Deliliğimizi yüzümüze vuran oyun: Bir Delinin Hatıra Defteri

BERNA ATAOĞLU - bernaataoglu@gmail.com

Ukraynalı yazar Nikolay Vasilyeviç Gogol tarafından 1883 yılında yazılan ‘’ Bir Delinin Hatıra Defteri’’ adlı öykü, ülkemizde bir çok tiyatro topluluğu tarafından oyunlaştırılarak sahnelendi. İlk kez 1965 yılında Ankara Sanat Tiyatrosu’nda Genco Erkal tarafından oynandı ve Türkiye’de oynanan ilk tek kişilik oyun olarak tarihe geçti. Geçtiğimiz sezon ilk oynanışının 50. Yılına özel tekrar Genco Erkal performansıyla seyirci karşısına çıkan oyun, bu günlerde 100. gösterimini gerçekleştirdi.

Gogol, öyküsünde kırk iki yaşında ve yedinci dereceden memur olan Aksentin İvaneviç Poprişçev’in bunalımını ve delirme sürecini anlatır. Poprişcev genel müdürün kızına aşıktır, kızın da kendisine aşık olabileceğini umar. Babasının gözüne girmek için onun kalemlerini yontmayı görev edinmiştir. Kıza açılmaya cesaret edemez ve onun kendisi hakkındaki düşüncelerini bir köpeğin mektubundan edinir. Konuşan köpeklerin varlığına inanan kahramanımız bazen komiktir, bazen hatta çoğu zaman gerçeklikten uzaktır, bazen de gerçeğin ta kendisiyle burun buruna gelmemizi sağlar. Aşık olduğu kızın kendisi değil de bir aristokratı tercih ettiğini öğrendikten sonra gerçeklikten tamamen kopan Poprişcev okuduğu bir gazete haberinden sonra İspanya kralı Ferdinand olduğunu zannetmeye başlar. İspanya’dan elçilerin gelip onu götürmelerini beklerken kendini akıl hastanesinde bulur. Okuyucu onun akıl hastanesinde olduğunu anlasa da o İspanya’ya götürüldüğünü düşünmeye devam eder. Hastanede işkenceye maruz kalır ve artık annesini özleyen, ona sığınmak isteyen küçük bir çocuğa dönüşür.

Poprişcev, hayat denen kurmacanın içinde kendine bir yer bulamamış, daha doğrusu kendisine yakıştırılmış olan yeri kabul etmemiş bir birey olarak sistemden çıkmayı istemiştir. Fakat zaten hiç bir şeye sahip olmayan ve bir köpek tarafından bile aşağılanan bu adam, bu saçmalığın içinde aklını da yitirir. İnsanların, devletlerin, sistemlerin iki yüzlü tavrının kendini nasıl yeniden ürettiğini, oluşturulan sosyal statülerin keskinliğini ve saçmalığını ifade etmeye çalışan Gogol general rütbesine erişenlerin taktığı bir kurdeleye yüklenen anlamların manasızlığını köpeğin şu cümleleriyle anlamamızı ister.

"Yemekten sonra beni kucağına aldı, boynuna doğru kaldırdı, ‘ Bu ne Meci?’ dedi,burnumu geniş bir kurdeleye değdirdi. Kokladım. Özel bir kokusu yoktu; usulca yaladım, tuzlumsu bir tadı vardı..."

Aristokratların bir mevki atladıklarını simgeleyen bu kurdelenin bir köpek için bile hiçbir şey ifade etmiyor oluşu fakat insanların kendi aralarında o kurdelelerle oluşturdukları keskin ve aşılamaz ayrımları görünür kılmaya çalışmıştır Gogol.

Yazılmasından bu yana 132 yıl , ilk oynanışından bu yana da 50 yıl geçmiş olmasına rağmen hem dünya hem de ülkemiz gerçeklerine doğrudan göndermeler yapabilen bu oyun bir taraftan Gogol’un ustalığının bir göstergesi olması diğer taraftan da hala düzelmemiş acı gerçekleri suratımıza vurması açısından önem arz eder.

Uyarlayan, yöneten ve oynayan Genco Erkal metinde neredeyse hiç bir değişikliğe gerek duymamış, sadece bazı güncel konuları daha bir altını çizerek oynamayı seçmiş. Dinin bir politika aracı olması, medyanın dalkavukluğu gibi...
İlerleyen yaşına rağmen bir çok meslektaşına örnek olacak bir performansla oynayan Erkal, kendi delirme sürecimizi de nasıl olağanlaştırdığımızı farketmemizi istemiş.

Oyunun sahne tasarımını yapan Duygu Sağıroğlu, daha perde açılır açılmaz izleyicinin Poprişcev’in dünyasına girmesini hedeflemiş. Renkli paçavralarla çarşaflarla, eski biblolarla bezenmiş duvarlarla, Poprişçev’in aklının içinin karmaşıklığı görsele taşınmış. Odanın ortasında diagonal duran bir yatak, yatağın sağında bir tahta masa ve sandalye, yatağın solunda duvara yakın ve seyirciye göre ters konumlandırılmış bir tekli koltuktan oluşan dekor, izleyenin oyun seyretmeye değil de bir insanın evini gizlice izlemeye geldiği hissine kapılmasına neden oluyor. Seyirciye doğru konumlandırılmış dekor ve seyirciye dönük oynama gibi klişelerden uzak durulan tasarım bu hissi daha da pekiştiriyor. Poprişcev’in giderek delirmesi ve sonrasında akıl hastanesine kapatılmasıyla, daha önceden sahnede hazır bulundurulan dev, kirli beyaz bir kumaş bütün dekorun üstünü örtüyor. Bu geçiş çok etkileyici bir şova dönüşüyor. Oyun boyunca her epizot sonrasında ışıkların yanıp sönmesi her ne kadar zaman geçişlerini ifade etmek için yapılmış olsa da oyunun temposunun düşmesi tehlikesi yaratıyor.

Müziklerini yapan Mete Sakpınar, Poprişcev’in ruh halinin karmaşıklığını izliyor, önceleri düzgün bir ritme sahip olan müzik daha sonraları ritmini ve ahengini kaybeden ve kulak tırmalayan bir hal alıyor. Böylece hem sahne tasarımı hem ışık, hem müzik, hem oyunculuk bir bütün olarak hareket ediyor. Oyun Poprişcev’in delirme sürecine tanık olmamızı sağlarken kendi deliliğimizi yüzümüze vuruyor.

Bunca yıl geçmesine rağmen hala günümüz politikalarıyla örtüşen göndermeler içeriyor olması her ne kadar moral bozucu olsa da , ilk gençlik yıllarında aynı oyunu oynamış bir oyuncunun ustalık dönemi performansını izlemek büyük şans. ‘’ Bir Delinin Hatıra Defteri’’ sırf bu sebeple bile kaçırılmaması gereken bir gösteri.

Kimliğini kaybetmeye zorlanan kadınlar üzerine bir oyun: Lena, Leyla ve diğerleri

Çarşı'da bir müstehcen oyun: "Günlük Müstehcen Sırlar"