Krifçe’ye veda ederlerken bu yolculuğun dönüşü olmadığını biliyorlardı. O nedenle doğduğu yeri özlemiyor Demirhan Akter. “Artık benim vatanım Türkiye. Baksana evladım, neredeyse yüz senedir Türkiye’de yaşıyoruz” diyen Akter, kökenlerini soranlara övünerek “Ben Rumeliliyim” demekle yetiniyor

‘Derin acı'nın 95'inci yılı: Gündüzleri gece eden mübadele

İskender Özsoy

30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’da Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan mübadele sözleşmesiyle, iki ülkeden yaklaşık iki milyon kişi yer değiştirdi. Tanık olanlarda büyük travmalara yol açan mübadele, bir insanlık dramıydı. “Derin acı”nın son tanıklarından 103 yaşındaki Demirhan Akter, çocukluğunu ve mübadele günlerinde kendisinin ve ailesinin Krifçe’de başlayıp Eskişehir’de sona eren yaşamını anlattı.

Bahar, tomurcuklarını yapraklara, yapraklar çiçeklere bırakmış; Pindus Dağları’ndan esen yel Krifçe’ye, Odra Tekkesi’nde yakılan günnüğün kokusunu getirmişti.

Getirmişti ama kim farkındaydı baharın, neşesinin; pembe beyazlığının ve Odra’nın kokusunun.

Ortalık toz dumandı.

Son günlerin eşiğindeydi köy halkı.

Mübadele buyrulmuş, çaresiz terk edilecekti köy.

Kökler topraktan koparılacak, yüreklere özlem yazılacaktı.

Bir koşuşturma, bir telaş.

Sormayın gitsin.

İşte o son günlerin birinde, dokuz yaşındaki bir kız çocuğu zorunlu olarak sığındıkları amca evinin eşiğinde olan biteni anlamak için sorgulayan gözlerle koşuşturanları seyrediyordu.

Bir ara gözü Kirie Apostol’a takıldı.

Küçük kızın okula giderken geçtiği köprünün korkuluğuna dayanmış, ağlıyordu Apostol.

Kirie Apostol’un gözyaşları Pindus’tan doğan dereye damlayıp Hayrullah İbrahim Çeşmesi’nin suyuna karışıyor, hasret gözyaşları oluyordu.

O köyde yaşanan son ilkyaz günlerine günler eklendi, ay oldu, yıl oldu, yıllar oldu.

Ve yıllar sonra, köy meydanındaki telaşın tanığı o küçük kız çocuğu gördüklerini anlattı.

O köy Grebene’nin 650-700 haneli Türk köyü Krifçe (Kivotos), konuşan da aynı köyde 1915 yılının Nisan ayında doğan Mollaley familyasından çiftçi Murad Bey oğlu Habib Bey’le ilaççı Rukiye Hanım’ın kızı Demirhan Akter’di.

Krifçe; Türk ve Rum karışık Sübulu (Kokina), Mila (Paleamilea), Şirin (Miga Sirinion), Çulh (Agios Gorgios), Duvrunsta (Klimatakio), Rum köyleri Şpata (Polidendro), Furgaç (Klima), Panarıt (Panareti) ve Türk köyü Gublar’la (Mirsina) komşu bir köymüş.

Köyün iğneden ipliğe, gazyağından lambaya, undan şekere köyün, köylünün her ihtiyacını karşılayan “Şevket Bakkal”ı varmış.

Okumuş yazmışı çok olan Krifçe’deki üç okuldan biri papazların ders verdiği Yunan okulu, diğerleri Türk okulu ve Kuran öğretilen okulmuş.

Demirhan Akter bu okullara ancak üç yıl gidebilmiş.

Sonrası yürek yakan mübadele.

