Kamuculuk, halkın ve tek tek yurttaşların “insanca onurlu ve güvenli bir yaşam sürmesinin” güvencesi ve ekonominin temel yönelimleri konusunda söz söyleme ve yön verme dayanağıdır.

Demokratikleşmenin ekonomik dayanağı: Kamuculuk

Ş. Can ATALAY - Avukat - Silivri Cezaevi’nden yazdı. (Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47).

Gezi davası duruşmalarında söyledim, Silivri’den yazdığım yazılarla sürdürüyorum; bir ana siyasi hat olarak demokratikleşmeyi önerirken onu salt “acil soruna yanıt”, parlamentarizmin ihyası ya da “biraz daha özgürlük” için önermiyoruz. Kuşkusuz sayılanların hepsi, bu üç başlık ve de nasıl bir ortamda mücadele edeceğiz bahsi de önemli, epeyce de öncelikli. Ancak “biz”ler için “demokratikleşme”, salt siyasi olanla sınırlı değil. İktisadi olanın da demokratikleşmesi gerekir ki, halkın ve tek tek yurttaşların “insanca onurlu ve güvenli bir yaşam sürmesinin” güvence altına alınması mümkün olsun. Yurttaşların ekonominin öncelikleri, işleyişi üzerinde etkin söz söylemesi, katılımı ve denetimi yoksa önünde sonunda toplumsal kaynaklar siyaset aracılığıyla talan edilecek; olanaklar “piyasacı” önceliklere göre seferber edildikçe, yoksulluğa ve yoksulluğun istismarına son verilemeyecektir. İstismar sürebiliyorsa yurttaşın özgür iradesinden demokrasinin kaynağı ve güvencesi yurttaşlardan müteşekkil bir halktan söz edilemeyecektir.


Seçim başarısıyla hepimizin umudunu güçlendiren Lula, öncelikli programının “Brezilya halkı için iyi bir iş, her zaman enflasyon üzerinde bir maaş, nitelikli bir halk sağlığı ve eğitim” olduğunu söylüyor. “Halk yaşama umudunu yeniden kazanmak istiyor” diyor. Umudu kendi ellerine alan Brezilya halkına ve Lula’ya selam yolluyor ve "Demokratik hareketin eğer bir alametifarikası varsa işte budur" diyoruz. Herkes için demokrasi ve demokratikleşme isterken “biz”ler “halkın umudunu ayağa kaldırma” hattını sımsıkı tutmalıyız.

Bu nedenle “biz”ce demokratikleşme, devlet yönetimine yurttaşların daha fazla katılımı ve denetimidir. Demokratikleşme, iktisadi kararların -bilgili de olsa tarafsız olamayacak olan- teknokratlara teslim edilmemesi; kamunun denetimi için ekonomik işleyişin şeffaflaşmasıdır. Kısaca kamucu bir siyaset hattıdır.

Kamuculuk, halkın ve tek tek yurttaşların “insanca onurlu ve güvenli bir yaşam sürmesinin” güvencesi ve ekonominin temel yönelimleri konusunda söz söyleme ve yön verme dayanağıdır. Bu nedenle demokratikleşme için kamuculuk, kamuculuk için demokratikleşme zorunludur
.
YİNE Mİ KAMUCULUK?

Bu yazı -diyelim ki- on yıl önce yazılsaydı yazarı, “Nereden çıktı bu eskimiş düşünce” mealinde bir istihza ile muhatap olacağını peşinen varsayar, yoğun bir taarruza karşı kendini hazırlar ve yazısında önlemler alırdı. “Biz”im dışımızdaki okuyucu da “Ne güzel fikirler ama rağbet yok” diye hayıflanırdı.

Ama vaziyet artık böyle değil.

