Google Play Store
App Store

"Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor" adlı oyunun yazarı Duygu Dalyanoğlu, kadınların merkezde olduğu hikayelerin az olduğuna dikkat çekiyor ve ekliyor: "Bu alanda kadınlarla birlikte üretmek, kadın sanatçılar olarak dayanışmayı sahne üzerinde büyütmek çok güçlendirici."

Dayanışma, sokaktan sahneye her yerde: Kadınlar isyanı oynuyor

Sarya TOPRAK

Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor oyunu Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu Tarafından sahneleniyor.

Oyunu izlerken Sevgi Soysal'ın halk için yazmaktan vazgeçmeyişine tanık oluyoruz. Aynı zamanda yaşamları birbirine değmiş kadınların hikâyesini de görüyoruz.

Oyunda devrimci mücadeleden de izler bulmak mümkün. Deniz Gezmişlerin yaptığı açlık grevi, Mahirlerin Kızıldere'de katledilmesine dair bölümler de oyunda kendini gösteriyor. Sahne dekoru, ekranda dönen kolajlar da oyunu daha da muhteşem hale getiriyor.

Oyundan çıktığınızda kadınların yaşama, üretme, var olma inadının neşeyle harmanlanmış hali içinizi umutla kaplıyor. Oyunun yazarı ve oyuncusu Duygu Dalyanoğlu ile konuştuk.

Sevgi Soysal'ı sahneleme fikri nasıl ortaya çıktı?

Yıllar içerisinde Boğaziçi Gösteri Sanatları topluluğu olarak bu tarz biyografi ve portre oyunlarına dair bir üslubumuz oluştu. Mesela Zabel Yeseyan’ın hayatını anlatan bir oyunumuz da var. Sevgi Soysal oyunu gibi tamamen kadınlardan oluşan bir oyuncu kadrosuyla sahnelenmişti. Aysel Yıldırım ile birlikte yazmıştık. Sonrasında biyografi sahnelemeye devam edemez miyiz diye düşündüm. Üniversite yıllarında tanıdığım ve edebiyatından çok etkilendiğim Sevgi Soysal'ı yeniden hatırladım. Sevgi Soysal'ı ilk Yıldırım Bölgesi Kadınlar Koğuşu’nu okuyarak tanımıştım. O zaman da çok canlı ve teatral ve sahnelemeye uygun diye düşünmüştüm. 2019’da tekrar okumaya başladım kadroyu açtım herkeste bir heyecan yarattı derken pandemi oldu, bu fikri biraz ertelemek durumunda kaldık. 2022 yazında tekrar başladık. Oyun kadrosu olarak Sevgi Soysal’ın yazdıklarını okuduk. Çok şanslıydık, hem yazdıkları yeniden basılmıştı hem de ortaya çıkan yeni yeni eserleri olmuştu. Ayrıca yıllar içinde de üzerine çok fazla inceleme yazılmış. Hem edebi bakış açısıyla hem de feminist bakış açısıyla. Oyun sürecimiz başladıktan sonra kızı Funda Soysal'la yollarımız kesişti. Onunla da araştırma tartışma sürecimiz oldu. Onun vesilesiyle Sevgi Soysal'ı tanıyan ve onun üzerine çalışma yapan başka başka isimlerle de çalıştık. Sonucunda hem onun eserlerini hem de dönemini hem de hayatının dönüm noktalarını iç içe geçirdiğimiz bir yapıya büründürdük oyunu.

Duygu Dalyanoğlu (sağda) BirGün’ün sorularını yanıtladı.

Tamamı kadınlardan oluşan bir kadroyla bir şey üretmek nasıl, biraz bahsedebilir misiniz?

Biz feminist tiyatro ekolünden geliyoruz. Boğaziçi Üniversitesi'nde öğrenciyken 8 Mart'larda yapılan skeçlerle başlayan sonra zamanla amatör alandan profesyonel projeler üretmeye başlayan bir süreç bizimki. Bu oyunda da sahne üzerinde 5 kadın oyuncu var. Oyunun yaratıcı ekibi yani yazarı yönetmeni koreografı gibi ana alanlarda da kadınlar çalışıyor. Kadınları güçlendiren, kadınların merkezde olduğu hikâye az. Kadın rolü hâlâ çok az. Bu alanda kadınlarla birlikte üretmek, kadın sanatçılar olarak dayanışmayı sahne üzerinde büyütmek çok güçlendirici. Biz Sevgi Soysal’ı tek kişilik bir oyunla da anlatabilirdik. Veya karma bir kadroyla çıkarabilirdik. Ama burada bütün rollerin kadın olması onun hayatında karşılaştığı, bazen çatıştığı, bazen sevdiği, ona destek olan birçok farklı kadını aramak bulmak ve anlatmak açısından da bizi farklı düşünmeye teşvik ediyor. Oyunda nerdeyse 20 farklı kadın rolü var. Bir oyuncu Sevgi Soysal’ı oynuyor, dördümüz başka rollere giriyoruz. Dolayısıyla böyle tiyatro metni bulabilmek günümüzde pek mümkün değil. O anlamda da yazar olarak, oyuncu olarak, yönetmen olarak bir estetik oluşturmaya gayret ediyoruz.

