Kennedy ve Kruşçev’in karşılıklı diplomatik tavizlere bel bağlaması konusunda şanslıydık. Bugün maalesef nükleer tehdit, silah kontrolü ve silahsızlanma konularının tartışılmasına fırsat vermeyen bir iklime girdik.

Deli Adam Teorisi

Melvin Goodman

Richard Nixon iktidarının erken dönemiydi. Nixon, Kurmay Başkanı Bob Haldeman’a Vietnam Savaşı’nı bitirmek için gizli stratejisinin nükleer silah kullanma tehdidi masaya sürmek olduğunu söylemişti. Başkan Eisenhower’ın nükleer tehdit kartını masaya sürmesinin Kore Savaşı’nın 1953’te çabucak bitmesini sağladığını düşünüyordu. Nixon’a göre Fransızların 1954’te Vietnam’dan çıkması da aynı şekilde mümkün olmuştu, hatta 1958’de yaşanan Lübnan karmaşasını da yatıştıran aynı strateji olmuştu. Azami şiddeti bir pazarlık kartı olarak masaya sürme prensibini tekrar uygulamayı planlıyordu. Buna “Deli adam teorisi” diyordu. “Kuzey Vietnamlıları, savaşı bitirmek için her şeyi göze alacağımı düşünmeye ikna edebilirim” diyordu.


Manidardır ki, bu teoriyi ilk ortaya atan kişi, Vietnam Savaşı’na engel olmak için meşhur Pentagon belgelerini sızdıran Daniel Ellsberg olmuştu. 1959 yılında Hernry Hissinger’ın Harvard seminerlerinde “mantık dışı askeri tehditlerin bilinçli olarak kullanılması” kavramını ortaya atmıştı. Bu teoriye “deliliğin siyasi işlevleri” adını koymuştu. Ortaya koyduğu argümana göre aşırıya kaçan tehditler, tehdidi savuran kişinin mantığından şüphe edildiği takdirde daha etkili oluyordu. Ellsberg bir ABD başkanının bu stratejiyi bir gün gerçekten kullanacağını aklından bile geçiremezdi. Fakat mantıksız davranışların bir şekilde ‘pazarlık aracı’ olabileceğini düşünüyordu.

Aradan on yıl geçti ve Kissenger, Nixon’ın ulusal güvenlik danışmanı oldu. Bir defasında “Pazarlık hakkında en çok şeyi Ellsberg’den öğrendim” demişti. “Nükleer Silahlar ve Dış Politika” başlığında ABD’nin “Belirsizlik politikası” izlemesi gerektiğini savunuyordu çünkü muhtemelen deli adam teorisine inanıyor ve “gücünüzü kullanmaya istekli değilseniz, gücünüzün bir anlamı yoktur” yaklaşımını benimsiyordu.

ŞOK VE ÖFKE

1973’te patlak veren Arap-İsrail Savaşı esnasında Ulusal Güvenlik Konseyi toplanmıştı. Konseye Kissenger liderlik ediyordu. ABD nükleer güçlerinin alarm seviyesinin yükseltilmesine karar verildi. Bu sayede Sovyetlere savaşa müdahil olmamaları gerektiği mesajı verilmesi amaçlanıyordu.

O dönem CIA analisti olarak çalışıyordum. Sovyetlerin Mısır’daki çatışmalara müdahale etmeyi planladığına dair bir veri yoktu. Fakat Kissinger, Nixon yönetiminin istikrarından endişeliydi. Kremlin’de kayıt tutan diplomatlardan Victor Israelyan’ın daha sonra kaleme aldığı anılarından öğreniyoruz ki, ABD’nin masaya sürdüğü nükleer tehdit Sovyetlerin Politik Bürosunda büyük şok ve öfke yaratmıştı.

