel olarak kriz hakkında konuşurken de insanların gerçek hayatlarından örnekler vermek en iyisi. İşçi sınıfından biriyle ayaküstü konuşmanızda bile göreceksiniz ki var olan kapitalist krizin niteliklerini çok iyi biliyorlar. Burada sosyalistler için gerçek zorluk hem var olan durumun entegre analizini yapmak hem de gelecekle ilgili sağlam bir vizyon sağlamak.

 

» ABD'deki özgürlükler konusunda ne düşünüyorsunuz? Dünyadaki birçok bölgesinde sosyalist partilerin üzerinde ciddi bir baskı var. ABD'de durum nedir?

Amerikan toplumunun en parlak özelliklerinden biri 1964'ten bu yana gerçek anlamda sivil özgürlüklere kavuşmuş olması. Sosyalistler diyalektiğe inanır, biz de geleceğin yolunu biliyoruz ve bunu halihazırdaki kazanımların üzerine inşa etmeyi talep ediyoruz. Sadece sivil özgürlükleri savunmayı değil, insanların bu özgürlükleri uygulamaya dökebildikleri bir toplum yaratmak istiyoruz. İfade özgürlüğümüz olabilir ama 5 şirketin medya pazarının yüzde 85'ini elinde tuttuğu bir ortamda bu özgürlüğü kullanma fırsatları sınırlı oluyor.

» Kasım 2012 seçimleri için genel stratejiniz nedir?

Amerikan seçmenine Demokrat ve Cumhuriyetçilerin tartışmaktan kaçındığı sorunlarla ilgilenen sosyalist bir başkan adayı  sunuyoruz. Stewart Alexander ve Alex Mendoza en zengin yüzde 1'in gücünü tartışacaklar. Kurumsal gücün seçim sistemimizi nasıl elinde tuttuğunu anlatacaklar. Milyonlarca işsizin sorunlarına çözümler sunacaklar. Amerikalılar halkın lehine çalışacak adaylara oy verebilme şansına sahip olacaklar.

 

» Bu seçimler Sosyalist Parti için ne ifade ediyor?

1930'larda bu yana görülen en derin kapitalist krizin ortasında ve Occupy Wall Street gibi Wall Street'e karşı anti-kapitalist bir hareketlenmenin oluştuğu bir dönemde güçlü bir sosyalist başkan sunmak gibi bir şans elde ediyoruz.

 

» Seçimlerden ne tür bir sonuç bekliyorsunuz?

Tam olarak kestirmek çok güç. Ben şahsen milyonların politik sürece katıldığı, çalışanlar olarak bizi ve bizim çıkarlarımızı temsil edecek bir değişiklik getireceğini umuyorum. Yani tavana karşı tabanın kazandığı bir sonuç.

 

» OWS gittikçe daha fazla ses getiriyor. Sosyalist Parti, bu hareketlenmenin önemli bir parçası olmaya talip mi? OWS'yi ne şekilde destekliyorsunuz?

Sosyalist Parti’nin yerel birimleri kendi şehirlerindeki işgal eylemlerini güçlendirmek için çalışıyor. Biz, OWS'nin yüzyılın en büyük hareketlenmesi olduğunu düşünüyoruz. Hem kendi üyelerimizi hem de halkı eyleme aktif bir şekilde katılmaları konusunda teşvik ediyoruz. OWS içerisinde yoksulların ve işçi sınıfının sesinin duyulabilmesi için daha geniş bir alan oluşacağını düşünüyoruz.

 

» "Obama Sosyalist Değil. Benim Bilmem Gerekir" adlı makaleniz 2009'da medyada büyük ilgi görmüştü. Cumhuriyetçilerin dileği Obama’yı sosyalist göstererek bir şekilde öcü haline getirmek. Nedir yorumunuz?

Bu kendi aramızda da espri konusu oldu: Muhafazakârlara "sosyalizm"i tekrar gündeme taşıdıkları için teşekkür amaçlı bir Noel kartı gönderelim dedik. Obama'ya karşı yürüttükleri karalama kampanyası son derece ahmakçaydı. Obama başından beri Wall Street'in adayıydı ve başkanlığı süresince de işsizlerin sorunlarına sırtını dönerek en zengin yüzde 1'in ayrıcalıklarını bağlılıkla savundu. Şu anda biz bunları konuşurken bile Obama'nın Bütçe Açığı Komisyonu, Medicaid ve Medicare gibi yoksullara ve yaşlılara sağlık hizmeti sağlayan programlarda ciddi bir kesinti yapmaya çalışıyor. Sosyalizmin ne olduğu konusunda Çay Partisi (Tea Party) veya muhafazakârlarla tartışmaktan mutluluk duyarım. Her tartışma fırsatı kapitalizmin nasıl bir felaket yarattığını milyonlara anlatabilmek için bir şans veriyor bize.

 

YARIN

SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ’NDEN BERNARD BORTNICK

 

 

 

NEŞECAN

BALKAN

 

CHICAGO

 

Chicago İşgal Hareketi ile ilerici iktisatçılar el ele

 

Sonbaharda Wall Street'te başlayan protesto ve işgal hareketi New York Belediye Başkanı Bloomberg'in protestocuları polis zoruyla parktan atmasından sonra da hızını kaybetmedi. Direnişçi gruplar kapalı mekanlara çekildiler; örgütlenmeyi ve irili ufaklı eylemleri sürdürüyorlar. ABD'nin diğer birçok kentinde de bir dizi eylem devam ediyor. Örneğin, 6 Ocak'ta Chicago'da, Amerikan İktisatçıları Birliği'nin yıllık kongresinde ilginç bir eylem yapıldı. Amerikan İktisatçıları Birliğinin yıllık kongrelerinin birkaç işlevi var. Bir yandan iktisadın her alanından sunuşlarla görüş alışverişi yapılırken, bir yandan da iş arayanlarla eleman arayanlar bir araya getiriliyor. Akademik kurumlar ve araştırma kurumları iş arayan iktisatçılarla (önceden ayarlanan) mülakatlar yaparak ihtiyaçları olan elemanları seçiyorlar.

