Eser Ceran Erdi, “Sistemin kuşatması altındayız. Teslim olanlardan yana değil; özgürlükten, daha yaşanası bir dünyadan yanayım. Tuhaf olan kötü melodiler, doğanın ve hayvanların canına kasteden kirlenmiş bir zihniyet ve kötülükle ilerleyen her şey kakofoni. Benim itirazım bu!” diyor.

Daha yaşanası bir dünyadan yanayım
Fotoğraf: Kadir İncesu

Kadir İNCESU

Eser Ceran Erdi’nin üçüncü şiir kitabı ‘Bakmalar Denizi’ Hayal Yayınları’ndan çıktı. İlk şiir kitabı ‘Söylenmeyen’ 2020’de, ikinci şiir kitabı ‘Ay Güneşlenirken’ 2022’de yayımlanan Eser Ceran Erdi şiir çevirileri de yapıyor. Şiirleri çeşitli dillere çevrilen Erdi ile şiirleri üzerine konuştuk.

“Tuhaf seslerine teslim oluyoruz dünyanın” derken kişinin teslimiyetini mi vurguluyorsunuz?

Bu dizede genel anlamıyla tasavvufi bir vurgu olmadığı gibi bir dizenin kimi zaman metaforik olduğu gibi anlam ve çağrışımlara da açık olabileceğini söylemekte yarar görüyorum. Tam tersine akıldan, bilimden yana olduğumu söylemeliyim. Bazen şiirinizi oluştururken bir dize size komşu olmak ister, işte bu bağlamda her ne kadar şiiri siz yapıyor olsanız da dünya görüşünüze sızan bilgiler size sezgi yoluyla geri dönebiliyor. Burada ‘tuhaf’ bir gürültü üreten insan doğasına aykırı bir sistemin varlığıdır. İster istemez zihnimizi ve ruhumuzu esir almak isteyen bu sistemin kuşatması altındayız. Bu yazdığım dizedeki ‘teslimiyet’ kadercilik anlamında değil. Teslim olanlardan yana değil; özgürlükten, daha yaşanası bir dünyadan yanayım. Tuhaf olan kötü melodiler, doğanın ve hayvanların canına kasteden kirlenmiş bir zihniyet ve kötülükle ilerleyen her şey kakofoni. Benim itirazım bu!

Her ne kadar “bazı günler boş bir tuval gibi” olsa da; boşluğun, sessizliğin, hareketsizliğin anlamı/anlamsızlığı nasıl bir bütünlük oluşturur şairde?

Bu dize bir ‘yazıklanma’ gibi anlaşılıyor olsa da öyle değil. Her yeni bir güne başlamak sürprizlerle doludur, kimse kendisini ‘boş bir çuval gibi’ hissetmemeli, boşluklar kıymetli değerlerle dolmalı, sessizliğin de kendine ait bir bestesi var, şiirlerle, dostluklarla, üretmekle doldurulmalı diye düşünenlerdenim. Bir dakikamız bile ziyan olmamalı, zaman geçiyor, hayat bitiyor. Bir yerde okuduğum şu söz geldi aklıma: “Evde yaşayan ölür…” İşte can alıcı sorularınızdan biri bu olsa gerek, ‘anlam’ ve ‘anlamsızlık.’ Anlamı anlarım da anlamsızlık dadaistlerin sorunu olsa gerek. Oysa anlamı şiirden arındırmayı anlamsızlığı da hayattan çıkartmayı benimseyenlerdenim. Şiir yazıyorsak, anlaşılmayı beklemem doğrusu. ‘Bütünlük’ dediğimiz şey, şiirin yaşantısıyla, şairin arasındaki o derin diyalektik! Şiirin felsefeye, felsefenin sanata ihtiyacı var. ‘Bazı günler boş bir tuval gibi’ olsa da şair düşünüyordur. O boş tuval üretime dâhil değil mi?   

“Hayri Bey Evine Geri Dönmüş müydü?” şiirinizde vurguladığınız “iki arada bir derede kalmak” yaşamın en büyük acımasızlıklarından mı? Şairin şiirini yazarken yaşadığı açmazlar, kaygılar şairi yalnızlaştırır mı?

