Darbe, adı üstünde, vurma, şiddet uygulama.
Meclis, darbeleri araştıracakmış: Bu işi, Ahmet Türk’e atılan polis yumruğundan ve bu yumruğun arkasındaki siyasî iradeden başlatmayan her türlü girişim, nafile çaba, kum havuzunda oyalanmadır.
Başbakan, özür bile dilemedi; tam tersine ‘polisimi dövüyorlar’ diye neredeyse hepimizi ağlatacaktı.
En son “MİT başkanı benim, devletin sır küpüdür, kesinlikle hesap verdirtmem” dedi; ki, bu doğrudan doğruya ‘devlet benim’ demektir.
XIV. Louis de aynı şeyi söylemişti: “L’Etat, c’est moi”. Ama rahmetli Louis zaten bir monarktı, dolayısıyla otokrat olup olmamak kendi ihtiyarındaydı, yani kendi tercih ve iradesine tâbiydi; oysa Erdoğan, ne kral veya halife, ne de fatih, fakat ‘kuvvetler ayrılığını’ temel alan bir cumhuriyetin bu yapının gereklerine bağlı kalmak şartıyla seçilmiş başbakanıdır; yani, kendisini devlet ilân etmesi doğrudan doğruya ve de tartışılmaz biçimde bir yetki gaspıdır; dolayısıyla, kaba kuvvete başvurarak veya kaba kuvvet kullanma tehdidiyle gerçekleşmiş bir darbeden daha az gayri meşrû olmayan bir durum söz konusudur.
Erdoğan’ın kaba kuvvet/zor kullanma fiili ve/veya tehdidi aracılığıyla maslahatta bulunup iktidar icra etmesinin ilk ve tek örneği, milletvekili Türk’e yumruk attırtması değildir: Kendi emrindeki güçler Uludere katliamını gerçekleştirmiş ve bugüne kadar, ne kendisi özür dilemiş, ne de katliamın daha alt düzey sorumluları ortaya çıkartılıp cezalandırılmıştır; tam tersine 12 Eylül darbesinin DGM’lerinden de daha pervasız Özel Yetkili Mahkeme, katliama ilişkin bilgileri sadece ammeden değil, Meclis komisyonundan da gizlemektedir: Askerî darbe, Meclis’i toptan feshettiyse, Erdoğan rejimi de aynı sonuca yargıyı kullanarak ulaşmaktadır.
Seçilmiş 9 milletvekilini yine yargı aracılığıyla Meclis’e gelmekten men etmesi, doğrudan doğruya Meclis’in kısmî feshi değilse, nedir? Meclis’e gelmelerine  -şimdilik-  izin verilenler ise, komisyon toplantlarında dövülüp söz ve oy hakkından mahrum bırakılmakta, fedai işlevine bütün ‘yürek’ ve gövdeleriyle sarılıp Meclis kürsüsünde milletvekili tartaklayıp susturan canlılar, değil özür dilemek ve cezalandırılmak, ‘reis’leri tarafından taltif edilmektedirler.
‘Reis’, hakikaten de reistir; pek çok kişinin gözünden kaçmıştır ama, ‘akçeli ceza’lara getirilen afta, sigara içmeye ilişkin olanlarının kapsam dışı tutulması, en ‘tipik’inden bir aşiret devleti uygulaması/aşiret reisi keyfîliğidir: Sigara içmek insan sağlığı açısından faydalı değil, bilindiği/bildirildiği kadarıyla da zarar bir iştir; ama, ülkelere demokrasi götürmek adına milyonlarca insanı öldürmekten çok daha masum, bu işi beceren katillere başarı dileme hainliğinden ise trilyonlarca ışık yılı uzakta olduğu apaçıktır.
Şunları söyleyip, yazımızı bitirelim: Bütün darbeler, mutlaka bir şeyleri gasp etmek için yapılır ve mutlaka ve mutlaka askerî olacaklar diye bir şey olmayıp, sokaklarda dolaşanın tank değil de polis panzeri olması veya radyoda televizyonda marşlar ve Hasan Mutlucan türküleri olmaması da bir darbeye maruz kalmadığımızı göstermediği gibi, kanun hükmünde kararnameler aracılığıyla veya Meclis’teki kelle/yumruk/tekme/çifte üstünlüğü üzerinden yasallaştırılmış hak gaspları da eli silahlı cuntacıların dayatmalarından daha az gayri meşrûdur diye bir şey yoktur