Amerikan İktisatçılar Birliğinin büyük çoğunluğu serbest piyasa ekonomisine tüm benlikleriyle inanan, kurulu düzeni sonuna kadar destekleyen ve anaakım iktisadını benimseyen muhafazakar iktisatçılar. Gururla "ortodoks iktisat kuramını" öğrettiklerini, uyguladıklarını söylüyorlar ve önerdikleri kamu politikalarını bu anlayışla oluşturduklarını belirtiyorlar. Kullandıkları matematiksel modellerde toplumların çok çeşitlilik gösteren koşullarını/tarihlerini dışlıyorlar, iktisat öğretisini sorgulanamaz bir "bilim" gibi sunuyorlar ve kapitalist sistem içindeki sınıf ilişkilerini/güç dinamiklerini tamamen gözardı ediyorlar. Kimileri 1980'lerden sonra birçok ülkede toplumsal ve ekonomik dengeleri altüst eden neoliberal politikaların mimarı ünlü Chicago okulundan; Milton Friedman'ın öğretisi ile yetişenler. Bu öğretiyle yetiştirilen az gelişmiş ülke iktisatçılarının ülkelerine dönüp, etkili kurumların başına geçtiklerinde yolaçtıkları insan ve kaynak tahribatı malum. Kimileri ise ünlü iktisatçı Maynard Keynes'in yolunda ilerleyerek, kapitalist sistemin krizlerinin devlet müdahalesiyle çözümlenebileceğini iddia ediyorlar. Ancak devlet kurumunun yanlı niteliğini gözardı ederek, kapitalist toplumlarda devletin sermayenin bir aygıtı olduğu gerçekliğini dile getirmiyorlar.

Amerikan İktisatçılar Birliği içinde bu yaklaşımlara eleştiri getiren bir grup iktisatçı ise kendilerine "hetorodoks iktisatçılar" diyor. Bu grup, Marksistlerden ve radikal siyasal iktisatçılardan kurumların önemini vurgulayan kurumsalcı iktisatçılara, feminist iktisatçılardan, kendilerini 'barış ve güvenlik yanlısı iktisatçılara" diye adlandıranlara kadar bir dizi alternatif görüşü barındırıyor. İşte 6 Ocak'ta heterodoks iktisatçılardan büyük bir grup, Radikal Politik İktisatçılar Birliği'nin öncülüğünde Chicago İşgal Hareketiyle omuz omuza Amerikan İktisatçılar Birliği'nin Chicago'daki kongresini protesto ettiler. Toplantıların yapıldığı bir otelden yola çıkan bu iktisatçılar ve Chicago İşgal Hareketi üyeleri ellerinde pankartlarla sloganlar atarak, Chicago'nun işlek caddelerinden yürüdüler ve toplantıların yapıldığı bir başka otel olan Hyatt Oteline geldiler. Pankartlardan birinde ekonominin finansallaşmasının ve finans sektöründeki kuralsızlaşmanın mimarı sayılan ABD Merkez Bankası'nın önceki başkanı Alan Greenspan'ın bir fotoğrafı ve "Evet, hata yaptım" sözü görülüyordu. Protestocuları, bisikletlerinin üzerinde ilerleyen bir grup polis kordonu sarmıştı.

ELEŞTİREN İKTİSATÇILARA SÜRGÜN!

Protestocu grup "Biz yüzde 99'uz!!!" diye slogan atarken arada bir polislere dönerek  "Siz de yüzde 99'sunuz!!" diye bağırıyorlardı.

Direnişçiler bir süre Hyatt Oteli'nin önünde amaçlarını açıklayan konuşmalar yaptılar. Düzenden yana muhafazakâr iktisatçıların benimsedikleri anaakım yaklaşımların toplumsal gerçekleri açıklamadığını, önerdikleri politikaların toplumda giderek büyüyen eşitsizliklere ve sorunlara yolaçtığını belirttiler. Daha sonra otelin çevresinde yürüyerek halkı yanıltan bu yaklaşımlar devam ettiği sürece işgal hareketlerinin de süreceğini sloganlarla belirttiler.

Bu yılkı kongrenin ilginç bir boyutu da şu: Hyatt Oteli'nde şu anda işverenle çalışanlar arasında bir anlaşmazlık var. Hyatt emekçilerinin mücadelesini destekleyen heterodoks iktisatçılar bu nedenle en başından beri bu otelin kullanılmasına karşı çıktılar. Amerikan İktisatçılar Birliği'nin çoğunluğunu oluşturan muhafazakar iktisatçılar ise bu uyarıya aldırış etmeyip, Hyatt'ı toplantılar için kullanmaya devam ettiler.

Eleştiriyi yapan iktisatçı gruplarının toplantılarını da hayli uzaktaki bir otele yerleştirdiler. Böylece eleştirenler bir anlamda ana otelden sürgün edilmiş oldu. İşte yapılan konuşmalarda muhafazakârların bu tutumu da dile getirildi ve direnişteki Hyatt emekçilerinden yana sloganlar atıldı. Protestocular daha sonra Roosevelt Üniversitesi'ne yürüdüler ve burada ilerici iktisatçıların yönettiği "halk için iktisat" derslerine katıldılar. Alternatif bakış açısıyla anaakım iktisadını eleştiren "halk için iktisat" dersleri Kongre boyunca devam edecek.

 

 

 

 

SAYFA 11

 

Akdeniz’de tansiyon yükseliyor

 

Akdeniz'de sular bu sefer de Suriye gerekçesiyle ısınmaya başladı. Rusya donanmasına ait bir filonun önceki gün, Suriye'nin Tartus limanına demirlemesinin ardından Kanada Deniz Kuvvetleri'ne bağlı ''HMCS Charlottetown'' savaş gemisi Akdeniz'e doğru yol aldı.

Savaş gemisi Akdeniz'deki uluslararası sularda görev yapmak üzere dün Halifax'taki birliğinden demir aldı. Kanada Savunma Bakanı Peter MacKay gemilerin, Suriye'ye olası bir operasyonda Kanada yurttaşlarının acil tahliyeleri için kullanılacağını daha önce açıklamıştı.

Kanada Dışişleri Bakanlığı sık sık Suriye'deki yurttaşlarından bu ülkeyi terk etmelerini isterken, bu ülkeye gitmeyi planlayanları da gitmemeleri konusunda uyarılar yapıyor.

SAVAŞ GEMİLERİ LİBYA’DA DA KULLANILDI

Kanada Savunma Bakanlığı donanma gemisi için Halifax Limanı'nda düzenlenen uğurlama törenine Savunma Bakanı Peter MacKay ve milletvekillerinin de katıldığını duyurdu.