Oyunda Adalet Ağaoğlu ile Sevgi Soysal’ın yazma üstüne bir diyalogu var. “Ne ara yazacağız? Ev işleri, çocuk… Vakit mi var?” minvalinde konuşuyorlar. İzlerken on yıllardır süre gelen ‘bakın kadın yazar, şair, sanatçı ne kadar az laflarını hatırladım. Kadınların omzunda bu kadar yük olmasaydı edebiyat dünyası, sanat dünyası sizce nasıl bir noktada olurdu?

Wirgiana Wolf’un dediği gibi ‘kadınların kendilerine ait bir odaları olabilseydi nasıl üretirlerdi?’ Sevgi Soysal da Adalet Ağaoğlu da bugüne pek çok ürün bırakmış üretken insanlar. Ama onların bu aşamaya gelmeden önce yaşadıkları çelişkiler, çatışmalar, zorluklar var. Bunu gösterebilmek önemliydi. Bizler de kadın üreticiler olarak aynı sorunları yaşıyoruz. İzleyicimize de bunu anlatmak istedik. Bir kimsenin deha olduğunu düşünsek bile onun arkasında bir mücadele ve oradan çıkış hikâyesi vardır. Oyunda Adalet Ağaoğlu’na yer vererek ikisinin de nasıl mücadeleler verdiğini gündelik bir ev buluşması üzerinden göstermeye çalıştık.

12 Mart Darbesi’nden sonraki süreçte Sevgi Soysal da hapis yatıyor. Oyunda koğuştaki kadınların dönemin tüm acılarına, karanlığına rağmen neşeli, direngen, inançlı oluşuna şahit oluyoruz. Birbirlerine karşı da iyileştirici bir halleri var. Bunu seyirciye çok güzel geçirmişsiniz…

Sevgi Soysal, 12 Mart döneminde önce kısa bir dönem sonra daha uzun bir dönem olmak üzere 2 kere hapis yatıyor. Çıkar çıkmaz tefrika halinde yazıyor sonra da kitap olarak yayınlanıyor. Dolayısıyla çok sıcağı sıcağına gözlemlerini anlatıyor Orda hüznü de, sol fraksiyonları da, oraya hiç ait olmayan insanları da, kendini de anlatıyor. Orda açlık da var, sevgi de var, hüzün de var, sinir de var. E mizah da var. Biz de bundan esinlendik. Zaten BGST olarak farklı üslupları bir arada kullanmayı seven bir grubuz çünkü hayat da öyle. Oyunda hapis yattığı 2 dönemi de anlatıyoruz. İçeriye girdiği 2. dönem koşulların sertleştiği, işkencenin ve açlık grevinin arttığı bir dönem. İçerideyken Kızıldere'yi de duyuyor. Koğuşta taşralı bir öğretmeni de görüyor Behice Boran gibi bir ismi de görüyor. Farklı farklı fraksiyonlardan kadınları da görüyor. Sevgi Soysal'ın onların içinde bağımsız bir aydın olarak nasıl durduğunu da gösteriyoruz. Aynı zamanda yeni yeni örgütlenen kadınların durumu neydi? Yani daha feminist hareket yokken onun öncülü olan kadınlar nasıl tartışmalar yapıyorlardı ve içerde nasıl bir hayat kuruyorlardı, nasıl direniyorlardı onu anlatıyoruz. 12 Mart’ta olanlar ana akımın bile sahnede veya dizilerde çok sınırlı işlediği bir dönem. Sevgi Soysal’dan ilham alarak bunu yapmak bizim için çok değerli. O dönemi yaşayan veya yaşayamayan herkesin bir bağ kurduğunu da görüyoruz. Oyunu şimdiye kadar 20 kere oynadık herkes o hapishane sahnelerindeki canlı hayatı bir şekilde hissedebiliyor.