Neyse ki Sovyetler çatışmaya girmediler ve Kissenger alarm seviyesini tekrar indirdi. 1985 yılında eski senatörler Sam Nunn ve John Warner’ın girişimleriyle Washington ve Moskova’da nükleer risk azaltma merkezleri kuruldu. Bu sayede bu tür kriz anlarında hesap ya da iletişim hataları yaşanmasının önüne geçilmesi için ek araçlar yürürlüğe konmuş oldu.

2017 ve 2021 yılları arasında dünya yine iki potansiyel ‘deli adamla’ başa çıkmak zorunda kaldı. Donald Trump Kuzey Kore’yi tehdit ederken ülkesinin devasa nükleer envanterinden söz ediyor ve ‘kırmızı düğmesiyle’ hava atıyordu. Agresif ulusal güvenlik danışmanları arasında John Bolton vardı. Bolton, Kuzey Kore ve İran’da rejim değişikliği için askeri güç kullanılmasından yanaydı. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo hem rejim değişikliği taraftarıydı, hem işkence yanlısıydı. CIA direktörü Gina Haspel de Doğu Avrupa ve Güneydoğu Asya’daki gizli hapishanelerdeki işkence uygulamalarına yön veren önemli bir oyuncuydu.

Bunların öncesinde, Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin 1999’da Çeçenistan’da, 2008’de Gürcistan’da ve 2015 yılında Ukrayna’da tekrar askeri yöntemlere başvurmuştu. Moskova’nın ‘nükleer alarma’ geçmeye hazır olduğunu da 2014 ve 2015 yıllarında farklı zamanlarda dile getirmişti.

Şimdi yine dünyanın en büyük nükleer envanterlerinden birini elinde tutan Vladimir Putin ile ve deli adam teorisiyle karşı karşıyayız. Geçen hafta donuk yüzlü generalleri ile görüşürken ‘özel savaş rejimi’ durumuna geçmek zorunda olduklarını dile getirdi. O günden bu yana Rusya’nın nükleer duruşunda herhangi bir somut değişiklik olmadı; örneğin nükleer silahlar depolardan çıkarılmadı. ABD kendi nükleer silahlarının alarm düzeyinde değişiklik yapmadı fakat Batı Avrupa’da konuşlanmış 100 kadar taktiksel nükleer silah bulunuyor.

ENDİŞE VERİCİ

Taraflardan biri krizi sonlandırmak için tüm dünyayı felakete sürükleme riskini göze almıyorsa, nükleer silahların gerçek bir kullanım alanı yok demektir. Örneğin, 150 bin kadar Rus askerinin sahada çatıştığı Ukrayna’da taktiksel nükleer silahların kullanılacağını düşünmek için geçerli bir sebep yok. Fakat nükleer alarm seviyesinin yükseltilmesi gibi bir tehdit dahi ABD ve müttefiklerinin karar almalarını güçleştirecek etkiye sahip. Dahası, bu defa ‘deli adam teorisiyle’ değil gerçek bir ‘deli adamla’ karşı karşıya olabiliriz.

Nükleer tehditler ortaya atıldığında karar alma süreçlerinde hesap hatası riski artıyor. 1962 yılında Küba’da, 1973’te Orta Doğu’da, 1999’da Güney Asya’da yaşananlar da bize tam olarak bunu gösteriyor. Putin’in verdiği sinyallerin bazıları önemli mantıksızlıklar ve değişkenlikler içeriyor. Etrafını saran eski KGB meslektaşları, giderek artan yalnızlığı, kendisini dizginleyecek bir Siyasi Büro’nun artık olmayışı gibi etmenler de bilhassa endişe verici.
1962 yılında John Kennedy ve Nikita Kruşçev karşılıklı diplomatik tavizlere bel bağladılar ve bunun için şanslıydık. Maalesef kendimizi tekrar soğuk savaş koşullarında bulduk ve nükleer tehditler, silah kontrolü ve silahsızlanma konularının anlamlı şekilde tartışılmasına fırsat vermeyen bir iklime girdik.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: Counter Punch