Millet, Müge Anlı’ya yüklendi; ‘taş attığınız polisten şimdi nasıl medet umuyorsunuz’ mealinde bir şeyler söyledi diye...

Millet, Müge Anlı’ya yüklendi; ‘taş attığınız polisten şimdi nasıl medet umuyorsunuz’ mealinde bir şeyler söyledi diye. Hemen iki gün sonra başbakan bundan daha ağır laflar etti; ‘taş atmayı, Molotof kokteyli atmayı iyi örgütlüyorsunuz da, iş yardım etmeye gelince ortalıkta yoksunuz’ gibilerinden: Bakalım, kimler ona yüklenme cesaretini gösterebilecek.

Biri, sonuçta bir televizyon programcısı; diğeri ise devletin tek hakimi, her işin başındaki ve BDP’yi topyekûn terörist ilân etmiş olan kişi.

Anlı’yı kınamada, tatlı su (iktidar suyu) kürtseverlerinin tümü de başrollerdeydi; başbakanın, felaketi/ölümleri bile fırsata çevirmedeki ısrarı karşısında ise, hepsi sus pus. Bu bâbda aklıma ilk gelenler, Devlet Bahçeli hakkında “ucuzluğa tevessül etmez, edep sahibi adamdır” dediğim için bana acil şifalar dileyen ‘yetmez ama evet’çi ‘marxist’ler.

Her şey o kadar yalana dolana, sahtekarlığa, manipülasyona bulaşmış ki, bu depremin pekâlâ, bir yandan ‘kardeşlik ve millî birlik projesi’, diğer yandan da ‘terörle mücadelede yeni konsept’ çerçevesinde ön görülmüş olabileceği bile aklıma gelmiyor değil. Bu, bayağı fantastik bir fikir ama, Amerikalıların 10-15 yıldır sunî deprem oluşturma, en azından tetikleme teknolojisine sahip oldukları da bilinen bir şey.

Bu deprem vesilesiyle, iktidarın borazanları, aslında Türkle Kürdün nasıl kardeş olduğu, ama ‘alçak’ BDP/KCK/PKK’lıların bu kardeşliği bozmak üzere ne biçim hainliklere baş vurduğunu öylesine bir işlemeye başladılar ki, bu deprem BOP’daki patronlarının eseri veya onun tarafından tetiklenmiş değilse bile, “ aman ne iyi oldu da, başbakanımızın Kürtlere ne kadar muhabbet beslediğini gösterme fırsatı doğdu” hissiyatı içinde oldukları açık; en azından işin başlarında öyleydi; yani, faturasını Kızılay’a kesmeye çalıştıkları çadır ve yardım dağıtımı rezaletleri henüz ayyuka çıkmamışken. Ayrıca şunu da unutmayalım ki, Amerikalılar atom bombasını da cephede düşman askerine karşı değil, Japon şehirlerine sivillerin üzerine atmışlardı ve mevcut konjonktürde kendilerine bölgesel kahyalık hizmeti verenlerin önünü açmak için yapmayacakları hiçbir şey yoktur.

İktidar, depremi bir yandan kendi gövde gösterisine dönüştürmek isterken, diğer yandan da BDP’yi tümüyle işlevsiz kılarak yöre halkı nezdinde itibarsızlaştırmak için bir fırsata dönüştürmeye çalışıyor: Yabancı ülkelerden gelen yardım tekliflerini hemen reddetmesi, hatta ülkeye ulaşmış bir ekibi geri göndermesi, işte bu niyetin en açık seçik göstergesi. Bu arada kurtarılabilecek pek çok can kaybedilmiş, yüz binlerce insanın canı daha fazla yanmış, acımış, hiç dert değil: Nasıl olsa onların çoğu ‘taş atanlar’ familyasından, Zerdüşt’ün köleleri, şaibeli (seçtikleri içeride tutulduğuna göre de, fiilen iptal edilmiş) oy sahibi teroristler.

Bütün bunlar ortadayken demokratikleşme yolunda yeni sivil anayasadan bahsetmek, insanın sadece zekasına değil, doğrudan doğruya kendisine hakaret; bu parodiye oyunculuk etmek ise, eğer ihanet değilse, en büyük gaflet.

Bu hükümet ile değil aynı masaya oturmak, selamlaşmanın bile ön koşulu, bir yandan rehin tutulan milletvekillerinin Meclis’e gelmelerinin sağlanması ve Hatip Dicle’nin gasp edilmiş hakkının iadesi, diğer yandan da Silivri, Hasdal ve KCK’lı toplama kamplarının dağıtılması; kısacası sivil darbe rejimine son verilmesi.