HMCS Charlottetown savaş gemisi, NATO'nun Libya operasyonu nedeniyle Akdeniz'de bulunan bir diğer Kanada savaş gemisi HMCS Vancouver ile nöbet değişimi yapacak.

Kanada Savunma Bakanı Peter MacKay, geçen yıl Halifax'da düzenlenen Uluslararası Güvenlik Forumu'nda, Akdeniz'de NATO tarafından 11 Eylül saldırısından hemen sonra başlatılan, ''Operation Active Endevour'' adlı anti-terör operasyonu kapsamında savaş gemisi bulunduracaklarını açıklamıştı.

RUS DONANMASI SURİYE KIYILARINDA

Rusya’nın Şam hükümetine verdiği desteği sürüyor. Rusya'nın gönderdiği yeni bir donanma önceki gün, Suriye'nin Tartus limanına demirledi. Filoda savaş gemileri, denizaltılar, savaş uçakları, helikopterler ve uçaksavar füzeler bulunuyor.

Moskova, "Gemilerimiz Suriye kıyılarına yanaştı. Bu ziyaret, iki ülkeyi yakınlaştırma ve dostluk bağlarını güçlendirme amacı taşıyor" derken, Suriye’nin resmi haber ajansı SANA, "Tartus'a yanaşan Rus donanmasının kaptanları Suriye halkına dostluk duygularını bildirdi" açıklamasında bulundu.

Mart'ta başlayan ve hala süren olaylarda Suriye hükümetinden yana tavır alan Rusya, bu son donanma desteğiyle, Esad'ın yanında olmaya kararını sürdürdüğünün sinyalini verdi.

Rusya, Birleşmiş Miller (BM) Güvenlik Konseyi'nin geçtiğimiz ekim ayında gündeme getirdiği Suriye'ye silah ambargosu uygulama karar tasarısını veto etmişti.

 

NEDEN ÖNEMLİ!

Akdeniz'de artan askeri hareketlilik olası bir Suriye müdahalesinin işaretleri olarak yorumlanıyor. Kanada savaş gemileri Libya saldırılarında da kilit rol üstlenmişti. Rusya ise ülke dışındaki tek deniz üssünün bulunduğu Suriye'yi kaybetmek istemiyor.

 

 

 

Obama’ya tabutlu protesto

 

ABD'de, gelir dağılımı eşitsizliği, ekonomik kriz ve işsizliğe karşı binlerce kişinin girişimiyle başlatılan 'Wall Setreet'i İşgal Et' eylemcilerinin hedefi bu kez ABD Başkanı Barack Obama oldu.

Obama'nın Amerikan yurttaşlarının "terör" bahanesiyle Amerikan topraklarında yakalanıp Guantanamo'da süresiz tutuklu kalmasının önünü açacak Ulusal Savunma Yetki Yasası'nı (National Defense Authorization Act) imzalamakla, 'anayasal hakları katlettiğini' öne süren bir grup protestocu New York sokaklarında tabutlu eylem gerçekleştirdi.

ANAYASAL HAKLAR TABUTA KONULDU

Obama'nın söz konusu yasayı imzalamasıyla, ülkede anayasal hakların tabuta konduğuna ilişkin konuşmalar yapan göstericiler, eylemlerinde simgesel bir siyah tabut taşıdı. Simgesel tabutu, New York Borsası'nın işlem gördüğü Wall Street üzerinde bulunan ilk ABD Başkanı George Washington'un heykeli önüne bırakan göstericiler daha, sloganlar eşliğinde tabutu New York sokaklarında dolaştırdı.

Amerika'da insan hakları gruplarının yoğun tepkisini çeken ve çok tartışılan Ulusal Savunma Yetki Yasası, eski Başkan Bush döneminde yürürlüğe giren ve 11 Eylül saldırıları sonrasında uygulamaya konan insan hakları ihlallerine imkan veren yasaların devamı niteliğinde. Amerikan yurttaşları dışındaki dünya vatandaşlarını hedefleyen yasa, bazı sivil örgütlere göre, istendiği takdirde Amerikan hükümetine kendi vatandaşlarını da tutuklama ve işkence yapma yetkisi veriyor.

ŞÜPHELİLERE "TERÖR" SUÇLAMASI

Obama'nın yılbaşı akşamı imzaladığı yeni yasayla, Amerikan hükümetine tehdit olarak gördüğü ya da kendisi aleyhine Twitter, Facebook gibi sosyal medya ortamlarında konuşanları "terör" suçlusu şüphesiyle tutuklama ve askeri mahkemelerde yargılama yetkisi veriyor.

Ulusal Savunma Yetki Yasasının 'süresiz tutukluluk' başlıklı maddesinin D bendinde "terör" şüphelileri herhangi bir kanıta ya da mahkeme kararına gerek duyulmaksızın ve avukat, mahkeme ve jüri hakkından mahrum tutularak tutuklanabilecek ve işkence görebilecek.

 

 

Afrika Ulusal Kongresi 100. yılını kutluyor

 

Irk ayrımına karşı uzun yıllar mücadele eden Afrika Ulusal Kongresi (ANC) 100. yıl dönümünü kutluyor. Afrikalı liderler, Güney Afrika Devlet Başkanı Jacop Zuma’nın ev sahipliğinde Bloemfontein kentinde bir araya geldi. Yaklaşık bin 500 kişinin katıldığı toplantının açılış konuşmasını Mozambik Devlet Başkanı Armando Guebuza yaptı.

İlk kez 8 Ocak 1912’de aynı kentte toplanan Kongre’ye kabile şefleri, halk temsilcileri ve kilise organizasyonları katıldı. Kongre başlangıçta ağır şartlar altında çalışan siyahi işçilerin hakları için mücadele etti.

1944’te ise Afrika Ulusal Kongresi Gençlik Birliği’nin kurulması, siyahi ırkın geleceğinin güvence altına alınması için dönüm noktası oldu. Bu tarihten sonra sahneye çıkan Nelson Mandela 1994 yılına kadar ırkçılığı karşı sürdürdüğü mücadeleden galip ayrıldı.