Burada bir ara verip soluklanmak gerek, Akter’in anlattıklarını okuyabilmek için.

derin-aci-nin-95-inci-yili-gunduzleri-gece-eden-mubadele-420036-1.
1915 yılında Grebene’nin Krifçe köyünde doğan Demirhan Akter mübadelenin son tanıklarından.

Demirhan Akter’in anlattıklarının ilk sayfasında köyü var:

Krifçe’nin güzel âdetleri
“Tek katlı evin hemen hemen hiç olmadığı Krifçe’de evler iki katlı ve büyük duvarla çevrili avlu içindeydi. Bizim ev de iki katlıydı. İki tarafından iki yol geçiyordu. Annem Rukiye ilaç yapardı. O devrin eczacısı gibi. Havacıva yapardı, yanıklara, çıbanlara ilaç yapardı. Ama para almadan yapardı. Evimiz iki tarafından da yol geçen iki katlı büyük bir evdi. Köyde sık sık panayır düzenlenirdi. Köyümüzün güzel âdetleri vardı. Yağmur yağmadığı zamanlarda, yağmur yağsın, ekinler bereketli olsun diye öksüz ve yoksul bir kız çocuğu büyük yapraklı bitkilerle başından ayağına kadar süslenirdi. Ondan sonra kızı kapı kapı gezdirirlerdi. Evlerden yağ, un şeker verilirdi. Verilenlerden helva yapılırdı. Sonra hep beraber yenirdi. Evler dolaşılırken bir de Yunanca mâni söylenirdi. Sonra kızın üstüne su dökerlerdi, kız ıslanır hareket ettikçe etraf da ıslanırdı. Yağmur yağmış gibi. Bir de Hıdrellez sabahı erkenden kalkılır kapılara dallar asılır, kurabiyeler yapılır, kırlarda eğlenceler düzenlenirdi.”

Mübadele kararı alındığında dokuz yaşındadır Demirhan Akter.

Bir sabah bir bakarlar ki.

Köyde yabancılar; kılık kıyafetleri perişan.

Krifçe’nin büyükleri “Kimdir, kimlerdir bu düşkünler…” diye düşünürlerken mesele anlaşılır.

Gelenle Türkiye’den kaçan Rumlardır.

Krifçe’nin payına Bursa ve civarından gelen Türkçe konuşan Rumlar düşmüştür.

Ortaklaşa hayat o günden sonra başlar.

“Hasat yapılmıştı Rumlar geldiklerinde. 1923’ün Eylül ayıydı. Evimizi olduğu gibi onlara bıraktık. Her ürünümüzü aldılar. Bize altı ay yetecek kadar yiyecek bıraktılar. Ama o düşkün Rumları iyi karşıladık, iyi geçindik. Bizim eve verilen Rum’un adı Apostol’du. 30-35 yaşlarında biriydi. Annesi, iki kız kardeşi, karısı ve iki çocuğuyla gelmişleri. Türkçe konuşuyorlar, Rumca bilmiyorlardı. Biz de Yunanca konuşuyor, Türkçe bilmiyorduk. Nereden geldiklerini sormayı akıl edemedik doğrusu. Ama anlaştık. Onları iyi aile olarak hatırlıyorum. Apostollar gelince amcamların evine taşındık. 15 kişi aylarca aynı evde yaşadık. Kalabalık bir aile olarak o evde nasıl yaşadık, bilmiyorum. Rumların erkekleri şalvar, kadınları üç etek giyiyordu. Aramızda hiç kavga dövüş olmadı. Rumlar gelince biz de gideceğimizi düşünmeye başladık.”

Demirhan Hanım’ın Krifçe’ye gelen Rumlarla araları iyiymiş ama Grebene’de oturan babaannesi Cemile’yi komşu Rum kadınları “İzmir’i aldık haberin var mı?” diye kızdırırlarmış.

derin-aci-nin-95-inci-yili-gunduzleri-gece-eden-mubadele-420037-1.
Mübadele gemileri arasında en tanınmış olanı Atatürk’ün de birkaç kez bindiği çift bacalı dört direkli Gülcemal’di. “Denizler güzeli” diye de anılan Gülcemal 1937 yılında hizmet dışı bırakıldı. 1950 yılına kadar Camialtı Tersanesi’nin önünde demirli duran gemi sökülmek üzere İtalyanlara satıldığında 75 yaşındaydı.

