Kafam karışık bindim uçağa. Aslında deplasman araçları kafa dağıtmak içindir. Maça iki gün olmasına rağmen havaalanında bir sürü formalı insan var. Nereden nereye diye düşünüyorum. Çocukluğumuzda bırak deplasmanı akraba ziyareti için bile binilemeyen bir araçtı uçak. Filmlerde Belgin Doruklar, Ediz Hunlar binerdi. Hatta binmişken tek bir şehre de gitmez, ‘Avrupa Seyahati’ yaparlardı. Sigara içmenin bile serbest olduğu otobüslerde, tekerlek üstünde uzun yollar yapılırdı. Yan koltukta ortadan yarılarak ikram edilen bir portakal ya da çayların şirketten olması yüzleri güldürürdü.

Camları kırık deplasman otobüslerine binerken de çok uzaktı ‘yurtdışı deplasman.” Muhtemelen o kadar yol sadece bizim değil takımın da gözünde büyümüş olacak ki pek de gidilmezdi Avrupalar’a. Gittiğimiz vakitler de hep ‘kulağımız bilmem nereden gelecek gol sesi’nde olurdu. Olasılıksız olmayı da gruptan çıkma senaryolarıyla öğrendik.

Diğer taraftarlarla Madrid’e giderken takımın başında hoca yok. Hamza Hoca gönderilmiş, Denizli gelmiş, Taffarel sahaya çıkarılmış, taraftar hani bana demiş. “En azından slogan aramayacağız.” diyor uçakta biri. “Mustafa Denizli şampiyon yap bizi” Zaten herkesi şampiyon yapmışlığı da var, doğrudur. Yönetim bu nedenle seçmemiştir elbet teknik adamı da taraftarın slogan için sevinmesine inanırım. Şimdilerde ‘Seni Sevmeyen Ölsün’ün en popüler tezahürat olması da tam bu kısırlıktan sanıyorum. 80’lerde acılı acılı bağırılırdı: “14 senelik bu çile bitsin artık bu sene / Sen şampiyon olacaksın / Seni sevmeyen ölsün!” Bağırmaktan ciğeri dökülmüş taraftarın imdadına yetişen de Derwall’di.

Geldiğinde 57 yaşındaydı. Bembeyaz saçlarından olsa gerek hep yaşlı hatırlarım Derwall’i. Duvarın duvar gibi yerinde durduğu; doğu – batı, sosyalist – kapitalist olarak ayrıldığımız zamanlarda gurbetçi akrabası olandan Batı Almanya formaları gelirdi. Bembeyaz, parlak kumaşa siyah, sarı, kırmızı zigzaglar. Derwall’in yanında ona yardımcı Denizli. Ona da yaşlı deniyor artık. Uçakta taraftar tezahürat yaparken bakıyorum da kimse pek ümitli değil. Rapid Wien, Neuchatel Xemax, Monaco maçlarının ruhu yok. Dersen ki 3-0’lık maçın rövanşını aldığı ceza nedeniyle tribünden verdiği taktikle 5-0 alan Denizli var mı? O da yok.

Maça Avrupa kentlerinden gelmiş gurbetçiler daha neşeli. Gece oynanan maçın sonucunu gazeteden iki gün sonra öğrendiğimiz dönemler değil tabii. İnternetin taşra baskısı da yok. Her şeyi bilmelerine rağmen daha umutlular. Belki de daha Avrupalı olduklarından maçlara ‘eğlenceli aktivite’ olarak bakabiliyorlar. Pek tezahürat bilmeseler de aksanlı Türkçe ile sevgilerini anlatıyorlar, gülüyorlar.

Tribünde de karışıktı kafam. Medeni şekilde gittiğimiz medeni Avrupa kentinde, medeni insanlar olarak izledik maçı. Ruh yoktu, hoca yoktu, istek yoktu, hırs yoktu hatta takım yoktu. Camı kırık deplasman otobüsünden inmemiştik ki bağıralım, kendimizi yırtalım, boğazımızı patlatalım. Bir Ediz Hun, bir Belgin Doruk karizmasıyla titreyerek baktık “mücrim gibi istikbalimize” Camı kırık deplasman otobüsüyle gitsek böyle mi olurdu?