Telekom’un satışına ilişkin önlemler alınmıştı. Bunl

T’nin özelleştirilmesi konusunda yetkisi olmayan ÖİB, 14 Haziran 2000’de, Ulaştırma Bakanlığı’nı by-pass ederek, T hisselerin yüzde 20’sinin "blok satış'' yoluyla özelleştirilmesi için, daha önce gizli olarak alınan iki Bakanlar Kurulu kararı çerçevesinde ihale açtı. Satılacak hisse oranı yüzde 20, istenen geçici teminat yüzmilyon ABD dolarıydı. İhaleye teklif gelmedi.

IMF BASKISI

İhaleye hiçbir şirketin katılmaması, beklenmeyen bir gelişme değildi. Çünkü, "alıcılar''ın beklediği koşullar oluşmamıştı. Satılacak hisse oranı düşük, teminat oranı yüksekti. Alıcıların istediği, en az parayla en çok yetkiye sahip olmaktı. Türkiye’de "devlet'' adına görev yapanlardan bazılarının kendileri için çalışmasına öylesine alışmışlardı ki, arzu ettikleri ortamın yaratılacağından emindiler. Yalnız, biraz daha "dış baskı'' gerekiyordu. Bu da, IMF Heyeti’nin 2000 Kasımı’ndaki temasları sırasında yaratıldı. Türkiye, 14 Aralık 2000’e kadar ihale açmak için söz verdi ve bunu Niyet Mektubu’nda teyit etti.

İhale koşullarında "alıcılar'' lehine, Türkiye aleyhine yapılacak değişikliklerden bazıları, İhale Komisyonu ya da ÖİB’in yapabileceği türden işlerdi. Önceki ihalede 100 milyon ABD Doları olan geçici teminat, 20 milyon dolara düşürüldü; satılacak hisse oranı yüzde 20’den, yüzde 33,5’e çıkarıldı. Ama, bu da yeterli değildi. Ayrıca, hem Ulaştırma Bakanlığı ve Türk Telekom yetkililerini "ikna etmek, hem de Cumhurbaşkanı engelini aşmak gerekiyordu.

"İkna'' süreci, medyanın desteği ile aşıldı. Bütün haber bültenleri ve TV programlarında Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz ve başta Genel Müdür İbrahim Alptürk olmak üzere Türk Telekom yetkilileri, "Türkiye’nin gelişmesini engelleyenler'' olarak ilan edildi, suçlandı, karalandı. T’nin özelleştirilmesinin "gerekliliği, yararı, zorunluluğu'' üzerine fetvalar verildi. Gerekli "baskı'' yaratıldıktan sonra, sıra hukuk alanında küçük "cambazlıklar''a geldi.

Sezer’in yasaya uygun hale getirildikten sonra sonra imzaladığı 30 Kasım 2000 tarihli kararname şöyle diyordu:"Stratejik Ortağa Yönetim Kurulu’nda hissesi oranında temsil hakkı tanınması ... ve bunlarla ilgili olarak tanınacak diğer uygun yönetsel haklar ile stratejik konuların düzenlenmesine ilişkin usul ve esasların Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı ile belirlenmesi''.

Stratejik ortağa, ancak "hissesi oranında yönetsel hak'' verebilecek olan ÖYK, tam tersine, hisselerin üçte birini alacak stratejik ortağa, çoğunluk hisselerine sahipmiş gibi karar alma yetkisi tanıdı. Üstelik, yetkinin sınırını da tam belirlemeyip alıcıyla yapılacak "sözleşme''ye bıraktı. Çoğunluk hisselerine sahip T yönetim kurulu, hem de "stratejik'' olarak nitelenen "personel, yatırım, mali işler ve ana sözleşme değişikliği'' ve "buna eklenecek diğer konularda'' karar alamayacak, "stratejik'' ortağın dediğini yapacaktı. Genel müdürlük de "stratejik'' ortağa verilmiş ve yönetim kurulunun altında gibi görünen, ama ondan daha yüksek yetkilere sahip, bir de "Stratejik Hizmetler (İcra) Komitesi'' kurulmuştu. Yasaya ve kararnameye aykırı yetkiler, ihale ilanıyla daha da arttırıldı. Stratejik yatırımcının elindeki İcra Komitesi’ne "Şirketi idare etme'' hakkı da verildi. Oysa, "şirketi idare etmek'' ne Bakanlar Kurulu, ne de ÖYK kararında vardı.

YİNE İPTAL

Davayı, KİGEM adına, yönetim Kurulu Başkanı sıfatıyla Mümtaz Soysal açtı. Ankara 5. İdare Mahkemesi, yürütmeyi durdurdu. Kararın basında yer aldığı 30 Mart 2000’de Özelleştirmeden Sorumlu Devlet Bakanı Yüksel Yalova; "Özelleştirme düşmanları karara seviniyorlarsa, avuçlarını yalasınlar. Telekom’un yüzde 51’ine ilişkin düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmayacağını dünya âlem görecek.'' dedi. Yalova, yüzde 33,5’lik hissenin satışı için açılmış bir ihalede, T’nin yüzde 51’inin satılmasını ilişkin bir düzenleme yapılacağını dünya âleme ilan ediyor ve bunun Anayasa’ya aykırı olmayacağının da güvencesini veriyordu; güvence aldığı yerler mi vardı, yoksa güvence verdiği yerler mi? 4673 sayılı Yasa çıkmadan önce, belirli çevreler tarafından sürekli olarak T’nin "mevcut konjonktürde satılamayacağı'', yasanın "sembolik'' bir değeri olduğu, yalnızca bir "mesaj'' anlamı taşıdığı ileri sürüldü.

