Hafta başında PKK etiketli terörle korkutulan Türkiye gündemi, gazete ve televizyonlarda ardı sıra devreye giren diğer korku malzemeleriyle hafta sonunda, nihayet Türkiye'nin Paranoya Bülteni haline geldi.

Hafta başında PKK etiketli terörle korkutulan Türkiye gündemi, gazete ve televizyonlarda ardı sıra devreye giren diğer korku malzemeleriyle hafta sonunda, nihayet Türkiye'nin Paranoya Bülteni haline geldi.

Son bir aydır yoğunlaşan çatışma, mayın patlaması ve 'şehit cenazesi' görüntülerine, önce Ankara'da kentlere taşınan terör, ardından da Kuzey Irak'a operasyon için ordunun sınırdaki tanklı, toplu hazırlıklarını anlatan haberler eklendi.

Terörün süreceği endişesini pekiştirdiği gibi 'provokasyon korkusu' da yaratan 'El Kaide tehdidi' ile ordunun Ege'deki anlamlı tatbikatı, paranoya bülteninin son maddeleri oldu. Gazete ve televizyon haberlerine bakılırsa ordu Ege'de, Türkiye'nin gelecek senaryosunu "Kuzey Irak'ta Kürtlerle savaş, içeride kentlerde yükselen terör ve bölgelerde düşük yoğunluklu savaş" olarak yapmış görünüyor.

İyi de ordu bu içerikteki bir tatbikatı daha önce ne zamanlar yapmıştı; Türkiye nereye gidiyor? Yaratılan terör korkusu sayesinde, i Ma-yıs'ta aydın tokatlayan polise yeni ve süper yetkiler tanıyan tasarı, tam da seçim sürecinde nereye gidildiğini gösteriyor ama bir kaç istisna dışında medya her nedense bu yasayı görmüyor bile.

Günlerdir terör ve bölünme korkusunu işleyen medyada, seçime giderken demokrasiyi küçülten polise süper yetki yasa tasarısı yok gibi. Medyada bu kez başka korkular öne çıkıyor. Cumhurbaşkanı'nın vetosu, ve rejim tehlikesi tartışmaları, dün Ankara'da terörün cenaze törenindeki zirveden haberlerle bir gerilim filminden karelere dönüşüyor.

Aslında Cumhurbaşkanı'nın; rejimi daha da tartışmalı hale getirecek anayasa değişikliği paketini vetosunun, -paketin sayısız eksiği nedeniyle hukuki, hatta belki doğru da olduğunu söylemek mümkün ama- gerekçe olarak kullandığı 'Rejim tehlikesi', malum ilk eski korkumuzu, öznesi ve nesnesi AKP ile siyaset zeminine taşıyor. 22 Temmuz itibariyle seçim sürecinde olduğumuz varsayılırsa, Sezer'in tehlike-korku vurgusunu iyi niyetli bulmak zor.

HÜKÜMETTEN POLİS TOKADI

Ama Sezer bir yana, önceki güne kadar medyadan yansıyan manşetler zaten korkularla baskı altına alınan bir seçim sürecine girdiğimizi gösteriyordu. Dün, elde silah sınırda operasyon bekleyen askerlere, tam yetkiyle kentlerde 'toplumu tokatlamaya' gönderilen polisler eklenince, tablo tamamlandı.

İyi de askere ve polise yetkiler verildiğinde terör bitecek, seçime şiddetsiz girecek miyiz? Bu sorunun yanıtı da şüphesiz yetkilere gerekçe olan terörü; suikast ve saldırıları, bombalı, mayınlı eylemleri doğru tarif ve analizden geçiyor.

Bu açıdan bakınca Ankara'da patlayan canlı bomba, hala Türkiye'nin en önemli gündem maddesi olmaya aday gösterilebilir. Ve bu eyleme dair bulunacak yanıtlar, geriye doğru sürülecek bir iz de sağlayabilir.

