4 Kasım 2016’dan beri Edirne Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yargılandığı davanın 4. duruşması ikinci gününde Ankara Sincan Cezaevi Kampüsü’nde görüldü. Demirtaş duruşmaya, dün olduğu gibi bugün de kaldığı Edirne Cezaevi’nden SEGBİS yoluyla bağlandı. İddia makamı mütalaasını açıkladı, Demirtaş’ın tutukluluk halinin devamına karar verildi. Sonraki duruşma 18-19 Haziran’da görülecek. […]

Demirtaş: Cemaatçi yapı bizlere saldırdıkça AKP bunu alkışladı

4 Kasım 2016’dan beri Edirne Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yargılandığı davanın 4. duruşması ikinci gününde Ankara Sincan Cezaevi Kampüsü’nde görüldü. Demirtaş duruşmaya, dün olduğu gibi bugün de kaldığı Edirne Cezaevi’nden SEGBİS yoluyla bağlandı. İddia makamı mütalaasını açıkladı, Demirtaş’ın tutukluluk halinin devamına karar verildi. Sonraki duruşma 18-19 Haziran’da görülecek.

‘Hükümet tarafından yürütülen çözüm süreci’nde kendisinin aracı olduğunu söyleyen Demirtaş, “Sürecin içinde olan kişiler ‘elçi’dir. Arabulucudur. Akil insandır. Elçiye zeval olmaz tabiri vardır. Bu, insanlık tarihi boyunca dikkat edilmiş bir diplomatik, ahlaki ve etik bir kuradır. Düşmanın bile olsa barış görüşmeleri yapan elçilere yönelirse saygınlığını, itibarını yitirirsin” dedi.

Demirtaş ifadesine, “Çözüm sürecine karşı olan bir çok milletvekili ve bürokrat sıcak yataklarında yatarken bizler, yüz binlerce km yol kat ediyorduk. Canımızı ortaya koyuyorduk. Ve bugün bizi, bundan dolayı yargılıyorsunuz” diye devam etti.

SEGBİS odasında olan Demirtaş’ın beyaz bir gömlek ile mavi renkli spor bir ceket giydiği görüldü.

Demirtaş’ın savunmasından başlıklar şöyle: 

“2010-2011’de çok sayıda parti üyemiz AKP-Cemaat ortaklığıyla tutuklanmıştı. Onlara sahip çıkma faaliyetlerimiz nedeniyle, aynı cemaat savcıları tarafından biz de terör örgütü üyesi olarak suçlandık ve 9 yıl sonra bu defa da ben yargılanıyorum.

“Devlet içinden bize yönelen cemaatçi yapı bizlere saldırdıkça AKP bunu alkışladı. Çünkü biz, AKP’ye karşı etkili bir muhalefet yapıyorduk. Son seçimde de gücümüz ortaya çıktı.

“AKP, bize yönelen o saldırıların siyasi parçası oldu her zaman. Bugün olduğu gibi. 10 yıldır bize yapılan her şeyin arkasında AKP vardır. Neden? Türkiye’nin çıkarları için mi? Toplumun çıkarları için mi? Hayır. Koltukları için. Rant için. Çıkarları için.

“Defalarca İçişleri Bakanlığı’na bağlı korumayla Kandil’de KCK üst yönetimiyle görüşmeye gittik”

“Beni, ‘Sayın Öcalan’ dediğim için, ‘Onunla görüşülsün’ dediğim için yargılıyorsunuz ama, devletin sahil güvenlik güçleri, partimin heyetini 23 defa Marmara’daki İmralı Adasına götürdü. Bunların sekizinde bizzat ben vardım. Defalarca Kandil’de KCK üst yönetimiyle görüşmeye gittik. Tamamı da hükümetin bilgisi, desteği ve onayıyla gerçekleşti. Kara yoluyla gidişlerimizde, Sınıra kadar da İç İşleri Bakanlığı’na bağlı güvenlik personelinin korumasında gittik. Dönüşte de hükümet ile görüştük. Şimdi de, İmralı’da ve Kandil’de dafalarca görümeler yaptığımız kişilere 2010’da, 2011’de ‘sayın’ demişim diye, ‘onlarla görüşülsün’ demişim diye yargılanıyorum. İşte ilkesizlik budur.

“Milletvekili ve bürokrat sıcak yataklarında yatarken bizler canımızı ortaya koyuyorduk”

“Çözüm sürecine karşı olan bir çok milletvekili ve bürokrat sıcak yataklarında yatarken bizler, yüz binlerce km yol kat ediyorduk. Canımızı ortaya koyuyorduk. Ve bugün bizi, bundan dolayı yargılıyorsunuz.

“Elçiye zeval olmaz”

“Daha önce de söyledim; barış sağlansaydı herhalde duruşma salonunda olmazdım. Fakat barış görüşmeleri çökünce, terörist olarak tutuklanıp içeri alındım. Peki bu durum Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çıkarlarına uygun mudur? Hayır. AKP’nin çıkarlarına uygundur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yaptığı işe, verdiği söze sadık olduğunu gösteremediği sürece, yeni olası barış girişimlerinde saygınlığını yitirmiş olacak. Çünkü bu tür barış görüşmelerinde, sürecin içinde olan kişiler ‘elçi’dir. Arabulucudur. Akil insandır. Elçiye zeval olmaz tabiri vardır. Bu, insanlık tarihi boyunca dikkat edilmiş bir diplomatik, ahlaki ve etik bir kuradır. Düşmanın bile olsa barış görüşmeleri yapan elçilere yönelirse saygınlığını, itibarını yitirirsin.

