Deprem sınavımız
Fotoğraf: Gaziantep - AA

Tayfun KAHRAMAN, Dr. Öğr. Üyesi
Silivri Cezaevi’nden yazdı. (Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47).​

Yüreğimiz dağlandı, ülke olarak içimiz kan ağlıyor. Temennimiz tarihe 6 Şubat Kahramanmaraş Depremleri olarak geçecek afette kayıplarımızın sayısının daha da artmamasıdır. Fakat şu ana kadar gördüklerimiz çok ağır bir tablonun bizi beklediğini işaret ediyor. Hepimiz acılı olduğu kadar da öfkeliyiz, Neden diye soruyoruz ve cevap gelmemesi öfkemizi daha da arttırıyor.

17 Ağustos 1999 Marmara Depremi milat kabul edilerek bundan sonra bu şekilde bir afet yaşanmayacak dendi ama üzerine birçok afete dönüşen deprem yaşandı; Van’dan, Elazığ’dan, İzmir’den yeni acı haberler geldi, değişen bir şey olmadı. Bu kez acının adresi Anadolu’nun güney doğusu. 10 saat ara ile meydana gelen 2 büyük depremde bu bölgede etkilenmeyen kentimiz yok, 10 ilimiz ise felaket alanı haline geldi.

Peki neden? Neden ders almadık, neden acılarımız bize yine bu soruları sorduruyor? Elbette afet sonrasında tüm ülke olarak deprem bölgesinde yaşayan canlarımız ile bir olduk, enkaz başında insanlar var gücüyle çalışıyor. Fakat bir arada olmanın, ortak aklı çalıştırmanın zamanı, afet öncesi değil miydi? Asıl seferberliği deprem öncesinde ilan etsek, afet gerçeği ile yüzleşerek kamu, yerel yönetimler, özel sektör, sivil toplum örgütleri, üniversiteler ve meslek odaları, hasılı tüm ülke beraber hareket ederek dayanıklı ve sağlıklı kentleri baştan inşa etmiş olsak bu acıları yeniden yaşar mıydık? Tüm bu soruların cevabı tabii ki hayır! Bu depremler mutlaka meydana gelecek ama bizim kaybımız, kaygımız, acımız çok daha küçük olacak, bu çaresizlik ve kaos yaşanmayacaktı.

***

Her deprem sonrasında büyük vaatler, parlak nutuklar dinliyor, bir daha bu acıların yaşanmayacağını duyuyoruz. Fakat ne yazık ki her depremden sonra benzer acıları yeniden yaşıyor ve depremi sadece bu afetle karşılaşınca hatırlıyoruz. 1999 Marmara Depremi üzerinden 23 yıl geçti. Eğer bu sürede kırılgan konut stokunu ülke çapında taramalarla tespit ederek, güçlendirsek ya da yeniden yapmaya başlasaydık, kentlerimizi sistematik rant siyasetine, piyasanın insafına terk etmek yerine kamunun düzenleyiciliğinde ortak aklı, ortak çabayı seferber edebilseydik, bir insan hakkı olan barınma hakkını sağlıklı ve güvenli olarak yurttaşlarımıza sağlayabilmiş olsaydık şu an problemlerimizi büyük oranda çözmüş olacaktık.

Van Depremi sonrasında yasalaşan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu’nu kent merkezlerinde kupon arsalar, yeni rant alanları yaratmak yerine gerçek sorunlarla baş etmek üzere kullansaydık, bugün aynı acıları yaşamayacaktık. Kaçak yapıları adına ‘İmar Barışı’ denilen akıl ve bilim karşıtı aflarla korumak yerine sağlıklı ve mevzuata uygun hale getirseydik, yeni yapılan yapıların Türkiye Deprem Bina Yönetmeliğine uygun olarak yapılmasını sağlayacak etkin bir yapı denetim sistemi kurmuş olsaydık bu kadar yıkılmayacaktık. Eğer gerçekçi ve akılcı bir yöntemle kamu otoritesi ve kaynaklarını doğru biçimde, rant değil insan odaklı olarak gerçek sorunları çözmek için kullansaydık, bu pişmanlıkları yaşamayacaktık.

***

Artık yeni bir milat ilan etmeyin, yeni yalanlarla tüm ülkeyi oyalamayın. Deprem bölgelerinden başlayarak hızlı tarama ile tüm ülkemiz yapılarını tarayarak, risk taşıyan yapıları tek tek tespit ederek çalışmalara başlayalım. Ardından bu yapıları taşıdığı riske göre sınıflandırarak en zayıflarından başlayarak güçlendirmeye ve yeniden yapmaya başlayalım. Yıkılan yeni yapılar da göz önüne olarak yapı denetim sistemindeki aksaklıkları giderelim. Sistematik rant siyasetine dayalı ekonomik düzeni terk ederek kamu kaynaklarını hataları gizlemek yerine onları çözmek için kullanalım. Depremle mücadeleyi ve bunun bir aracı olan kentsel dönüşümü piyasa koşullarına terk etmeden, halkımızın bir insan hakkı olan sağlıklı ve güvenli konutlara erişimi için harcayalım, kamu otoritesi ve kaynakları ile gerekli tüm yapısal önlemleri acilen hayata geçirelim. Tüm imar mevzuatını, bilim insanları ve uzmanların görüşleri ışığında yeniden ele alarak, yasal altyapıyı deprem gerçeğine uygun hale getirelim ve bunun uygulanmasını etkin şekilde denetleyelim. Daha önceki imar afları ile yasal hale getirilen kaçak yapıları titizlikle inceleyerek bunları dayanıklı hale getirelim.

Unutmayın, kentsel dönüşüm bir gayrimenkul geliştirme, ek imar hakkı yaratma faaliyeti değildir; deprem başta olmak üzere tüm afetlere karşı bir insan hakkı olan barınma hakkını sağlamak için, sağlıklı, güvenli, dayanıklı kentler, kentsel altyapı sunmak için olmazsa olmaz bir araçtır. Asıl amaç, insanlarımızın afetler sonrasında binalarından kendi ayakları üzerinde, sağ salim, korkmadan çıkmalarını sağlamak olmalıdır.

Deprem büyük bir sınav, fakat doğa ile insan arasında değil kendi kendimize yarattığımız bir sınav. Çünkü hep söylenildiği şekilde insanları deprem değil uygun şekilde inşa edilmemiş binalar öldürür. Bu nedenle deprem ile baş etme yolları da yine bize bağlı. Riske atılan sadece yapılar ve maddi kaynaklar değil, enkaz altında kalan canlarımız. Bir kez daha “Neden?” diye sorma şansımız yok. Seferberliği deprem sonrası değil, deprem öncesi göstermeliyiz. Depremle mücadelede bir başarısız sınavı daha kaldıramayız.