27 yıl hapis yatan Mandela, 1992’de siyahlara eşit vatandaşlık hakkı tanıyan anayasa değişikliğinin yolunu açtı. 10 Mayıs 1994’te Güney Afrika’da seçimle yönetime gelen ilk siyahi devlet başkanı oldu. Afrika Ulusal Kongresi, o tarihten bu yana ülkede yapılan tüm seçimleri kazandı.

 

 

ETA tutsakları Bask’a getirilsin

 

Bask bölgesinin en büyük kenti olan Bilbao kentinde düzenlenen gösteride binlerce kişi siyasi tutsakların Bask ülkesinde cezaevlerine sevk edilmeleri için yürüdü. İspanya yargısının ETA yanlısı herhangi bir slogan atılmaması, tutsakların fotoğraflarının taşınmamasının şart koştuğu gösteride, ''Herkesin hakkı var, Basklı tutsaklar Bask'a” yazılı pankart altında sessiz yürüyüş yapıldı.

İspanyol meclisine ilk kez giren Bask partilerinden Amaiur koalisyonundan milletvekili Xabier Mikel Errekondo, başbakan Mariano Rajoy'dan ''Bask'ta barışçıl, demokratik ve siyasi bir çözüm için adım atmasını'' istedi. Gösteriye katılanlar da yaptıkları açıklamalarda, ağır hasta olan tutsakların serbest bırakılmasını, İspanya'daki ceza evlerine dağıtılmış olan ETA’lıların Bask’taki cezaevlerine transfer edilmesini, af yasası çıkartılmasını talep ettiler. ETA geçtiğimiz aylarda silah bıraktığını açıklamıştı.

 

 

İran görüşmeleri Türkiye'de yapılacak

 

DIŞİŞLERİ Bakanı Ahmet, İran nükleer müzakerelerinin yeniden başlaması konusunda uzlaşma sağlandığını ve görüşmelerin Türkiye'de yeniden başlayacağını açıkladı. Japon gazetesi Nikkei'ye İran'a yaptığı son ziyareti anlatan Davutoğlu, AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Komiseri Catherine Ashton ile konuştuğunu, her iki tarafın da prensipte görüşmelerin Türkiye'de olması konusunda anlaştığını kaydetti ve "Müzakerelerin en kısa sürede gerçekleşmesini ümit ediyorum" diye konuştu.

TOKYO İLE NÜKLEER MÜZAKERELER

Davutoğlu'nun Japonya ile nükleer anlaşma için ilkbaharda bu ülkeye gideceği kaydedildi. Türkiye'de nükleer santral yapımına dair müzakerelerle ilgili olarak "Japonya'nın teknolojisine ve güvenliğine inanıyoruz" diyen Davutoğlu, Türkiye'nin nükleer enerji santrali yapımında işbirliğini sürdürmek istediğini söyledi.

 

 

Dünyadan kısa kısa...

 

Müşerref, Pakistan’a dönerse tutuklanacak

 

Pakistan’ın dört yıldan beri İngiltere'de yaşayan eski Devlet Başkanı Pervez Müşerref'in ülkesine döndüğünde tutuklanacağı belirtildi. Pakistan Yüksek Mahkemesi savcılarından Çaudri Zülfikar Ali, Müşerref'in ülkesine dönmesi durumunda Benzair Butto suikastın soruşturması kapsamında tutuklanacağını söyledi. Pakistan'ın eski Devlet Başkanı, 2007'de öldürülen eski başbakanlardan Benazir Butto suikastında ihmali olmakla suçlanıyordu. Müşerref'e yakın kaynaklarca dün, eski devlet başkanının bu ayın sonunda ülkesine dönerek 2010 yılında kurduğu Tüm Pakistan İslam Birliği Partisinin (APML) başına geçeceği bildirilmişti. 1999 yılında ordu komutanıyken askeri darbeyle yönetimi ele geçiren Müşerref, 2008 yılında görevinden ayrılmak zorunda kalmış ve İngiltere'ye yerleşmişti.

 

Soykırım suçlamasıyla aranan Beşir Libya’da

 

Sudan'ın insan hakları ihlalleri ve soykırımla suçlanan lideri Ömer el Beşir'in Libya ziyareti insan hakları örgütlerinin tepkisine hedef oldu. Beşir, Kaddafi'nin devrilmesinden sonra ilk kez Libya'yı ziyaret etti. İki gün sürecek ziyareti insan hakları örgütlerinin tepkisine hedef olan Beşir, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından Darfur'da soykırım işlediği iddiasıyla aranıyor. Beşir'i havaalanında Ulusal Geçiş Konseyi'nin Başkanı Mustafa Abdülcelil karşıladı. UCM önce 2009 yılının mart ayında, insanlığa karşı suç ve savaş suçları iddialarıyla, ardından da 2010'da soykırım suçlamasıyla uluslararası arama kararı çıkarmıştı. Darfur'da 2003’te başlayan çatışmalarda en az 300 bin kişinin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor.

 

Saldırılara karşı sokağa çıkma yasağı devrede

 

Nijerya’nın kuzeydoğusundaki Adamava eyaletinde yeni şiddet eylemlerini önlemek amacıyla sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yerel yetkililerden Kobis Ari, yaptığı yazılı açıklamada, eyaletin bazı bölgelerinde düzenlenen saldırılardan sonra yerel hükümetin eyalette 24 saat sokağa çıkma yasağı ilan etme kararı aldığını belirtti. Eyaletin çeşitli bölgelerinde önceki günden bu yana düzenlenen, Hıristiyanları hedef alan saldırılarda 30 kadar kişi yaşamını yitirmişti. Boko Haram örgütü, saldırıların bazılarının sorumluluğunu üstlenmişti. Çok sayıda etnik topluluğun yaşadığı Nijerya, 160 milyonu aşan nüfusuyla Afrika'nın en kalabalık ülkesi. Sık sık etnik ve dini çatışmaların yaşandığı ülkede Boko Haram şeriat kanunlarına göre bir yönetim istiyor.

 

Tahran yeni nükleer

tesisle gözdağı verdi

 

İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Feridun Abbasi Davani, yeraltında inşa ettikleri yeni bir nükleer tesisin yakında faaliyete geçeceğini açıkladı. Davani, yeraltındaki nükleer tesiste uranyum zenginleştirmesi yapacaklarını belirtti. İran, yeraltında inşa ettiği Fordo nükleer tesisini uzun yıllar sır gibi sakladı. Ancak Ahmedinejad yönetimi 2009 yılında başkent Tahran'ın 160 kilometre uzaklığında askeri bir bölgede yeraltında nükleer bir tesise sahip olduğunu kabul etti. Fordo nükleer tesisi yeraltında bir tünel sistemi şeklinde inşa edildi. Davani dün de yaptığı açıklamada Buşehr nükleer tesisinin ay sonu itibariyle tam kapasite ile çalışmaya başlayacağını ve Tahran'ın Afrika'daki bazı ülkelere barışçıl nükleer teknoloji satacağını açıklamıştı.