Oysa, üç temel alanın özelleştirilmesi hiç de "sembolik'' sonuçlar yaratmıyordu. Bütün dünyaya "özelleştirme''yi önerenler, üç alanda "uluslararası özelleştirme'' istiyorlardı: Elektrik, petrol ve telekomünikasyon. Hisse senedi icat olup, mertlik bozulduğu için, bir ülkeyi ele geçirmek için artık topla tüfekle işgâl gerekmiyor; hisse senetlerine sahip olmak yetiyordu.

ALTINCI DENEME

4673 sayılı Yasa, yine basının ve "malûm'' çevrelerin "abluka''sı altında, DSP-MHP-ANAP koalisyonunun her krizinde olduğu gibi, Ecevit, Bahçeli, Yılmaz zirvesi sonucunda çıkarıldı.

Yine, "ivedi''ydi. 10 Mayıs günü saat 17.00’de Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerine dağıtıldı, ertesi sabah saat 11.00’de müzakereye başlandı. Acelenin nedeni belliydi; IMF, 15 Mayıs’a kadar kanunun TBMM’den geçmemesi halinde, kredi desteği vermemekle tehdit ediyordu.

Yasaya, en başta –daha sonra AKP’de yer alacak– FP’li üyeler itiraz ettiler: "Türk Telekom’un acele özelleştirilmesini isteyen uluslararası kuruluşlar, aslında çokuluslu şirketler için kârlı bir pazarı açmak istemektedirler. Türk Telekom özelleştirilince hâkim olacak çok uluslu şirketler Türkiye’de haberleşme teknolojisinin gelişmesini ve üretimi de caydıracaklardır. Bu pazar her yönü ile yabancı sermaye tekeline teslim olacaktır.''

İmza sahiplerinden biri daha sonraki AKP hükümetinin Bayındırlık ve İskan bakanı olacak Zeki Ergezen, diğeri AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı olacak Dengir Mir Mehmet Fırat’tı. "Yabancı sermaye tekeli''nden şikayet edenler, kendi dönemlerinde yabancı sermayeye konan sınırlamaları tümüyle kaldırdılar.

HEP AYNI PLAK

Yasa tasarısının gerekçesi, bir öncekinin aynısıydı:''... telekomünikasyon hizmetlerinin etkin, güvenilir ve verimli olarak, yeni teknolojik gelişmeler ile ortaya çıkan ve giderek artan ihtiyaçlara kamu hizmeti niteliği çerçevesinde cevap verebilecek şekilde yeniden düzenlenmesi...''Peki ne olmuştu da birkaç ay içinde yasanın değişmesi gerekmişti, yanıt hazırdı: (Bir önceki) "... Kanunla, telekomünikasyon sektöründe çok önemli yapısal değişikliklere gidilmiştir. Ancak, yaşanan gelişmeler karşısında, anılan kanunla getirilen düzenlemelerin günün koşullarına uyumlaştırılması gereği ortaya çıkmıştır.''Gerekçe, "yaşanan gelişmeler'' i şöyle özetliyordu: "Gerek uluslararası telekomünikasyon sektöründe yaşanan durgunluk, gerekse bahse konu ihalelerin koşulları nedeniyle, blok satış ihalesinde satışa sunulacak hisse oranının yükseltilmesi gündeme gelmiştir.''"Bu bağlamda, (...) Devlete söz ve onay hakkı verecek imtiyazlı hisse haricindeki tüm hisselerinin satılabileceği hükmü getirilmiştir.''

ELMA ŞEKERİ

T’nin yabancıların eline geçmesinden endişe duyanlara elma şekeri unutulmamıştı: "Ancak, yapı lan bu yeni düzenleme ile yabancı gerçek veya tüzel kişilerin doğrudan ya da dolaylı olarak şirketin çoğunluk hisselerine sahip olamayacaklarına ve gerçekleştirilecek tüm satış işlemlerinde yukarıda bahsi geçen şart ile karşılıklılık ilkesinin göz önünde bulundurulacağı hükme bağlanmıştır.''Yasanın amacı belliydi. 1993’ten beri verilen mücadele sonucunda, telekomünikasyon sektörünün stratejik bir sektör olduğu, bu nedenle hisselerin yüzde 51’inin devlette kalması kesinleşmişti; bu dinozorların arzu ettiği sonuçtu, ama ya alıcıların.