Çünkü Ankara'daki canlı bomba terörüyle ilgili olarak, son sözü baştan söylemek gerekirse, aslında korkuyla beklenen oldu ve aylardır süren dağdaki çatışma ve patlayan mayınlar, nihayet kente terör olarak taşındı.

Bu ilk cümle, elbette ki canlı bomba terörünün çıktığı yere işaret ediyor ama soruşturmada da olduğu gibi henüz açık ve net olarak adresi göstermiyor.

Hiç şüphesiz istisnalar da var ama özenliy-miş gibi görünen bir iki gazete de dahil büyük medyanın genelinden yansıyan havaya bakıldığında ise yer de belli, adres de... Üstelik medyadaki haberlerin kaynağı da, genellikle içişleri bakanlığı ile emniyetten yetkili isimler. Yani canlı bomba soruşturmasını yürütürken medyadaki haberlere de kaynaklık yapan sivil ve siyasi kadrolar...

Oysa Ankara'daki bombalı terörün arkasındaki resimle ilgili ilk ve hala tek net kimlik bilgisi, canlı bombanın polisteki TİKB fişine ve iki yıllık hapis deneyimine dayanıyor. Hafta sonunda medyada yer alan 'Hollanda bağlantısı' da net değil. Bir de canlı bombanın ailesinde tekrarlanan intiharlarla ilgili bilgiler var. Yani bombanın arkasındaki güce dair yapılan tüm açıklamalar, ima ve yönlendirmeler aslında güçlü de olsa şimdilik sadece varsayımlara dayanıyor. Üstelik polis fişindeki örgüt de, hedefteki örgüt de "Bu terörün arkasında yokuz" diye açıklama yapıyor.

BOMBANIN İZİ, BİZİ NEREYE GÖTÜRÜR

Bu noktada örgüt açıklamalarının itibarını sınamak yerine; bilgileri sıralamak, varsayımları gözden geçirmek gerekiyor.

İlk varsayım, patlayıcının türü ve Ankara'ya gelirken izlediği yolla ilgili bilgilere dayanıyor. Ama bunların da bir bölümü aslında bilgi değil tahmin...

Örneğin canlı bombanın üzerindeki patlayıcının türü, ilk incelemede A 4 olarak açıklandı. Askeri amaçla Portekiz'de üretilen A 4, en güçlü patlayıcılar sınıfında yer alıyor. A 4 aslında ağırlıklı olarak Nato üyesi ülkelerin ordularında bulunsa da Nato üyesi olmayan örneğin Rusya'da da, İran'da da; Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye ve Irak'ta da mebzul miktarda A 4 var.

Bu arada bombanın türüyle ilgili olarak ortaya atılan yeni iddialara da kısaca değinmek lazım. Yeni iddialara göre patlayıcının türü A 4 değil, nükleer silahlarda tetikleyici olarak kullanılan RDX. C 4 gibi A 4'ün de temel malzemesi olarak bilinen RDX'in son iddiadaki gibi ayrıştırılarak kullanımı, oldukça karmaşık teknik bilgi ve beceriyi gerektirdiği için neredeyse imkânsız. Ama PKK'de bu derece teknik bilgiye sahip bir uzmanın olmadığını istihbarat örgütleri de zaten biliyor.

Yani patlayıcının türü, şayet iddiadaki gibi RDX olarak kesinleşirse soruşturmayı yürütenlerin işi daha kolay. İpin ucu için sadece kiralık RDX uzmanlarını, ya da nükleer tetikleyici satıcılarını izlemek bile iyi bir başlangıç olabilir. MİT ve polisin daha önce yaptığı açıklamalara bakılırsa, bu alanda takibi zor olan her nedense bir tek El Kaide var, diğerleri takip edilebiliyor.

