Sancısız ilerleme, sancısız demokratikleşme olmaz…

 Sancısız ilerleme, sancısız demokratikleşme olmaz…

Sancılanacaksın ki ileri doğru hamle yapasın!

İcabında sancıdan iki büklüm olacaksın, karın ağrısından yerlerde sürüneceksin…

Niye?

Çünkü ufukta demokrasi görünüyor. Bütün bunlar demokratikleşme sancıları…

*

Biz kitaplar yakmış bir ırkın ahfadıyız…

İkinci Abdülhamit’in memurları, bu iş için Çemberlitaş Hamamı’nı kullanırlarmış…

Ama bir defasında Maarif Nezareti’nin bahçesini kullanmışlar… Öyle ya, kitap en iyi nerede yakılır? Eğitim Bakanlığı’nda…

Ayrıca, yakacakları kitapları demir kafeslere koymuşlar… Herhalde kötü fikirlerle yüklü kül zerreleri rüzgârda savrulup ahalinin dimağına kaçmasın diye…

Böyle mizah duygusu sahibi ve işine bu kadar düşkün memurlar şimdi nerdee…

Onların deneyimlerinden ders çıkarılmalıdır…

Örneğin yerli sebze tohumları Gıda Tarım Ve Hayvancılık Bakanlığı’nın bahçesinde yakılabilir… Devlet Opera Ve Balesi’nin repertuar arşivi Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda, erkek terörüne kurban giden kadınların çığlıkları Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nda…

12 Mart’ta toplanan kitaplar Selimiye Kışlası’nın bahçesindeki fırında yakılmadı mı?

O zamanın ruhuna en uygun yer orasıydı…

Fakat 12 Eylül’de halk bilinçlendi. Kendi kitabını kendi yaktı…

*

Bütün bunlar demokratikleşme sancılarıdır…

Abdülhamit kitap yaktıysa bir bildiği vardı da yaktı… Meşrutiyetin, özgürleşmenin, padişahın kudretini sınırlamanın sancılarını çekiyorduk…

12 Mart, 12 Eylül hep karın ağrısıdır, sancıdır…

Kitaplar niye yakıldı sanıyorsunuz?

Demokratikleşiyorduk da ondan…

*

1952’den bugüne kadar 22 bin yayın yasaklandı… 2011’den 2012’ye kadar 46 yayına yasak geldi…

En garip yasak da herhalde Ahmet Şık’ın Dokunan Yanar’ına konan yasak…

Bu yasakla Türkiye, yayımlanmadan yasaklanan kitap gerçeğiyle tanıştı…

Fakat ne yazık ki, dünya edebiyat tarihinde ilk örnek değildi… Aynı olay Rus anarşist Kropotkin’in de başına gelmişti… Tek nüshalık bir elyazması broşür yüzünden yargılanmıştı…

Yıl 1878’di… Çarlık Rusyası hızla demokratikleşiyordu. Sancılar içindeydi…

*

Geçen yıl mıydı?

Bülent Arınç Bey’in bir açıklamasını dinlemiştim.

“Nüfusumuzun yüzde 92.3’ü klasik müzik, yüzde 96.2’si caz, yüzde 82.2’si yabancı rock dinlemiyor…”

Garipsedim… Hayır, ağlamadan konuştuğu için değil… Türkiye İstatistik Kurumu, bildiğim kadarıyla başka bir bakanlığa bağlıydı; onu garipsedim…

Meğer demokrasi sancısıymış… Bakan Bey, TRT 3’ün vericilerini azaltmanın derdindeymiş… Özetle diyormuş ki, klasik, caz, rock dinlemeyin, sevgili vatandaşlarım…

Eh, sancımız varsa dinlemeyiz, ne yapalım?

*

HDP’nin yerel yönetim kadrolarını mı yargılıyorlar?

Hak hukuk gözetmeden!

İki bin kişiyi…

Sancıdır sancı…

Yüz kişilik casusluk davası olur mu?

Olur tabii, sancıdır…

“Devlet eliyle tiyatro olur mu?”

Olmaz tabii, sancıdır…

“Bu akşam Gezi Parkı’nı kapatalım mı Sayın Valim?”

Kapatalım…

Çünkü demokratikleşiyoruz…

Sancı şart…