“Faşizan uygulamalar var, idamlar var, katliamlar var, köy yakmalar var. Var da var”

“Bundan sonra temasa geçecek uluslararası çevrelerin akıllarında hep, ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu konularda güvenilir değil. Barış görüşmelerinde rol alan kişileri terörist yaftasıya içeri atmış’ notu olacaktır. Hükümetler geçicidir. Fakat devletler büyük, güçlü ve itibarlı olduklarını, özellikle bu tür işlerde göstermek zorundadırlar. Devlet demokratik bir devlet mi? Değil. Faşizan uygulamalar var, idamlar var, katliamlar var, köy yakmalar var. Var da var. Yapılmayan zulüm yok. Ama en nihayetinde devlet, son noktaya gelindiğinde kendi iç tutarlılığını korumak zorundadır. İtibarın sarsılmasının etkisini önümüzdeki dönemlerde daha net göreceğiz. Devlet kredi bulamıyor dışarıda. Bunun tek sebebinin ekonomik göstergeler olduğunu mu düşünüyorsunuz? Hayır. Devlet, itibarı olmayan bir devlete dönüştü.

“Biz bu riski aldık”

“Hukukun üstünlüğü yok. Verdiği sözü tutmayan bir devlet var. Borç vermek istemiyor kimse. Bu noktaya getiren ne? İşte bu süreçler.

“Yargıda, hukukta, siyasette cesaret dediğimiz şey; geleceği görerek, günlük kaygılara düşmeden ülkenin, çocuklarımızın geleceğini düşünerek risk almaktır. Biz bu riski aldık.

“İki üç defa suikast girişimi oldu”

“Başımıza bunların gelme ihtimali çok yüksekti. ‘Çözüm süreci çökerse biz direkt hapisteyiz. Ya da karanlık güçler tarafından ortadan kaldırılacağız’ diye düşündük. Buna da hazırdık. Denendi. İki üç defa suikast girişimi de oldu.

“Verilmeyecek hiçbir hesabımız yok”

“Bizden hesap isteniyor. Yaptıklarımızın hesabı. Verilmeyecek hiçbir hesabımız yok. Biz terörist değiliz. Eminim, vicdanı olan herkes bunu anlamaya çalışıyordur. Biz terör faaliyeti yürütmedik. Şiddeti de silahı da desteklemedik. En akılcı, bildiğimiz, inandığımız yolla, bu sorunların çözümü için uğraştık. Sizler (mahkeme heyeti) bunu ‘terörist faaliyet’ olarak değerlendirmeye devam ediyorsunuz, ben de anlatmaya devam edeceğim.

“13 no’lu fezlekede suçu ve suçluyu övdüğüm suçlaması var. Fezlekeyi hazırlayan savcı FETÖ’den ihraç ve tutuklu.

“Kime sayın deyip demeyeceğime savcılar karar veremez”

“Bir savcı niye rahatsız olur, ülkesine barış gelme ihtimalini siyasetçiler konuşuyorsa? Görünen o ki, o günlerin bazı güçleri bunu engellemek için canla başla çalışıyordu. Amaç, çözüm sürecini yürütülemez kılmaktı. Bu fezlekenin altında yatan siyasi amacı anlatmaya çalışıyorum da, peki yapılan hukuken doğru mudur? Bir milletvekilinin, kendi görüşünü açıkladı diye cezalandırılmasını, nasıl bu kadar rahat isteyebilirsin? Bu, yargı gücünün kötüye kullanılmasıdır. 13 no’lu fezlekeye konu olan sözlerde suç unsuru yoktur. Bunlar benim siyasi görüşlerimdir. Kime sayın deyip demeyeceğime de savcılar karar veremez.

“Kılıçdaroğlu’na yumruk atan adamın elinin öpülerek fotoğraflarının ve videolarının çekilmesi, ‘milli kahraman’ denilerek paylaşılması hakkında bir işlem yapılacak mı? Suçu ve suçluyu övme var mıdır orada?

Demirtaş aranın ardından ifadesine devam ediyor:

“14 no’lu fezlekedeki suçlama Newroz konuşmam üzerine. Konuşma 18 Mart 2012 tarihinde, fezleke ise 1 Ekim 2015’te hazırlanmış. Ben bu fezlekede, 2012 Diyarbakır Newroz konuşmam sırasında yapmadıklarımla suçlanıyorum; atılan sloganları engellememek. Beni kendi memuru zannetmek, savcının haddi değildir.

“Mazlum Doğan’ı anarak terörü övmüşüm. Mazlum Doğan, işkenceye karşı sembolleşmiş bir isim. Aslında ben vicdanlı, ahlaklı bir savcı olsam bu soruşturmayı açan savcı hakkında, işkenceyi övdüğü için soruşturma açardım. ‘Mazlum Doğan şiddet kullanmış, o yüzden kahramandır’ mı demişim? Mazlum Doğan’ın, Diyarbakır Cezaevindeki işkenceler karşı duruşundan söz etmişim. Savcı niye bundan rahatsız? Savcı burada da [14 no’lu fezleke] kendini zorlamış, haddini aşmıştır. Suç uydurabilmek için kanun, hukuk, ahlak dinlememiştir.

“Yaptığımız, Newroz’un yasaklanmasını protesto etmektir. Anayasal hakkımızdır. Halkın Newroz’u nasıl kutlayacağına valiler karar veremez. Valilerin yapması gereken, kutlamaların güvenliğini sağlamaktır.”