 

Ege'nin öte yakasında sağlık emekçileri grevde

 

Yunanistan’da, mali krizle mücadele temelindeki reformlar çerçevesinde sağlık alanındaki uygulamalara ve sektörün yeni maaş çizelgesine itiraz eden doktorlar, yeni grev kararları aldı. Yunanistan Hastane Doktorları Sendikası’ndan (OENGE) yapılan açıklamada, sosyal sigorta kurumu IKA’da çalışan doktorların art arda 24’er saatlik grevler şeklinde yapılacak eylem çerçevesinde 9-13 Ocak arasında işbaşı yapmayacakları bildirilirken, Atina Doktorlar Birliği (ISA) de özel sektördeki doktorların 9 ve 10 Ocak’ta 48 saatlik bir grev kararı aldığını açıkladı. Doktorların grevi süresince tüm özel ve devlet hastanelerinde yalnızca acil ve güvenlik ekiplerinin hazır bulunacağı bildirildi. Diğer yandan, devletten alacaklarını tahsil edemeyen eczacıların ise, ülkenin birçok yerinde sosyal sigortalılara ilaç vermeyi durdurduğu belirtildi.

 

 

 

 

SAYFA 12

 

 

DEVRİM kantinden de başlayabilir!

 

HALUK KALAFAT BİA Haber Merkezi

 

Yemekhanede sessiz bir uğultu vardı. Hemen tüm masalar doluydu ama kimse yemeğine dokunmuyordu. Tepsileri ellerinde, boş sandalye, masa arayanlar amacına ulaştıktan sonra biri kalktı ve elindeki bildiriyi yapabildiğince gür bir biçimde okudu.

Söylenenler bire bir aklımda değil. Mesele bir gün önce yemekhanede çıkan tavuğun bozuk olması ve yurtta kalan öğrencilerden bir kısmının hastanelik olmasıydı.

Açıklama okunurken dışarıda jandarma pozisyonunu almıştı. Çıkıldığında ortamın ne kadar sertleşeceği başçavuşun inisiyatifindeydi.

Konuşma bitince büyük bir gürültü eşliğinde toplu halde masalardan kalkıldı. Aynı anda yüzlerce sandalye gıcırtısının dramatik bir etki yaptığını itiraf etmeliyim.

Yanlış anımsamıyorsam üniversitede katıldığım ilk eylemdi.

Eylem biçimi yurt kantininde yapılan tartışmalarda belirlenmişti. Yurtlarda kalmayan eylemci öğrencilerle detaylar fakülte kantinlerinde konuşulmuştu.

Dışarıya çıktığımızda asker saldırmadı. Gevşek bir yürüyüş kolu oluştu.

O sırada gözüm yemekhane salonuna takıldı. Dört ya da beş yemekhane çalışanı bıraktığımız tepsileri topluyordu.

Yürüyüşe katılmadım, içeri girip yardım etmek istiyordum ama utandım.

Değişik kantinlerde yapılan toplantılarda bu eylem biçimi daha sonra çok tartışılacaktı.

Boğaziçi Üniversitesi'ndeki Starbucks İşgali eylemi sonrası okuduğum haberlerde ve yorum yazılarında hep kendi öğrencilik yıllarımdaki kantinlere ve eylemlere gitti aklım.

Sonra okuduğum üniversite olan ODTÜ'den bir kantin eylemi haberi daha geldi.

İnşaat Mühendisliği bölümünün kantininde boykot vardı. Öğrenciler fahiş fiyatları protesto etmek için kendi kantinlerini kurmuştu.

ODTÜ'de ilk katıldığım yemekhane eylemi 1987'de yapılmıştı. Daha sonra eylem biçimleri üzerine tartışmalar çeşitli yerlerde yapıldı; kantinler de bu mekânlardan biriydi.

Öğrenciler büyük amfilerde bir araya geliyordu; orada bilgi alışı vardı. Tek yönlü, hiyerarşik bilgilenme. Kantinler ise görüş alışverişinin had safhada olduğu dinamik yerlerdi. Üniversite yıllarında asıl eğitimi kantinlerde aldığımı düşünürüm sık sık.

1980 darbesinin etkilerinin sürdüğü dönemde kantinler, nefes alınan yerlerdi. Forum alanı gibi kullanılabiliyordu, iç tasarımı, masa sandalyeleri yerleşimi uygundu buna. Öğrencilerin izleri vardı her yerde. Yönetim çok dokunmazdı kantinlere. Hadi itiraf edeyim biraz loş ve salaş yerlerdi.

Kantin çalışanları 1980 öncesini yaşamış "hoca"lardı. Babacan tavırlı, hoşgörülü ve belli ki solcu kantin çalışanlarına "hocam" diye seslenirdik; ODTÜ'de gelenek olduğu üzere herkes birbirine "hocam" derdi. Gerçi onlara daha bir yakışırdı bu hitap.

Sonra Alpaslan Nas'ın "Starbucks İşgali ve Mutena Kampus" başlıklı yazısında ayrıntılı biçimde açıkladığı soylulaştırma (mutenalaştırma) hamleleri kantinleri hedef almaya başladı.

Kantinler kaşarlı tost-çay "fakirliğinden" kurtarılacaktı.

Bu sürecin tam olarak ne zaman başladığını hatırlamam çok mümkün değil. Ancak ne zaman biz öğrencilerin canına tak ettirdiğini iyi hatırlıyorum.

1991'de İdari Bilimler Fakültesi'nin kantininde ince belli çay bardaklarının kaldırılıp yerlerine "modern", "hijyenik" plastik bardakların konulması ve art arda gelen zamlar bardağı taşırdı.

1000 lira olan çaya zam geldiğinde eylem kararı alındı. Ama artık geleneksel eylem biçimlerinden sıkılmıştık, her yürüyüşte, kuşlamada jandarmayla karşı karşıya gelip "Jandarma biz sosyalistiz" türküsünü okumaktan yorulmuştuk. Üstelik kaçmak da, kaçamayıp yakalanmak da büyük bir sorundu.