Öncesinde başlamıştı ancak özellikle pandemiden bu yana iktisat ile ilgili yazılanlara, söylenenlere şöyle bir göz attığımızda dahi dört bir yandan fışkıran bir “kamuculuk hayaleti” görüyoruz. Bu durumu, pandemiden çıkartılan dersler, insanların ve hatta ülkelerin bir başına kaldıkları tarihsel bir anın açığa çıkarttığı ama daha çok köklü, derinden gelen sorunların bir sonucu olarak görmek gerekir.

Ancak kapitalizm, her şeyi, hatta hayaletleri dahi kendi çıkarına dönüştürmekte ustadır. Günümüzde mevcut biçimi ile artık devam edemeyeceği aşikâr olan neoliberalizmi yeni kılıklara sokmak gerekiyor. “Kamuculuk hayaleti”nin AKP elitlerinin, daha da geniş anlamıyla sermeyenin elinde yeni patronaj olanakları haline dönüşmemesi için de uyanık olmamız gerekiyor.

'KÂRLAR SERMAYEYE'

En kolay örnekle başlayalım; AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan 3 Mart 2021’de “Kamu iktisadi teşebbüslerini gerekiyorsa yeniden yapılandıracağız” dedi. İktidarın pratiğini dikkate alırsak bu sözde kamuculuğun zerresini bulabilir miyiz? Hiçbir noktası şeffaf olmayan, denetlenmeyen, yani demokratik olmayan uygulamaların kamu maliyesinin talanından başka bir sonuç vermediği ortada. Ama yine de Erdoğan, “kamuculuk hayaletini” yanında göstermek istiyor.

Çünkü işler iyi gitmiyor ve dün anlatılan “kamunun ne işi var bu sektörlerde” teraneleri inandırıcılığını kaybettiği için, yeni bir siyasal patronaj için “kamucu söyleme” ihtiyaç duyuluyor…

Bu örnek son günlerde çok sık kullanılsa da demagojik içeriği kolayca görülüyor. Şimdi biraz daha zor bir örnekle devam edelim. Tarım yazınının deneyimli ismi Ali Ekber Yıldırım (Yeni Tarım Düzeni, SİA Yayınları, 2022) TÜSİAD’ın 2020 Raporu’nun sonuç bölümünden aktarıyor:

“… Konulan hedeflere ulaşmada öncelikle kamu tarafından kuvvetli bir liderlik gerekmektedir. Kamu, politikaların hayata geçme sürecine yönelik kapasiteyi ve bunu sağlayacak organizasyonların ortaya çıkması için gerekli kurumsal çerçeveyi oluşturmalıdır.”

Bilinir, sermaye sınıfı “kamu öncülüğü” teranesini sever. Örneğin TBMM yasama veya bütçe görüşmelerinde “planlama” üzerine müzakerelerde “kamu eliyle” önerilerini her defasında “kamu öncülüğü” olarak değiştirmek için özel gayret gösterilir ve başarılı da olmuştur.

TÜSİAD 2020 Raporu, kamuculuğun yaşamsal önemini ve meselenin aciliyetini -kuşku götürmez biçimde- kanıtlaması bakımından önemli görülmelidir.
Daha öncesini bir an için unutalım. Ancak 2000’ler boyunca ülkemiz “yeniden yapılandırılırken”, -Ali Ekber Yıldırım’ın ifadesiyle- “tarımda üretimden kopuş(ta) ve ithalatın inatla artmasında önemli rol oynayan” TÜSİAD, bugün tarımda -öyle ya da böyle- kamucu bir etkin önderlikten söz ediyorsa, bu önemlidir. Kamucu fikriyatın haklı çıkışının nişanesi olarak görülmelidir.

Önemlidir, ancak dikkati ve siyasal önceliklerimiz açısından özeni elden de bırakamayız. TÜSİAD meseleyi “işgücünün yeniden üretimi”nin tehlikeli biçimde asgari sınırların dahi altına inmesine karşın bir önlem/gündem olarak ele alıyor olabilir mi?