İki arada bir derede kalmak bir oportünizm. Arabesk bir sıkıntı. Bu arada bu sıkıntı benim ve birçok şairin açmazlarından biri. O kavramlar şiir yazanları büyütür. Tedirginlik, kaygı, açmazlık kavramları şiirin kaynağı olmalı. Benim de tedirginliklerim var. Böylesine tuhaf ‘sesler’ üreten, anlamsız bir hayattan yana değilim. Melih Cevdet Anday’ın dediği gibi: “Bu dünya yeniden olmalı…” Şair olmak kolay iş değil. ‘Bakmalar Denizi’ benim üçüncü kitabım olsa da daha henüz kendimi ‘şair’ olarak nitelendiremem. Herkesin bir zamanı var. Hayri Bey’in evine dönüp dönmediğinden daha çok Ahmet Hamdi Tanpınar’a dikkat çekmek istedim. Ahmet Hamdi Tanpınar bana göre yeterince keşfedilmedi.

“Hiçliğin ortasında” bir arayışın şiirleri olarak değerlendirilebilir mi? ‘Bakmalar Denizi’ndeki şiirler, ne bulacağını bilmeden mi ilerliyor şiir yazma eyleminiz?

“Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır” sözünün sanırım yeridir. Tematik şiirler yazdığım söylenemez. Hiçlik kavramını anladığımızda yaradılışımızın değerini de anlayabiliriz. Hiçliğin içinde hem o kadar değerli hem de o kadar hiçiz! Burada hiç’i kelime anlamıyla değerlendirmemeli, içindeki bilgeliği anlamlandırmaya çalışmalı. Şiirin arkadaşlığını seviyorum. Her konuda, her anlamda orada dürüstlük yoksa, hiçliğin ortasındasınız demektir.

Unutmayı da unutur mu insan, özellikle de bir şair? Unutmak bir kurtuluş mu yoksa?

Şair hatırlamak için yazıyor, özellikle şair olan unutur muydu hiç? “Hatırlamak bir kuş, unutmak gökyüzü” böyle mi demişti bir şair? Her şey hemen eskiyebiliyor ama unutmadıklarımız, hatırladıklarımız hep yeni kalmıyor mu? Şairlerin hayata yakın temas halleri vardır ve unutmanın üzerini bırakın örtmeyi, örtüyü kaldırandır. Şair hatırlamayı seçtiği için şiir yazıyor. Bu sorunun cevabını denize bakmadan geçenler, denizi görmeden yaşayanlar düşünsün. Sözgelimi siz darağacında asılan fidanları, savaşları, ya da Sivas’ta yaşananları unutabilir misiniz? Unutmak değil, tersine unutmamak, hatırlamak yaşamaktır, hayata, insanlığa saygı duymak demektir.

Arayışların yanıtını, bakmak ile görmek arasındaki o ince çizgide bulmak mümkün mü? Bir şairin dış dünyaya bakması kadar kendi iç dünyasına bakması da önemli. Sanatçının kendisine bakması, irdelemesi aklındaki gerçeği ifade etmesini nasıl etkiler?

Şairin arayışları, soru sormaları bitmez. “Bakmak ile görmek” arasındaki o çizgide nefes alıp veriyor. Şair dünya ile olan algı antenlerini açık tutmak zorunda. Kalemi iç dünyamıza banarak, batırarak konuşturmalıyız. Sadece bakmakla yetinmek eksiklik, görmenin derinliğine uzanmamız gerekiyor. Kalbin de gözleri vardır, bilince yaklaştırır bizi. Görmenin muazzam seçiciliği, bakmanınsa, gidişi, kayboluşu vardır. “Bakınca severiz, görünce hayran oluruz...” Kısacası Bakmalar Denizi’ne kenardan bakmayalım, içine girelim isterim. Hem deniz seyredilmez ki, yaşanır! Göz gözü görmüyor olsa da, göz yanıltsa da içimiz daha gerçek, samimi… İçimizdeki dünyaya eğilirsek hayatı sorgulamayı da öğrenmiş oluyoruz.