Kamusal alanımızdan çıkmadık kantin eyleminde. Kendi kantinimizi kurduk: "İlkel komünal kantin".

Okula gizlice soktuğumuz küçük tüpte bir hafta boyunca çay demledik, simit getirdik, başka kantinlerden tost aldık.

Jandarma kantinlere giremiyordu. Dekanlıkla karşı karşıyaydık. İlk gün yarı fiyatına satış yaptık. İdare yönetmelik gereği izinsiz satış yapamayacağımızı bildirdi. Bağış da alamıyorduk. Bir kutu koyduk. Bazı arkadaşlar kutunun içine para düşürüveriyordu.

Öğrenci eylemlerinin gazetelerde yer bulması çok zordu. Ama "İlkel komünal kantin" kısa da olsa yer buldu.

Sonuçta dekan geri adım attı; sözler verildi. Elinden geleni yapacağını ama devam edersek "okulda küçük tüp kullanmaktan" dolayı disiplin cezası alacağımızı da ekledi tabii.

Eylem bizce başarılı olmuştu. Gerçi "kantinlerin mutenalaştırılması" sürecinin önünü kesmemiz mümkün değildi. Ama biz kantini bizim evrilttiğimiz haliyle seviyorduk.

Tıpkı Pınar Öğünç, Simon Kuper'in kitabına selamla "Bir kantin asla sadece kantin değildir" gibi çok yerinde bir başlık attığı yazısında yazdığı gibi: "Üniversite ve yurt kantinlerinde ara ara filizlenen bir boykot kökü mevcuttur. Hayat kantinlerde döner, hayata kantinden müdahale edilir çünkü kantin deyince kiminin gözünde sadece kaşarlı tostla çay canlanabilir. Ama bir kantin asla sadece kantin değildir."

O zamanlar bu kadar iyi ifade edemezdik ama asıl mesele buydu. Kantin asla sadece kantin değildi.

 

 

Yapı Yol-Sen’den

özelleştirmelere

karşı eylem

 

YAPI YOL-SEN üyeleri, köprü ve otoyolların özelleştirilmesine karşı eylem yaptı. Emekçiler, güvenli, ucuz ve yaygın bir ulaşım ağı talep etti. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu'na (KESK) bağlı Yapı-Yol Sen üyesi emekçiler, İstanbul Kadıköy'deki Eminönü İskelesi önünde basın açıklaması yaptı, otoyolların özelleştirilmesine tepki gösterdi. Yapı Yol-Sen üyeleri, açıklama öncesi iskele önünde bildiri dağıttı, emekçileri özelleştirmelere karşı mücadele etmeye çağırdı.

GELİR YÜZDE 250 ARTTI

Yapı Yol-Sen İstanbul Şube Başkanı Nizamettin Orhan, çok sayıda otoyol ile Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinin 25 yıllığına özelleştirilmesi yönünde karar alındığını anımsattı. Orhan, otoyollardan elde edilen gelirin son 10 yılda yüzde 250 arttığını belirterek, "Köprü ve otoyollardan elde edilen gelir sürekli ve düzenli bir biçimde artarken hükümetin köprü ve otoyolları hangi mantıkla satmaya çalıştığını anlamak mümkün değil" diye konuştu. Orhan, özelleştirmelerin sonucunda çalışanların ve hizmetten faydalananların zarar gördüğünü belirterek, otoyol çalışanlarının özelleştirmeye karşı olduğunu söyledi. Orhan, özelleştirme gerçekleşirse, geçiş ücretlerinin artacağını, trafik sorununun büyüyeceğini, bakım ve onarım hizmetinin aksayacağını, taşımacılığın pahalanmasıyla temel tüketim ürünlerinin fiyatlarının artacağını, çalışanların iş güvencesinin ortadan kalkacağını da sözlerine ekledi.

 

 

2011 enflasyonu ücretleri eritti

 

GÜLSEN CANDEMİR

 

MUĞLA Yatağan ve Milas işyerlerinde çalışan Maden ve Enerji işçileri, TÜİK’in 2011 yılı enflasyon rakamlarına göre 2011 yılı için  aldıkları zammın eridiğini belirterek, enflasyon mağduru olduklarını belirtti.

İşçiler, kamu işçisinin enflasyona ezdirilmemesi ve mağduriyetlerinin giderilmesi için yaklaşık 1.500 kişinin imzaladığı dilekçelerini Yatağan Postane’sinden Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e gönderdiler.

Türkiye Maden İş Sendikası Yatağan Şube Başkanı Süleyman Girgin ve Tes-İş Sendikası Yatağan Şube Başkanı Fatih Erçelik, posta gönderimleri sırasında yaptıkları ortak basın açıklamasında şunları söylediler:

“Türkiye İstatistik Kurumu 2011 yılı enflasyonunu yüzde 10,45 olarak açıkladı. Enflasyon oranında yeniden çift haneli rakamlara ulaşılırken, emekçilerin aldıkları zamlar eridi. TÜİK 2011 yılı için gerçekleşen enflasyon rakamını açıkladıktan sonra Maliye Bakanı, "Kimseyi enflasyona ezdirmeyeceğiz diye açıklamalar yapmıştır. Oysa geçen yıl gerçekleşen enflasyon ile Kamu Kesimi Toplu İş Sözleşmesi protokolünü karşılaştırdığımızda, kamu işçisi enflasyona ezdirilmiş ve 2011 yılını enflasyon mağduru olarak geride bırakmıştır.

İMZALAR MALİYE BAKANLIĞI’NA...

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıklamaları doğrultusunda kamu işçisinin mağduriyetinin giderilmesi gerekiyor. Bu konunun bir dahaki Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinin konusu haline getirilmeden şimdiden görüşülerek çözüme kavuşturulmasını bekliyoruz. Bu kapsamda Yatağan ve Milas’taki GELİ ve YLİ işyerlerinde çalışan maden işçileri ile Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy’de çalışan enerji işçisi arkadaşlarımızca toplanan imzaları Maliye Bakanı’na gönderiyoruz. Enflasyon mağduriyetinin işyerlerimizde yarattığı rahatsızlığı ve çözümü yönündeki talebimizi Bakan’a ve dolayısıyla hükümete iletiyoruz. Konfederasyonumuz Türk-İş’in bu konuda üzerine düşen görevi yapacağı inancıyla, atacağı adımları da destekliyoruz.”