Bu kez Derviş’in zikri başka, fikri başka çıktı. Genelkurmay Başkanlığı, 1997’de, Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı imzasıyla Başbakanlığa gönderdi ği bir yazıda, T’nin yüzde 5’lik hisselerle ve en çok yüzde 45’inin satılmasının doğru olacağını bildirmişti. TSK, dört yıl sonra bir kez daha harekete geçip, hükümeti uyarma gereksinimi duyunca, Derviş, TSK’nin "uyarısı''nı "şükran''la karşılayıp sakıncaların giderildiğini söyledi: "Altın hisse vasıtası ile Türkiye’nin güvenlik ve savunması ile ilgili her şeyi güvence altına alacağız. Programla TSK arasında bir görüş ayrılığı yok.'' Basın da Derviş’i yeterince destekliyordu. Yüzde 49 ile sınırlı olan hisse satışı yüzde 99,99’a çıkarıldı; güvence olacağı savıyla "altın hisse'' getirildi; ayrıca yabancıların sahip olabileceği hisse, yüzde 45 ile sınırlandı, nama yazılı hale getirildi ve IMF İcra Kurulu’na yetişmesi için yine bir haftasonu mesaisi ile TBMM’den çıkarıldı. Derviş, Niyet Mektubu’nun IMF’ye gönderildiği gün yaptı ğı basın toplantısında sürekli "şeffaflık'' vaat ediyor ama, "Mektubu, IMF’den onaylandıktan sonra açıklayacağız'' diyordu. Şimdi bazı çevrelerin yere göğe koyamadığı Derviş’in "IMF istiyor'' diye bastırıp şekil verdiği düzenlemelerin satır aralarında gizlenenlere bakalım mı?

SINIRLAMA NEYİ SINIRLAMIYOR

Veysel Candan’ın tabiriyle "ceza ehliyeti olmayan'' DSP-MHP-ANAP koalisyonunun çıkardığı yasada şu sınırlamalar vardı: "Yabancı gerçek veya tüzel kişilerin T’deki hisse oranı yüzde 45’i geçemez ve bunlar doğrudan ya da dolaylı olarak şirketin çoğunluk hisselerine sahip olamazlar. Yabancı gerçek ve tüzel kişilere T’nin yönetim ve denetiminde oy çoğunluğu sağlanamaz. Tüm satı ş işlemlerinde bu şart ve karşılıklılık ilkesi göz önünde bulundurulur''

Peki, bu sınırlamalar "yabancılar''ın T’yi ele geçirmesine engel miydi? Yanıt, Derviş’in verdiği IMF Mektubu’ndaydı: "çoğunluk hisseye sahip olabilecek stratejik yatırımcı konsorsiyumunda yabancıların çoğunlukta bulunması halini dışlamayan düzenleme'.' Derviş, "zikri''nin tam tersine, IMF’ye "stratejik yatırımcı konsorsiyum''da yabancıların çoğunluk hissesine sahip olacağı garantisini vermişti. Yüzde ellinin altında hisse ile karar yetkisinin devri T’nin yarıdan az hissesinin "yönetimde söz ve karar yetkisi ile'' satılması durumunda yabancılar, "stratejik yatırımcı konsorsiyum'' da yarıdan bir fazla hisse ile; yasayla getirilen sınırlamanın "lafzı''na uygun biçimde; T’de sahip olduğu hisse oranı yüzde 45’in altında, T’nin çoğunluk hisselerine sahip olmayan, T’nin yönetim ve denetiminde oy çoğunluğu sağlamamış, ancak; T’yi alacak stratejik yatırımcı konsorsiyumda çoğunluk hisselerinin sahibi, T kararlarında tek yetkili olacaklardı.

BLOK SATIŞ

Hisselerin yüzde 51’inin blok olarak satılması durumunda yabancılar "stratejik yatırımcı konsorsiyum'' da yarıdan bir fazla hisse ile; yasayla getirilen sınırlamanın "lafzı''na uygun biçimde, T’de yüzde 26 nama yazılı hisseye sahip, sahip olduğu hisse oranı yüzde 45’in altında, T’nin çoğunluk hisselerine sahip olmayan, T’nin yönetim ve denetiminde oy çoğunluğu sağlamamış; ancak; T’yi almak üzere kurulacak stratejik yatırımcı konsorsiyumda çoğunluk hisselerinin sahibi, T kararlarında tek yetkili, olacaklardı.Kaldı ki, Oğuz Tezmen, bunların hiçbirine gerek bıraktırmayan bir olasılığı dile getirmişti:

"Yüzde 100 sermayesine yabancıların sahip olduğu; ancak, Türkiye'de kurulmuş anonim şirketler Türk şirketi sayılıyorlar...'' Derviş’in güvence olarak gösterdiği altın hissenin istikbali de pek parlak görünmüyordu. AB Komisyonu, altın hisse uygulamasını sermayenin serbest dolaşımını ve rekabeti engellediği gerekçesiyle, Telecom Italia’daki ve İtalyan Petrol Şirketi ENI’deki "altın hisse''yi Avrupa Adalet Divanı’na götürmüş ve davayı kazanmıştı. Aynı konudaki üç dava da sürüyordu.