Yarattığı karışıklık sebebiyle yanlış çıkması muhtemel bu iddiayı bir yana bırakıp yeniden A 4'e dönersek, Ankara'daki canlı bombayı PKK'lı yapan varsayıma göre, Türkiye'ye giren A 4'ün ucu Irak'a dayanıyor. ABD ordusunun işgalle birlikte Irak'a soktuğu tonlarca patlayıcının bir bölümünün kaybolduğu yarı resmi Pentagon açıklamasına dayalı bir bilgi. Bu bilgiden yola çıkarak da hemen Irak, Kuzey Irak, Kürtler ve PKK diye zincirin halkaları birleştiriliyor.

Bombadan geriye kalanlar açısından bakınca, zincirin son halkasından geriye gidişin tıkandığı yerde, belki de baştan başlamak gerekiyor. Mesela Irak'taki ABD ordusunun envanterinden kaybolduğu ileri sürülen 1 ton A 4 ile C 4'ün izini sürmek mümkün olabilir. ABD ordusunun özel tür patlayıcılarda iz sürmeye yarayan bir teknolojiyi kullandığı biliniyor. Soruşturmayı yürütenleri uyarmak gerekir ki Pentagon 1 yıl önce kaybolduğunu açıkladığı A 4'lerin izini çoktan bulmuş da olabilir, en azından sormakta fayda var.

15 YIL ARAYLA KUZEY IRAK BAĞLANTISI

Ama örneğin 1993'teki Jak Kamhi'ye suikast girişiminde olduğu gibi, iz sürmek istenmiyor da olabilir. Kısaca hatırlatmak gerekirse polis, Kamhi'ye suikast girişiminden sonra ele geçirilen 3 otomatik silahın izini "Seri numarası kazınmış" diye sürmemişti. Ve polis, o dönemde de varolan 'Çelikte iz okuma teknolojisi'ni kullanmamaktaki ısrarıyla, belki de o dönem arka arkaya gelen suikastlerin üzerindeki sır perdesinin açılmasını önlemişti. Ayrıca ne tuhaftır ki, o silahların izi de yine Kuzey Irak'a hatta yine Kürtler'e uzanıyor ama her neden ise bu, o sırada belli ki gizlenmek isteniyordu.

Bu noktada o dönemde polisi idare eden bürokrasi ve siyasetteki isimleri de hatırlamakta fayda var.

Irak'ın kuzeyi, 15 yıl arayla gerçekleşen iki terör eyleminin belki de tek ortak noktası. Kamhi'ye suikast girişiminde seri numarası kazınmış silahların izlerinin gittiği yer olarak görünen Kuzey Irak, bu kez Ankara'daki bombanın geldiği yer olarak resmen açıklanıyor. Ama Kuzey Irak'ın son olayda şifreleri çözmek gibi daha büyük bir önemi de var.

Kimi yorumcular Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "Kuzey Irak'ta operasyon ısrarı"nı tüm şifrelerin anahtarı olarak gösterse de, Kuzey Irak bağlantılı kilit, şifre ve anahtar sayısı görünenden daha fazla. Elbette ki, Kuzey Irak'a operasyon için TSK'nın ısrarı da, patlama noktasına gelen basıncı da var ama tek beklenti operasyon olmadığı gibi, sıcak çatışma konusundaki tek beklenti sahibi de TSK değil.

Örneğin PKK'nın 1 ay evvel kentlerde silahlı-bombalı eylem kararı aldığı, bunun güçlükle durdurulduğu biliniyor.

PKK'nın bu kararında, iki yıldır süren barış girişimlerinin sonuç vermemesi kadar, "AKP hükümetinin Kürtler'i yedekleyerek seçime hazırlandığı" endişesinin de payı var; başka başka gerekçelerin de... PKK'nın Kürtler üzerindeki etkisi açısından bakınca, Kuzey Irak'ın yarattığı cazibe ile eski aidiyetler meselesini de hiç unutmamak lazım. Türkiye'deki sertlik yanlılarının bu meseleye(!) geçmişten bu yana hep ilgi duydukları, kafa yordukları da malum.

