Altıncı yılını geride bırakan 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin karanlık yönleri aydınlatılmadı. Siyaset Bilimci Behlül Özkan, 2004’teki raporlara rağmen iktidarın 17-25 Aralık’a kadar hiçbir adım atmadığını söyledi.

Darbe girişiminin karanlık yönleri aydınlatılmadı: Raporlara rağmen bir adım atmadılar

Sercan Meriç

15 Temmuz 2016’daki Darbe Girişimi 6. yılını geride bırakırken etkileri, karanlıkta kalan yönleriyle birlikte devam ediyor. Darbe girişimini “Allah’ın lütfu” olarak gören iktidar, bugünkü ‘tek adam’ rejiminin taşlarını döşedi. Dün ülkenin dört bir yanında düzenlenen resmi törenlerde yaşamını yitirenler anıldı. Darbe girişimine uzanan sürecin yanı sıra Nur cemaatinin devlette ve kurumlarda nasıl kadrolaştığı en çok tartışılan konulardan biri oldu.

Konuya ilişkin BirGün’e konuşan Siyaset Bilimci Doç. Dr. Behlül Özkan, TSK ve Hava Kuvvetleri’nde Nurcuların örgütlenmesine dair tarihsel arka planla ilgili değerlendirmelerini aktardı. 251 yurttaşın hayatını kaybettiği ve Cumhuriyet tarihinin en kanlı darbe girişimlerinden biri olduğunu hatırlatan Özkan, “Sembolik olarak da Hava Kuvvetleri’ne ait savaş uçakları TBMM’yi bombaladı. Hava Kuvvetleri’ndeki Fetullahçı pilotlar bu derece ileri gidecek harekete cüret etti” dedi.

Doç. Dr. Behlül ÖzkanDoç. Dr. Behlül Özkan

1980’LERDEN İTİBAREN ORDUDA ETKİNLİĞİ ARTTI

Türkiye siyaset bilimi çalışmalarında Türkiye’de ordu, laik, Kemalist, seküler hatta sol bir cenahı temsil ettiğine inanılan yanlış bir algı olduğuna değinen Özkan, “Bunun karşısında da İslamcıların daha çevreden gelen aktörler, sivil toplumcu olduğu yönünde yerleşik bir kanaat var. Akademik anlamda merkez-çevre olarak nitelendirilebilir. Merkezde Kemalist elitler var, çevreden gelen İslamcı aktörler, cemaatler ve Gülen cemaatinin sivil toplumcu olduğu iddia edildi. Türkiye’yi bunların demokratikleştireceği öne sürülüyordu” diye konuştu. “15 Temmuz’da bunun böyle olmadığını gördük” yorumunu yapan Özkan, “O zaman İslamcı, sağ, merkez sağ, liberal, hatta merkez sol cenahta da oldukça itibar gören Fetullahçılar, böyle bir darbe girişimine yeltendiler. Bunun tarihsel bir planı var. Fetullahçılık Nurculuk içinden çıkan bir oluşum. 1980’lerden itibaren Fetullahçıların ordu içinde konum kazanmaya çalıştıklarını biliyoruz. Bunun daha da tarihsel arka planı var” değerlendirmesini yaptı.

1940’LARDAN SONRA SIZMA BAŞLIYOR

Özkan, cemaat örgütlenmesinin devlete hakim olmasını ise şu sözlerle açıkladı: “Said-i Nursi’nin liderliğini yaptığı Nurculuk hareketi, orduya 1940’ların sonundan itibaren sızıyor ve müntesiplerini arttırmaya çalışıyor. 1920’lerin sonundan itibaren TSK içinde Said-i Nursi’nin müntesipleri oluşmaya başlıyor. 1948 yılında ilk defa askeri yargıç olmak üzere Harp Okulu’nda okuyan bir öğrencinin tespit edildiğini görüyoruz, emniyet tarafından. O dönemde Afyon’daki mahkemeye intikal ediyor bu kişi. 1950’li yıllardan, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinin ardından ki Demokrat Parti de Nurculuğa çok fazla yakın bakmıyor, TSK içindeki Nurcuların sayısı artmaya başlıyor. Soğuk Savaş konjonktürü orada belirleyici oluyor. TSK içindeki jet pilotlar arasında Nurcuların sayısı artıyor. Risale-i Nur’u farklı şehirlerde yazanlar var. Bunlar son kontrol için Said-i Nursi’ye gönderiyorlar. Ancak yolda bunun polislere yakalanmaması için askeri pilotlar kullanılıyor. Onlar taşıyorlar. 1950’li yıllarda Hava Kuvvetleri’nde Nurcuların etkisi artıyor. 1959 yılı kritik bir yıl. MİT’in öncülü MAH ve Emniyet Nurcuları yakın takibe alıyor. Yakın takip neticesinde de dönemin Savunma Bakanı Ethem Menderes bir rapor yazıyor. Ethem Menderes’in Nurculuğun silahlı kuvvetlerdeki gelişiminden son derece kaygılı olduğunu, bunun önlenmesi için kanuni değişikliğin yapılması gerektiğini yazdığını görüyoruz. Nurcular, orduyu ele geçirmek için birtakım stratejik hedefler koyduklarını biliyoruz. 27 Mayıs Darbesi’nden sonra ve CHP’nin iktidara gelmesiyle Nurcularla mücadele için birtakım girişimler oluyor. Daha sonra Adalet Partisi’nin iktidara gelmesiyle Nurculara yönelik önemlerin kenara bırakıldığını söylemek mümkün.”