Gün gelir, Krifçe’den ayrılık günü de gelir.

O güne kadar söylenti olarak kalan gidiş haberleri resmi ağızlardan köye ulaşınca diller susar.

“Ayrılık yaman kelime / Benzetmek azdır ölüme / Kim uğrasa bu zulme / Gündüzü olurmuş gece.”

Vecdi Bingöl’ün bu şiiri denk düşer 94 yıl önce baharda başlayan ayrılıklara, günahsız insanların “memleket”ten zorla koparılışlara.

Eski şehir, yeni vatan Demirhan Akter anlatıyor:
“Köyden at arabalarıyla Kozani’ye gittik. Bir hayli Kızılay’ın çadırlarında kaydık. Oradan da kara trenin kara vagonlarında Selanik’e. Selanik’te aşı yaptılar. Gülcemal gemisine bindik. Babam kamara ayarlamıştı. Kadınlar ve çocuklar kamarada geldik. Paramızı verdik de geldik. 28 Mart 1924 Cuma günü İzmir’e yanaştı Gülcemal. İki gün kaldık. Anneannem Saliha İzmir’e indikten sonra karantinadayken hastalandı, iki gün sonra da öldü. Cenazesini vermediler. İzmir’de hükümetin Alsancak’ta verdiği yeri bataklık diye beğenmedik. Öyle demişti büyüklerimiz. Kalktık, trenle 16 Nisan 1924 tarihinde Isparta’nın önen köyüne gittik. Gönen’de babaannem Cemile ve Mehmet Amcamın iki çocuğu öldü. Büyüklerimiz bu sefer ‘Isparta’da gül mü ekeceğiz, gül mü takacağız?’ diye tutturdu. Bunun üzerine Isparta’dan Niğde’ye geçtik.
Uluağaç’ta üç ay bekledik. Bir kısmımız Niğde’nin Yeşilburç köyünde kaldı. Bir kısmımız Aydın’ın Mursallı köyüne giderken bir kısmımız da Bursa Başköy’e gitti. Biz gelince… Niğde’de verilen malı mülkü bırakarak bir gece at arabalarıyla kaçarak Bursa’ya gitmek için yola çıktık. Ama Eskişehir’de kaldık.”

Krifçe’ye veda ederlerken bu yolculuğun dönüşü olmadığını biliyorlardı. O nedenle doğduğu yeri özlemiyor Demirhan Akter. “Artık benim vatanım Türkiye. Baksana evladım, neredeyse yüz senedir Türkiye’de yaşıyoruz” diyen Akter kökenlerini soranlara övünerek, “Ben Rumeliliyim” demekle yetiniyor.

Kendisi Krifçe’yi özlemiyor ama yıllar önce, Grebene doğumlu eşi Nusret’i “Sen özlemişsindir memleketini. Arkadaşların var orada.” diyerek göndermiş Grebene’ye.

Günahsız on binlerin hışmına uğradığı mübadelenin son tanıklarından Demirhan Akter bugün 103 yaşında.
Krifçe’de aynı evi aylarca paylaştıkları Apostol ve ailesinin yaşadıklarını o ve ailesi de yaşadı.
Ve bugün o, Apostol’un niçin ağladığını çok iyi anlıyor.

Not: Bu röportajda Ufuk Candar Foya’yla Erdoğan Akter’in Demirhan Akter’le yaptıkları konuşmanın notlarıyla bana Akter’i tanıtan İbrahim Durgut’un babası Hüseyin Durgut’un anı defterindeki mübadeleyle ilgili notlardan da yararlandım.