 

 

 

 

SAYFA 15

 

Sionlulardan FIFA’ya: MAFIFA

 

Binlerce FC Sion taraftarı FIFA ve UEFA  aleyhine miting yaptı. Uygunsuz transfer yapıp bu oyuncuları ligde ve UEFA Avrupa Ligi'nde oynattığı gerekçesiyle  -36 puan silme cezası alan ve ligde zirvedeyken bir anda -5 puanla son sıraya gerileyen Sion'un taraftarları yürüyüş düzenleyip FIFA Başkanı Sepp Blatter'i istifaya çağırdı. Şehir meydanındaki topluluğa FC Sion teknik direktörü Laurent Roussey ve oyunculardan Goran Obradavic ile Geoffroy Serey Dié de katıldı. Yaklaşık 1000 kişi civarındaki topluluk FIFA ve UEFA aleyhine çeşitli sloganlar atarken Blatter ve Platini'nin isimleri okunduğu zaman topluluktan yuhalama sesleri ile protesto ıslıkları yükseldi.

Bu arada topluluğun önünde yürüyen gurubun elinde bulunan pankartta FIFA başkanı Sepp Blatter'in resmi ve altında da FIFA ile Mafya arasındaki ilişkiye bir gönderme olarak "MAFIFA" yazısı bulunuyordu. Kalabalık grubun ellerinde ayrıca Blatter'in Godfather filmindeki Marlon Brando'ya benzetilmiş fotoğrafları yer aldı. Kalabalık topluluk uzun süre meydanda kalarak protestolarına devam ettikten sonra ayrıldılar.

 

NE OLMUŞTU!

FIFA, Sion'a, 2008'de yaptığı bir transferin usulsüz olması nedeniyle transfer yasağı getirmiş, kulüp yasak devam ederken geçen yaz 6 oyuncu transfer etmişti. Bu 6 futbolcu Valais'deki yerel mahkemeye başvurmuş, mahkeme bu oyuncuların Sion'da oynamasında sorun olmadığına karar vermiş, Sion, bu oyuncuları İsviçre Ligi ve UEFA Avrupa Ligi'ndeki bazı maçlarda oynatmıştı.

UEFA ise Sion'u bu 6 oyuncuyu oynattığı gerekçesiyle UEFA Avrupa Ligi'nden men etmişti. Bunun üzerine Sion, Martigny'deki yerel mahkemeye başvurmuş, mahkeme UEFA'nın haksız olduğuna ve takımın tekrar UEFA Avrupa Ligi'ne alınması yönünde karar vermişti. Bu arada, İsviçre'deki üst mahkeme ise Valais mahkemesinin kararını bozmuş, UEFA'yı haklı bulmuştu. Davanın taşındığı Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi de (CAS), iki gün önce UEFA'nın haklı bulunduğunu açıklamış ve Sion Kulübü'nün UEFA Avrupa Ligi'ne tekrar dahil edilmesi yönündeki talebini reddetmişti.

 

 

 

Galatasaray nereye koşuyor?

Süper Lig'de zorlu bir karşılaşmanın ardından Samsunspor'u 2-0'dan gelip 4-2'lik skorla geçen ve üst üste 8. galibiyetini alan lider Galatasaray, rekora koşuyor. Teknik direktör Fatih Terim yönetiminde bu sezon başarılı bir performans ortaya koyan sarı-kırmızılı ekip, Samsunspor engelini de aşarak bir sezonda galibiyet serisi rekorunu egale etmeye bir adım daha yaklaştı.

Lig'in 20. haftasında 14 Ocak Cumartesi günü TT Arena'da Kardemir Karabükspor'u konuk edecek sarı-kırmızılılar, bu karşılaşmadan galip ayrılması halinde, 1987-88 sezonunda 9 maç kazanarak elde ettiği bir sezonda üst üste kazanma rekorunu egale etmeyi başaracak. Galatasaray, 1987-88 sezonunun 26. haftasındaki Gençlerbirliği maçıyla başlayan serisinde, sırasıyla Altay, Kocaelispor, Samsunspor, Malatyaspor, Denizlispor, Karşıyaka, Adana Demirspor ve Boluspor maçlarını kazanarak sezonu tamamlamıştı.

3. KEZ 8 MAÇLIK SERİ

Galatasaray Teknik Direktörü Fatih Terim, peş peşe alınan galibiyetlerle takımını rekora götürürken, kendi seri galibiyet rekorunu de 3. kez yakaladı. Sarı-kırmızılı takımda teknik adam olarak ilk kez görev aldığı 1996-1997 ve UEFA Kupası'nın da kazanıldığı 1999-2000 sezonlarında üst üste 8 maç kazanan Fatih Terim, 3. dönemini yaşadığı Galatasaray da, Samsunspor galibiyetiyle bu rekorunu da 3. kez yineledi. Terim'in 8 maçlık galibiyet serilerini 1996-1997 sezonunda Beşiktaş, 1999-2000 sezonunda ise Fenerbahçe bitirmişti.

 

 

Knicks’te toparlanma

‘Amare’leri belirdi

 

NBA’de normal sezona dün gece oynanan 10 karşılaşmayla devam edildi. Sezona istediği başlangıcı yapamayan İtalyan koç Mike D'Antoni'nin New York Knicks'i Detroit Pistons'ı deplasman 103-80 yenerek arka arkaya ikinci galibiyetini aldı. Knicks'in yıldız uzun forveti Amare Stoudemire 22 sayı, 8 ribaund ile oynarken tecrübeli guard Mike Bibby 16 sayı 3 asistle galibiyete önemli bir bench katkısı yaptı.  Süper yıldız Carmelo Anthony ise Washington maçında attığı 37 sayının ardından bu maçta 13 sayı, 7 asistte kaldı.