***

İşkencenin bıraktığı izleri anlattık

Oyunda ben, çok etkileyen ve merak ettiğim karakterlerden biri Çiğdem oldu. Mahir Çayanların yol arkadaşı olan bir kadın. Uzun süre işkenceye maruz bırakılıyor. Hayatla bağıı kopma noktasına gelmişken koğuştaki kadınlar onu sevgiyle sarıp sarmalıyor. Birlikte radyo dinerlerken Kızıldere Katliamı’nın haberini alıyorlar. Sonra Çiğdem yaşamına son veriyor. Çiğdem karakterini biraz açabilir misiniz?

Oyunun başında Sevgi Soysal’ın Londra’da kanser tedavisi gördüğü, hayatının son döneminde bir paket geliyor. Paketin içinden kendi kitapları çıkıyor. O kitapların içindeki 4 karakter oyun boyunca çevresinde oluyor. Tabii bunlar tesadüfi 4 karakter değil. Kitaplarında ölümünü yazdığı veya ima ettiği 4 karakter. Bunlardan biri de Çiğdem. Hem Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşunda hem de Şafak’ta gördüğümüz bir karakter. Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşunda kendi anılarını yazdığı için gerçekten karşılaştığı bir karakter. Ama Şafak’ta da aslında bir nevi kurmacaya dönüşmüş bir karakter. Bahsettiğim 4 kadın karakter de farklı farklı şekillerde ölüyor. Şenel, Tante Rosa, Stella ve Çiğdem. Çiğdem 12 Mart’tan sonra o sistematik şiddetin içeresinde hayatına son veren ama bunu yaparken işkenceye karşı direnmenin son noktasına kadar gelen bir karakter. Sevgi Soysal'la aynı koğuşu paylaşan 2 kadınla görüşmüştük. O dönemin işkencenin çok fazla tartışılmadığı açık edilmediği bir dönem olduğundan bahsetmişlerdi. Biz de tabii ki işkencenin kendisini değil ama onun bıraktığı izi ve ona dayanıp dayanmama tartışmasına yer vermek istedik.

***

Karanlığa rağmen üretiyoruz

Türkiye’de sanat üretmek çok zor. Ekonomik koşullar giderek zorlaşıyor. AKP iktidarı tiyatroları desteklemiyor. Böyle bir dönemde sanat üreten bir topluluk olan Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğundan bahsedebilir misiniz?

Biz Boğaziçi Üniversitesi’ndeki sanat kulüplerinde tiyatroya başladık. BGST bağımsız bir tiyatro ama sadece tiyatro değil. Dans, müzik projelerimiz de var. Müzik alanında Kardeş Türküler en çok bilinen projemizdir. 1995’ten bu yana farklı tiyatro oyunları, projeler üretiyoruz ama biz bir geleneğin içinden çıkıyoruz. Ürettiğimiz projelerinde ister istemez birbiriyle bir bağı var. Aramıza hep genç kuşaklar katılıyor. Farklı farklı kuşakların bir arada olduğu bir tiyatro yapmak günümüzde zor. Kumpanya olarak tiyatro yapmak daha zor. Uzun yıllardır birlikte tiyatro yapan kumpanyaların sayısı az dolayısıyla bunlardan biri olmak bizim için önemli. Geleneğimizden ve bir aradalığımızdan güç aldığımızı söylemeliyim. Bizim için tiyatro yapmanın, üretmenin anlamı ne dersek alanların giderek daraldığı bir dönemde önce politik iklim ardından pandemi, ekonomik kriz, kadın mücadelesi gibi birçok anlamda daralmışken oyun çıkarmak ve seyirciye bunu sunmak bizi de güçlendiriyor. Biz bu oyunu bir buçuk yıl çalıştık ve çalıştığımız dönemde deprem, seçim, ekonomik kriz gibi birçok karanlık dönemden geçmemize rağmen üretmek önce sanatçı olarak sonra kadın olarak bizi motive ediyor. Bu oyunu biz 31 Ekim 2023’te çıkardık. Dolayısıyla yeni bir yüzyıla nasıl giriyoruz muhasebesi gibi de oldu. Sanatçı olarak söz söyleyebilmek bize en çok güç veren şeylerden biri. Umarım seyircimiz de izlerken gücü ve dayanışmayı hissediyordur.

***

Oyun takvimi

20 Nisan Cumartesi saat 20:30 - Hann Sahne, Kanyon Levent

25 Nisan Perşembe saat 20:30
- Fişekhane İkinci Sahne, Zeytinburnu

2 Mayıs Perşembe saat 20:00
- Cermodern, Ankara

4 Mayıs Cumartesi saat 20:30
- Sahne Pulchérie, Beyoğlu