Despotların kâbusu

YALÇIN HAFÇI

Muktedirler sanattan, bilhassa soyut sanatlardan hiç hazzetmez, bunun kökeninde ise örtük bir korku vardır. Bu tür eserlerin bireysel yanı insandaki çeşitliliğe vurgu yapar çünkü. Onlarsa bütün insanları kendilerince mutlak olan birkaç değer etrafında toplamak isterler, herkesin aynı şeyleri düşünmelerini ve gerçekliğe tek açıdan bakmalarını arzularlar. Birlik ve beraberlik hamasetlerinin altında yatan da budur. Farklı yol tutturanlar varsa onlar da bir biçimde cezalandırılır ki aleme ibret olsun. Bilinçli bir ayıklama mekanizması geliştirilir, farklı bir gerçeklik kurulur. İşte her gerçek sanatçı da gerçeğe bambaşka perspektiflerden bakarak bu yapıyı kırmak zorundadır. İktidarlar huzursuz olurlar bundan. Çünkü sanatsal ifade kontrol edilmediğinde insanların iç dünyaları da kontrol edilemez olur. Unutmamak gerekir, bütün önemli toplumsal dönüşümlerin öncesinde estetik bir devrim söz konusudur.

Sorgu
Çinli kavramsal sanatçı Ai Weiwei, 2011 yılında sivil polislerce başına kukuleta geçirilerek gözaltına alınır ve Çin rejimini eleştiren faaliyetleri ile ilgili olarak bilinmeyen bir otel odasında günlerce süren sorgulamalara tabi tutulur.

Asılı Adam’da Barnaby Martin batılı bir gazeteci gözüyle bu sorgulamayı irdeliyor, bir anlamda o da Çin’i sorguluyor. Kitap, Ai’nin tutuklanması sonrası şartlı salıverilmesinden hemen sonra yazarın onunla görüşmelerinden oluşuyor daha çok. Ayrıca yazarın dilinden dünü bugünüyle Çin ve sanat, daha çok da kavramsal sanat konu ediliyor. Öte yandan Çin’de baskı gören, yazdıklarından dolayı hapse atılan başkaca yazarlara da değinilirken, hava kirliliği, çarpık yapılaşma ve Çin’in nereye doğru yol aldığı Orweelvari bir tutumla resmediliyor. Ai’nin sorgulanması ise tüm bunları anlatmak için bir zemin olarak kullanılıyor sanki.
Ai’nin babası Çin’in Devrimi’nin en ünlü şairi ama devrim sonrası parti çizgisinden uzaklaştığı için Gobi Çölü’ne sürülmüş. Ai’nin çocukluğu ve gençliği bu türden zorluklarla geçmiş, bir süre Amerika’da yaşamış ve Çin’e kavramsal bir sanatçı olarak dönmüş. Günlük, sıradan, bayağı nesnelerden esinlenerek onlardan anlam üretmek olarak tanımlayabiliriz Ai’nin sanatını. En ünlü eseri Londra’daki Tate Modern’de sergilenen Ayçekirdekleri adlı çalışması. Yüz milyon kadar el boyaması seramik ayçekirdeğinden oluşuyor bu çalışma. Sanırım Ai bunda Çin’deki insanların yansımasını görüyor. Göz için olmayan bir sanat onunkisi. Tüm eserleri de bu derecede soyut ve akıl dışı.

Elbette bu sanatın kitleler nezdinde çok alıcısı yok, hatta sanat olarak bile kabul edilmiyor. Ancak Ai buna tezat biçimde Çin’in en popüler şahsiyetlerinden biri. Çünkü sanatını hayatıyla iç içe geçirmiş ve bu doğrultuda hükümetten şeffaflık ve ifade özgürlüğü talep eylemlerin merkezinde yer alıyor. Bu nedenle onun gibi düşünenlerin simgesi haline gelmiş ve sosyal medyada Çin’in en çok takip edilenlerinden. Hükümetin onu tutuklayıp 81 gün boyunca sorgulamasının ve ironik biçimde serbest bırakmaya mecbur kalmasının nedeni de bu. Ama salıverilirken hiçbir basın mensubuyla görüşmemesi şartı konmuş, tabii Ai bu şarta uymuyor.

Araçsal bakış
Açıkçası kitapta Ai’nin sorulara verdiği cevapları daha okunası, samimi ve gerçekci buldum. Kitabın yazarını ise daha şüpheci bir gözle okudum. Zira liberal batının doğudaki rejimlerin sorunlarına araçsal ve pragmatik bir gözle baktıkları malumumuzdur. Örneğin yanı başımızda yaşanıyor, Suriye demokratik olmamakla suçlanıp müdahalelere uğrarken Suudi rejimi görmezden gelinir.

Öte yandan, yazarın korku filmine dönüştürdüğü abartılı Çin tasvirinin batıdaki okura “Demokrasinin kıymetini bilin” der gibi bir amacı da var. Temel hikâye bu olunca sanat, özgürlük gibi tehlikeli şeyler de bir kenar süsü oluyor ancak. Yine de despotların kâbusu olacaktır sanat elbette.