Sinem Derya Çetinkaya/ Oyuncular Sendikası Genel Koordinatörü İki gün önce yaşanan bir set kazasında genç bir çalışma arkadaşımızın hayatını kaybetmesi, kamuoyunun bir kez daha dizi setleri ve çalışma koşullarına yüzünü çevirmesine neden oldu. Sektör çalışanları, duyarlı kamuoyu ve izleyicilerin özellikle sosyal medyada yazıp çizdikleri gösterdi ki; belirli noktalara yeniden değinmek, hep beraber çözümler için yan […]

Daha kaçımızın ölmesi gerekiyor?
Sinem Derya Çetinkaya/ Oyuncular Sendikası Genel Koordinatörü

İki gün önce yaşanan bir set kazasında genç bir çalışma arkadaşımızın hayatını kaybetmesi, kamuoyunun bir kez daha dizi setleri ve çalışma koşullarına yüzünü çevirmesine neden oldu. Sektör çalışanları, duyarlı kamuoyu ve izleyicilerin özellikle sosyal medyada yazıp çizdikleri gösterdi ki; belirli noktalara yeniden değinmek, hep beraber çözümler için yan yana gelmek ve adres göstermek mecburiyetindeyiz.

Çok basit tedbirlerle önlenebilecek olan “iş kazaları”nda setlerde çalışan teknik ekip ve oyuncular hayatlarını kaybediyor, ağır yaralanıyor, travmalar yaşıyor, meslek hastalıklarına yakalanıyor, fiziksel psikolojik ve sosyal tam iyilik halleri ortadan kalkıyor.

Endüstrileşmemiş bir sektör olan Türkiye dizi – sinema sektörü, son on yılda kontrolsüz bir biçimde büyüdü ve sorunlarını da aynı kontrolsüz biçimde büyüttü. Yapımcı, yayıncı ve reklamverenlerin oluşturduğu işverenlerin kazancının bedeli; günlük 16-17 saat ortalamaya varan çalışma süreleri, sigortasız ve güvencesiz istihdam, sağlık ve güvenlik önemlerinin alınmadığı, sürekli değişken riskler ve tehlikeler içerisinde zarar görmeden deyim yerindeyse hayatta kalmaya çalışarak iş yetiştirmeye çalışmak oldu.

Bugünden çok farklı olmayarak sınırlı insan gücü ile yürütülen çalışmalardan belki de en önemlilerinden biri, 2015 yılında DİSK Sinema Emekçileri Sendikası ile Oyuncular Sendikası’nın Tehlike Sınıfları Tebliği’ne göre “az tehlikeli” sınıfta yer alan setlerin tehlikeli sınıfa alınması için girişimlerde bulunması ile gerçekleştirildi. Kanun koyuculara uzun uzun setlerin neden az tehlikeli olamayacağı izah edildi ve dönemin Çalışma Bakanlığı ile İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü’ne başvuruldu. 2015 yılında da setlerin “az tehlikeli” sınıftan “tehlikeli” sınıfa alınması sağlandı. Bu adım işverenlere daha fazla sorumluluk yüklemesi nedeniyle oldukça önemli olmakla birlikte elbette yeterli değil, kamu da dâhil olmak üzere tüm tarafların üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi gerekiyor.

Çünkü televizyon kutusundan izlediğimiz ışıltılı ve eğlenceli dünyayı omuzlarında taşıyan (kamera önünde ve arkasında) çalışanlar, sürekli değişen mekânlarda bırakın risk değerlendirmesinin yapılmasını, önceden doğru düzgün iş planı yapılmadan kimyasallar, yanıcı maddeler ve patlayıcılarla, elektrik güvenliği ve yüksekte çalışma tedbirleri alınmadan, trafikte motorlu taşıtlarla, aşırı soğuk ve sıcaklar da dahil olmak üzere aklımıza gelebilecek her yerde sağlık ve güvenlik önemleri alınmadan; hijyen, kişisel koruyucu ve ergonominin adının geçmediği işyerlerinde, yani setlerde çalışmaktalar. Zorlu çevresel etkenlere, iş yetiştirme baskısı ve yorgunluk gibi bu çalışma düzeninin “olağan” unsurları da eklendiğinde setlerin ne denli tehlikeli olduğu ortadadır.

Peki, ne yapılması gerekiyor? Bu soruya hiç şüphesiz sayfalarca yanıt verilebilir. Türkiye’deki çalışma ilişkilerinden başlayıp, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’na, örgütlenme özgürlüğüne, sendikaların yetkisiz ve işlevsiz bırakılmasına, teknik ekip ve -genel görüşün aksine hiç de öyle milyon milyarlar kazanmayan, ağır cezai şartlar ve kelepçe sözleşmelerle özlük haklarından yoksun, azımsanmayacak çoğunluğu yevmiye ile set, sahne ve stüdyolarda çalışan- oyuncuların gerçek ve yakıcı mevcut koşullarına, hak temelli örgütlenmeye karşı inançsızlık, öğrenilmiş çaresizlik, yılgınlık da dâhil olmak üzere uzun uzun konuşulabilir. Ancak çok temel ve mümkün bir çözüm var:

Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, talimatlarla çalıştığı şüpheye yer bırakmayacak şekilde açık olan teknik ekip ve oyuncular; yapımcılar tarafından 4/A işçi statüsünde istihdam edilmeli, çalışma süreleri ve koşulları 4857 sayılı İş Kanunu, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu çerçevesinde hazırlanacak sözleşmelerle güvence altına alınmalıdır. Kamu eli ile setler denetlenmeli, mevcut idari para cezaları yerine sektörde caydırıcı olacak ceza ve yaptırımlar olmalı, atipik olduğu kamu idareleri tarafından da kabul edilen bu sektöre özel bir yasa, yönetmelik ve/veya genelge çıkarılmalı, projeler doğru ve gerçekçi planlanıp risk değerlendirmeleri yapılmalı, gerekli önlemler alınmalı, setlerde tam zamanlı İSG uzmanları, sağlık personeli ile tam donanımlı ambulansların bulundurulması mecbur kılınmalıdır.

Yukarıda sayılan en temel çerçevedeki önlemler, sektörü her yönüyle daha nitelikli, daha sağlıklı, daha güvenli ve iş barışının olduğu bir yer haline getirebilir.

Türkiye dizi sektörünün, iç pazardaki milyonlarca dolarlık cirosu ve dizi ihracatında dünyanın ilk beş ülkesi arasında gösterilmesinin ülke ekonomisine katkısına methiyeler başka mecralarda uzun uzun diziliyor; ancak bunun bedeli yaşam hakkının ihlali olamaz. Hızlı ve kalıcı çözümleri kanun koyucuların hakemliğinde; kamuoyunun desteği, çalışanların haklılığı ve bir bütün olarak da sektörün tüm paydaşları ile bir an evvel yürürlüğe koyabilecekken daha kaçımızın ölmesi gerekiyor?