Ama daha açık bir durum ve buna bağlı yanıtı öğrenilmesi zorunlu bir soru daha var: Son yirmi yılda çiftçi çökerken, köylülük tasfiye edilirken verimli tarım toprakları da hızla el değiştirdi, artık tarımda büyük şirketler misliyle fazla bir ağırlık sahibi duruma gelmekte. Ve 2000’lerde köylülük ve tarım çökerken alkışlayanlar 2020’de kamunun etkin önderliğinden söz ederken ağırlıkla tarımdaki şirketlerin yatırım ve üretim sorunlarına halkın parası ile çözüm (!) bulunması için bir “kamusal önderlikten”(!) söz ediyor olmasın?

Hayri Kozanoğlu’nun 11 Ekim 2022’de, BirGün’deki “Fırtına Yaklaşıyor” yazısı bize “neoliberalizm döneminin hızla geride kaldığını, sarkaçın ekonomide kamunun rolünün arttığı bir yöne doğru salındığını” uluslararası tartışmalar üzerinden anlatıyor. “Kamuculuk hayaleti” yalnızca yerel değil küresel zorunluluklarla zuhur ediyor. Böylesi bir “dünyevi” durum, iktisadi kararların demokratikleşmesi, kamunun denetimi için ekonomik işleyişin şeffaflaşması; ekonominin temel yönelimleri konusunda halkın ve tek tek yurttaşların, söz söyleme ve yön verme olanağı ile birlikte ele alındığında geniş halk yığınları lehine, demokratik bir mahiyet ifade edebilir.

Fehmi Köfteoğlu, 22 Temmuz 2022’de Cumhuriyet’te yazısını “Kamuculuğun olmazsa olmazı kamusal insandır” diye bitiriyor. Kuşkusuz haklıdır. Ama acaba bu cümlenin tersinden ifadesi de “cuk” diye oturmayacak mı? “Kamusal insanın olmazsa olmazı kamuculuktur”. Yurttaşın muktedir oluşu için kamuculuk, etkin bir kamuculuk için muktedir yurttaş zorunludur.

25 Eylül 2022 tarihli BirGün Pazar’da “Nedir Bu Demokratikleşme” yazısına söze mücadelemizin farklı yönlerinin ilişkileri ve öne çıkan yönü ile başladım. Kamuculuk yazısını, öne çıkan yön olan demokratikleşme ile sıkı ilişkisine dikkat çekerek ve bir kez daha mücadelemizin çok yönlülüğünü vurgulayarak bitireyim: “… Bu yönüyle hatta tam da bu nedenle ‘demokratikleşme’ yalnızca istibdata karşı çıkışla sınırlı olmayan, Demokratik Cumhuriyet’i işaret eden bir siyasal hat oluşturmaya olanak sağlıyor. Bir yanıyla güncel duruma yanıtlar verebilmemize, güncel görevleri kâmilen üstlenme iddiasına olanak tanırken diğer yandan ‘bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm’ doğrultusuna bağlı, üçlünün tam da göbeğinde olma özelliğini taşıyor. Demokratikleşme çizgisi ve mücadelesi, demokratik cumhuriyete yönelik bir siyasal/sosyal/ekonomik dönüşümler toplamıdır. Ve de öyle kurgulanmak durumundadır.”

Demek ki, halkımızın “İş, insanca ücret, nitelikli bir halk sağlığı ve eğitim hakkı için”, sosyal cinayetlere ve yoksulluğun istismarına ivedilikle son vermek için, hepsinin üstünde “halkın umudunu ayakta tutmak için” kamuculuk hattını sıkı sıkı tutacağız. Kamu kaynaklarının seçilen önceliklere göre verimli kullanımı planlama ile olanaklıdır. Kamuculuk ve planlama üzerinde ısrar aynı zamanda anlamlı bir mücadele hattı için de zorunluluktur. Kamuculuk eksenli planlamanın en azından genel çerçevesi ve önemi üzerine yazmaya devam edeceğim. Bu vesileyle ülkelerini kamuculuk üzerinden yeniden ayağa kaldırma yolunu seçen Brezilya halkına ve Lula’ya bir kez daha selam!