SPURS İYİ BAŞLADI

Duncan-Parker-Ginobili süper üçlüsüyle 2 şampiyonluk elde eden San Antonio Spurs, bu oyuncuların yaşlanması özellikle de Tim Duncan'ın kariyerinin sonuna gelmesine rağmen sezona iyi başladı. Sol elindeki kırık nedeniyle 2 ay oynayamayacak olan Manu Ginobili'den yoksun Spurs, Denver Nuggets'ı 121-117 yenerek son 5 maçında 4. galibiyetini elde etti. Greg Popovich'in takımındaki yedek oyunculardan Danny Green ürettiği 24 sayıyla Spurs'un en skorer ismi oldu. Green, lokavt döneminde kısa bir süre Slovenya'nın Union Olimpija takımında forma giymişti. Öte yandan, Denver Nuggets'ın bu sezonki en büyük skor opsiyonu olan İtalyan forvet Danilo Gallinari bu karşılaşmada 31 sayı ile oynadı. BirGün

Toplu Sonuçlar:

New Jersey Nets - Miami Heat: 90-101

LA Clippers - Milwaukee Bucks: 92-86

Atlanta Hawks - Chicago Bulls: 109-94

Golden State Warriors - Utah Jazz: 87-88

Dallas Mavericks - N.O. Hornets: 96-81

Indiana Pacers - Charlotte Bobcats: 99-77

Houston Rockets - Oklahoma City: 95-98

Philadelphia - Toronto Raptors: 97-62

 

 

 

SAYFA 16

 

Ve korkulan oldu

 

Yeni Zelanda’nın Tauranga Limanı yakınlarında karaya oturan konteyner gemisi Rena ile ilgili korkulan oldu. Baş tarafından mercan resifine oturan ve arka tarafı yüzebilir durumda kaldığından hareket eden konteynır, şiddetli rüzgârın da etkisiyle ikiye bölündü. Şimdi, gemide bulunan 385 ton akaryakıtın denize karışması en büyük felaket senaryosu olarak dile getiriliyor. Gemiden şu ana kadar bin 100 ton petrol güvenli bir şekilde taşınırken; konteynırların yarıya yakını da tahliye edildi. Yüzlerce ton petrolün denize sızması sonucu bölgede bulunan 20 binden fazla deniş kuşu öldü.

Yetkililer en son yaptıkları açıklamada Rena’dan sızan petrolün durmasıyla rahat bir nefes aldıklarını ve gemideki konteynırları indirmeye başladıklarını belirtmişti. Bu umut verici gelişme geminin ikiye bölünmesi ile yerini felaket senaryolarına bıraktı.

236 metrelik yük gemisi Rena’da 1200 konteynir bulunuyordu. Yetkililer gemiden 22 kilometrelik alana yayılan petrolün 10 ton civarında olduğunu tahmin ediyor.

 

NE OLMUŞTU!

Liberya bandralı Yunan gemisi,

5 Ekim'de Yeni Zelanda'yı oluşturan iki büyük adadan biri olan North Island'ın Tauranga limanından 22 kilometre açıkta Astrolabe mercan kayalıklarında karaya oturmuştu.

 

Bebeklerin de artık sosyal medyası var!

Üreticilerin bebekler için tasarladığı Twitter uyumlu cihazlar, bebeklerin anne karnından bile ‘Tweet’ atmasını sağlıyor. Konuşamayan bebekler ise isteklerini Twitter üzerinden ileterek, aileleri ile iletişim kurabiliyor.

Bebeğinin anne karınında ne yaptığını merak eden ve ‘Kickbee’ adındaki uygulamayı oluşturan Corey Menscher, eşi için bir kemer geliştirdi. Kemer üzerine sensörler yerleştirilen cihaz, kablosuz bağlantı ile bilgisayara bağlanıyor. Düşük voltaj ile bebeğin her hareketini eşzamanlı olarak Tweet atıyor. Cihaz, Java aplikasyonu kullanarak Bluetooth özellikli bilgisayar ve akıllı telefonlara bağlanabiliyor. Yollanan Tweet’ler bebeğin kullanıcı hesabında saklanabiliyor.

Bir diğer teknoloji de bebeklerin ihtiyaçlarını anlamaya yönelik. Bu cihaz sayesinde bebekler ihtiyaçlarını ağlayarak değil, tweet atarak giderecek. Belçika Hasselt Üniversitesi’ndeki bir grup öğrencinin geliştirdiği Twitter bağlantılı oyuncak bebeklerin isteklerini twitter üzerinden gönderilmesini sağlıyor. Cihaz kablolu olarak internete bağlanıyor. Bebekler oyuncağın üzerinde bulunan ihtiyaç tuşlarına basarak twitter hesaplarına ileti gönderiyor. Örneğin, susadığında su tuşuna basarak tweet atıyor. Bebek anne ya da babasının fotoğrafı üzerine basarsa ‘@anne seni özledim’ tweeti gönderiyor.

 

 

Çinli yazarlar

Apple’a karşı

 

Çin'in başkentinde bir mahkeme dokuz Çinli yazarın Apple'a açtığı 11,91 milyon yüenlik (yaklaşık 3,5 milyon TL) telif hakkı davasını kabul etti. Ulusal basındaki haberlerde, yazarların, Apple Store'da kitaplarının yasadışı olarak indirildiğini savunduğu kaydedildi. Yazar Haklarını Koruma Birliği’nden Bey Cıçıng, Şanghay Sabah Postası gazetesine yaptığı açıklamada, "Apple'ın ülkedeki en büyük yasa dışı kitap yüklemesinin yapıldığı ve yasa dışı olarak satıldığı internet şirketi" olduğunu savundu.

Bu durumu tamamen hırsızlık olarak nitelendiren Cıçıng, yazarlar birliğinin Apple'a Çin kanunlara uyarak Apple Store'da satılan kitapların telif sertifikalarını sağlamasını gerektiğini belirttiklerini ancak Apple'ın bunu kabul etmediğini öne sürdü. Cıçıng, Çin'de 20 milyon insanın Apple Store üzerinden Apple ürünlerini kullandığını kaydederek, bu insanların çoğunun Apple'ın "kitapların yasadışı kopyalarının satıldığı bir platform" olduğunu bilmediğini iddia etti.

Apple'ın yasal kitap piyasasını etkilediğini söyleyen Bey Cıçıng, kitapların yasadışı kopyalarının Apple Store'dan milyonlarca kez indirildiğini ve bunun yazarlara milyonlarca dolara mal olduğunu savundu. Çin'in ünlü yazarları Han Han, Li Çıngpıng ve Murong Şüecun'un da aralarında bulunduğu 9 yazar Apple'ı yasadışı olarak 37 eseri satmakla suçluyor.