Realitede ise Türkiye'deki Kürtler'in çoğunluğunun desteğine sahip olan DTP, ortak Kürt kimliğine giderek daha çok vurgu yapıyor, ulaşılması gereken barış ve çözümün, doğal olarak sınırın her iki yakasında da aranması gerektiğini söylüyor.

AKP'NİN KÜRT ÇÖZÜMÜ FARKLI

AKP hükümetinin büyük ölçüde doğrular içeren bu yaklaşıma destek verdiği ortada ama AKP'nin de Erdoğan'ın da bu konuda güven pekiştirecek somut bir adımı yok . Kuzey Irak konusunda askerlerden bütünüyle farklı bir strateji izlediği izlenimi veren AKP'nin Kürtlere bakışında 'bizimkiler ve onlar' ayrımı da yok. Ancak bu bakışın, ortak Kürt kimliğinin kabulünden ziyade, birleştirici bir dini kimliğe vurgudan beslendiği söylenebilir. Ayrıca AKP'nin ortak dini kimliği, Türkiye'nin Kürt meselesinde de çözümün anahtarı olarak iki yıldan bu yana , bölgede faaliyete geçen vakıf ve dernekler aracılığıyla uygulamaya soktuğunu unutmamak gerekiyor.

Ama Washington'dan yansıyan haberler, TSK'nin seçimden önce sınırlı bir operasyon yapabileceğini gösteriyor. Kuzey Irak'ta kimbilir kaçıncı operasyona hazırlanan ordunun yapabilecekleri tecrübeyle sabit. Bu sebeple bu kadar ısrarın altında askeri sonuç beklentisinden fazlası olmalı.

Kimi resmi kaynakların doğruladığı, medyaya da yansımış bir varsayıma göre de, asıl beklenen Murat Karayılan ve Cemil Bayık'ın 'Sakıkva-ri' bir operasyonla Türkiye'ye teslim-getirilme-si... Bu varsayıma göre, Kuzey Irak'ta sınırlı bir TSK operasyonu, teslime daha uygun bir kılıf sağlayacağı gibi, seçimlerden önce 'Barzani teslim etti' haberleriyle propaganda malzemesine dönüşecek.

Şayet bu varsayım çıkarsa, propagandanın adresi de şüphesiz, malum sebeplerle önce DTP olacak. Bu süreçte demokrasiye sivil darbe anlamına gelecek 'parti kapatma' senaryolarına güç veren bir zemin de oluşturulabilir ki buna şimdidean hazır olmak gerekiyor. "Barzani teslim etti" propagandasının ikinci adresi ise elbette ki AKP ama bu propaganda, AKP'nin oyunu beklendiği kadar azaltır mı bilinmez. "İyi de o zaman bu planlar boşuna mı" diye sorulabilir ki, seçime daha iki ay bulunduğu da unutulmamalı.

Türkiye demokrasisinin şu son bir haftalık tecrübesi bile, seçim sürecinin ne kadar zorlu geçeceğini şimdiden gösteriyor.Yani işin ucunda korku galerisinde geçen bir haftayı, cehennemde iki ay olarak yaşamak da var. Bu açıdan bakınca geçmeyecekmiş gibi duran iki ay, 22 Temmuz diye bakınca da çok yakın.

Sonuçta gündeme sürülen korkuların Türkiye demokrasisini nereye doğru taşıdığı o akşam belli olacak. Milliyetçi ağırlığının yanında grup kurmuş DTPTilerle çok gergin ama demokrasiyi daha çok çağrıştıran bir meclis de çıkabilir, demokrasi rengi iyice azalmış bir siyaset tablosu da...

Bu sürecin hazırlanmasında belki de en büyük rol medyaya düşüyor. Bu sebeple yine başa dönüp herşeyin müsebbibi gibi görülen terörün; Şemdinli'den bugüne uzanan suikast, cinayet, saldırı ve katliam örneklerine birer birer eğilmek, ipuçlarını takibe devam etmek, bombanın da, silahın ve merminin de izini sürmek gerekiyor.