Deprem yardım gemisinde uyumadan önce…
Fotoğraf: İBB

Doğan SUBAŞI - İBB Meclisi CHP Grup Başkanvekili

Feribotta, yolcu koltukları arasında, bir uyku tulumu… Geminin şurasında burasında, bazısı ranzada, bazısı yer yatağında, bazısı koltukta ya da benim gibi koltuklar arasına serilmiş işte bu uyku tulumu içinde, yolcular uyumaya çalışıyor.

Burası İskenderun’da bir limana bağlanmış Orhangazi gemisi. Yolcular, gemide hizmet sunanlar ve asıl olarak korkunç depremden etkilenen insanlar. Birçoğunun yüzlerinde korku, şaşkınlık, durağanlık, ne yapacağını bilememe, geleceğe yönelik belirsizlik, sözcüklerin tarif etmeye yetmediği bir sürü yabancı duygular seziliyor.

Daha 10 gün önce, hepsi, sıcak yuvalarında yaşıyor, aileleri, dostları, komşuları, çocukluk arkadaşları, her zaman gittikleri berberi, önünden geçerken hep selam verdikleri kırtasiyeci, daha ötede her arızada aradıkları elektrikçi, ekmek aldıkları fırıncısı ile dolu olan kasaba yerle bir olmuş.
Her ölüml e hayatımızdan biri çekilir ama işte şimdi bütün bu kişilerin her biri, hatta neredeyse hepsi çekip gitmişler.

***

Sadece insanlar mı? Mekânlar da yok olmuş. Artık o berber dükkânı, o kırtasiye dükkânı yok. Elektrikçi, fırın yok. Binalar, anıtlar, duraklar, resmi daireler, okullar, hastane yok. Şimdi artık her biri masal olmuş. Bütün bu yok oluşun içinden buraya kopup gelmiş Hataylı kardeşlerimizin arasında, iki koltuk ötedeki yer yatağında yaşlı bir teyzenin muhtemelen bir duayı mırıldanmalarının, nereden geldiğini bilemediğim bir horlama sesinin, ayakucu tarafımda koltukların öbür tarafında arada uyuması için bir annenin çocuğunu uyarmasını duyarak uykunun kenarında geziniyorum. Arada geminin denizin dalgalarından sallandığını hissediyorum. Aklımdan şimşek gibi, geminin bu sallantısının gemideki yolculara depremi çağrıştırabileceği ve onların bundan ürkerek yeniden o korkunç anki duygulara kapılabilecekleri düşüncesi geçiyor. Yarın ilk işim, gemideki psikologlara bunu hatırlatmak olmalı. Ama hayır, onlar bunu bilirler. Olsun, yine de söylemeliyim.

***

Geminin tavanını, birbirine yaslı iki koltuğun arasından görüyorum. Tavandaki gömme lambalar söndürülmüş. Salona soluk bir ışık versin diye, köşedeki tavan ışığı yanık bırakılmış. Neyse ki gözüme vurmuyor.

Ama uyumak ne mümkün.

Yıllarca İstanbul Bandırma arasında seyahat ettiğim ama şimdi Bandırma’dan yüzlerce kilometre uzakta İskenderun’da bir limana bağlanmış bu geminin yolcu koltukları arasına uyku tulumu serip, işte bu ortamda uyuyacağım kimin aklına gelirdi. Bugün “Neden yıkım bu kadar büyük oldu” diye sorduğum köylünün o bilgece yanıtı aklıma geliyor: “Halka gelince maliyet, büyüklere gelince şatafat. Biz bu hastalığa yakalandık.” Hastalık, bizi elbette güçsüz kılmış olabilir. Ama bu hastalığı aşma iradesi de çok güçlü.

***

Bütün ülkenin ve dünyanın depremzedelere yardım için seferber olması, ülkenin ve dünyanın her yanından yardım ve dayanışma gelmesi… Türkiye ve dünya sadece gözünü para bürümüş menfaatçilerden, vurguncu, soyguncu, talancılardan ibaret değil. Hiçbir karşılık beklemeksizin hiç tanımadığı insanlar için, özveri yapmaya, onlarla dayanışma içinde olmaya niyetli ve kararlı olan milyonlarca insan var. Mutlaka ayağa kalkacağız. Bu “hastalığı” mutlaka aşacağız.

Nasuh (Mitap) ağabey, “devrimcilik insanın insanlığına sahip çıkmasıdır” derdi. İnsanın insanlığına sahip çıkan milyonlar var!