MECLİS ÇALIŞMALARI YETERSİZ KALDI

1980’lerle birlikte Nurculuk içinden çıkan Fetullahçıların orduda etkin konuma geldiğini hatırlatan Özkan değerlendirmelerini şöyle sürdürdü: “1990’ların ikinci yarısından itibaren ordudaki Fetullahçılarla mücadele etmek için hazırlanan raporlar var. Bununla ilgili en önemlisi 24 Ağustos 2004 tarihli TSK ve MİT’in iki tane önemli raporu MGK’ye sunuldu. Bu raporlarda Fetullahçıların özellikle emniyet, ordu ve eğitimde örgütlü olduklarına dair, yurtiçin ve yurtdışı bağlantıları oldukları, devlet içinde devlet oldukları uyarıları yer alıyor. 2004’teki bu raporlara rağmen, dönemin iktidarının 17-25 Aralık’a kadar hiçbir adım atmadığını biliyoruz. Dönemin başbakanının siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan, yazdığı bir yazı var. Orada “2004 yılındaki kararlar yok hükmündedir” diyor. O dönemde Fetullahçılara bağlı yazarlar da AKP iktidarını suçlayarak, “Siz bizim için MGK’de bu kararların altına imza attınız” şeklinde yazılar yazıyordu. Belki son bir arayı bulmak ve barış sağlama amacı vardı Akdoğan’ın. 17-25 Aralık’tan sonra hükümetin Fetullahçılara karşı tavrı değişmeye başladı. Daha sonra Fetullahçılar FETÖ ilan edildi. Meclis araştırma komisyonunun çalışması son derece yetersiz kaldı.”


NE DARBECİLER NE DE TEK ADAM YÖNETİMİ

Darbe girişimin yıl dönümünde siyasi partiler ve meslek örgütlerinden de açıklamalar geldi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, "Bilinçli bir operasyonla 15 Temmuz gerçeklerinin sorgulanması engelleniyor” dedi. Ağbaba, “Saray iktidarı 15 Temmuz için çizdiği çerçevenin dışına kimsenin çıkmasını istemiyor” ifadelerini kullandı. Ağbaba, 15 Temmuz’un üzerinden altı yıl geçmesine rağmen AKP’nin gerekli dersleri almadığını hatırlatarak "Tarikatların devlet içinde yapılandığı, FETÖ’cü subayların yerine SADAT’çıların TSK içinde aktif hale getirildiğini biliyoruz" ifadelerini kullandı.

TKP’den yapılan açıklamada, "Emperyalistlerle pazarlık peşinde koşanlar, onlardan medet umanlar, Türkiye’yi darbelerden koruyamaz. Onlar darbelerin varlık sebebidir. Ülkemizi emperyalistlerin ve patronların kanlı planlarından koruyabilecek tek güç halkın örgütlülüğüdür" denildi. EMEP Genel Başkan Yardımcısı Sedat Başkavak ise “Ekonomideki kara bulutları da 15 Temmuz Darbe Girişimi ile açıklayan AKP sözcüleri açıktır ki daha çok yasak ve baskı peşindedir. Erdoğan yönetimi 15 Temmuz’u hala ‘Allah’ın bir lütfu’ olarak kullanmaya devam ediyor. Türkiye halkı darbelerle tek adam yönetimi arasında bir seçeneğe mecbur değildir” ifadelerini kullandı.

Konuya ilişkin yazılı açıklama yapan İzmir Barosu da demokrasi vurgusu yaptı. Barodan yapılan açıklamada, darbeler ve darbe teşebbüslerinin Türkiye’yi daha da karanlığa sürüklediği dile getirildi. Gerici darbe girişimi kadar gerici zihniyeti ile darbe girişimini fırsata çeviren siyasi iktidarın da ülkenin demokratikleşmesi önünde engel teşkil ettiği belirtilen açıklamada “Artık süreç ülkemizin demokratik kurumlarının yeniden inşasıdır ve ülkemizde darbelere, darbe teşebbüslerine, bunlardan medet umanlara ve faydalananlara yer olmayacaktır” açıklamasına ver yerdi.