Macron, gücün tek elde toplanmasını teşvik eden siyaset anlayışıyla tepeden inme otoriteyi yaygınlaştırdı. Demokratik bir lider yerine "büyük patron" rolü sergileyen Macron, şirketlerin yönetim mantığına sadık kalıyor.

Devletin patronu

Maxime Quijoux

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron 2017 yılında seçildiğinde ülkeyi bir ‘girişimciler ulusu’ haline getireceğini söylemişti. Genç ve ‘teknolojik’ imajından da destek bulan Macron, ülkeye sermaye girişini ve çalışma vizesi süreçlerini kolaylaştırarak yeteneği yurtiçine çekeceğini söylüyordu. Bürokrasiyi de basitleştirerek Avrupalı şirketlerle ilişkileri iyileştirecekti.

Fakat Macron’un projesi kısa süre içinde ‘girişimcilik ekosistemi’ yaratmanın da ötesine geçti ve bir yönetim felsefesinin dışa vurumu haline geldi. Bu felsefenin apaçık küstahlığı eleştirildi ve hatta alay konusu oldu. Macron kuzey garındaki ‘vasıfsızlardan’ söz ediyor, işsiz bir adama takım elbise parası biriktirmek için çalışmasını tavsiye ediyor ve işsizlerin ‘caddeyi geçseler’ iş bulabileceklerini söylüyordu.

GİRİŞİMCİLER ULUSU

Bu tür demeçlerin altında belirgin bir düşünüş şekli göze çarpıyordu. Bu ‘girişimciler ulusu’ fikrinin altında yatan bir dünya görüşü vardı. Toplumdaki çarpıklıkların meşru gerekçesi bireylerin ne kadar çaba gösterdiğiyle açıklanıyordu ve erken davrananların dehası her şeyi açıklamaya yetiyordu.

Bu görüşe göre toplumdaki adaletsizlikler kişilerin yaşam koşullarıyla, elit okullarla, sosyal sermayelerle açıklanmıyor; olsa olsa bu yeni öncülerin toplumun geri kalanı ile dayanışma içinde olmaması, bireysel niyetlerle hareket etmesiyle ilgili oluyordu. Hükümetin yeni benimsediği ‘özgürlük, kardeşlik ve fırsat eşitliği’ sloganı da aynı yöne işaret ediyor. Cumhuriyetin kuruluş değerlerine ait sloganın çarpıtılarak yeniden sunulması bu görüşü net bir şekilde tarif ediyor: Eski kolektivist değerler bir kenara bırakılıyor, bireysel ve liyakat üzerine kurulu değerler ön plana çıkarılıyor.

FIRSAT EŞİTLİĞİ İDDİASI

Halbuki 1960’lı yılların Pierre Bourdieu ve Jean-Claude Passeron gibi entelektüelleri liyakat rejimini bir paravan olarak tarif ediyorlardı; sınıfsal ayrıcalıklar perdeleniyor, bireysel meziyetlerle açıklanıyordu. Fransa dünyada eğitim adaletsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerden biri. Dolayısıyla ‘eşitlik’ kavramının yerine ‘fırsat eşitliği’ kavramının konmasını cüretkâr ve ideolojik bir hamle olarak okumak gerek.

Macron iktidarı boyunca tüm sosyal ve ekonomik politikalar iş dünyasını beslemeye yönelik şekilde tasarlandı. Fransa’yı 21'inci yüzyılın girişimciliğinin gözdesi haline getirmek amaçlandı. Böylelikle CEO zihniyeti, ülke yönetim zihniyeti haline geldi.

ŞİRKETLERİN GÜCÜ

İş dünyasının hükümet politikalarına yön vermesi yeni bir gelişme sayılmaz. Devlet işlevlerinin özel şirketlere ihale edilmesi ya da yeni kamu yönetimi doktrininin uygulanması on yıllardır tanıklık ettiğimiz bir durum. Fransa’da yaşanan dönüşüm de kamu hizmetlerini giderek daralan bir alana hapsetti.
Tüm bunları hesaba kattığımızda dahi Macron’un politikalarının bir adım öteye geçtiğini görüyoruz. Konuyu yalnızca sosyoekonomik politikalar ekseninde değerlendirdiğimizde, Macron kendinden önceki iktidarların devamı niteliğinde sayılabilir. Fakat Macron’un yaklaşımı, demokratik yönetim anlayışının tamamını kökten değiştiriyor. Seçimler iyiden iyiye yaklaşırken Macronizmin şirketlerden devşirdiği bir başka anlayış da göze çarpmaya başlıyor: Otoriterlik.
Siyaset bilimci Michel Offerlé’nin tarif ettiği üzere, iş dünyasının sermaye sahipleri ile çalışanlar arasında kesin çizgiler çizen toplumsal ayrımları yıkmak gibi bir derdi yok. Fransa’da birçok işçi örgütü, ve hatta özyönetim icra eden kooperatifler var. Yine de genele baktığımızda iş dünyasına damgasını vuran anlayış, demokratik olmaktan bir hayli uzak.

SÖMÜRÜ KOŞULLARI

Birçok Fransız şirketinde işçi temsil mekanizması yok. Çalışanlar patronların insafına kalıyor. Temsil mekanizması bulunduğunda dahi karşılaşılan engellerin sınırı yok. İşçi temsilcileri patronlar tarafından ya himayeye alınıyor ya da tam tersi ayrımcılığa maruz bırakılıyor. Şirketlerde genelde korku rejimi ve keyfiyet ağır basıyor. Bunun neticelerinden biri de 2005 senesine ait Orange davasında gördüğümüz türden skandallar oluyor. France Telecom özelleştirilip toplu işten çıkarmalar yaşandığında on dokuz kişi intihar etmişti. Başkaldıran işçiler ya pes ediyor ya da istifaya zorlanıyor.

Gücün tek elde toplanmasını teşvik eden siyaset anlayışıyla Macronizm hem iş dünyasında hem de kamu politikalarında tepeden inme otoriteyi yaygınlaştırıyor. Başkan koltuğuna oturmadan önce hiçbir ‘seçilmiş temsil’ görevi üstlenmemiş olan Macron, demokratik kurumların işleyiş mantığına değil, şirketlerin yönetim mantığına sadık kalıyor.

Macron’un ‘temsil kuruluşları’ ile kurduğu ilişkilerde de aynı eğilimi görüyoruz. Devlet ile birey arasında aracılık eden sendikalar gibi kuruluşlar bunlara birer örnek. Birçok patron gibi Macron’un da diyaloğa ayıracak vakti yok ve tek düşündüğü kafasında çizdiği yoldan ibaret. Kendi ‘vizyoner dehası’ ile kafayı bozan Macron’un bu koşullar altında başkalarının düşünüş yapısı tarafından ortaya konan yaklaşımları anlama şansı kalmıyor. Birlikler, sendikalar ve seçilmiş siyasetçiler neredeyse tek ses olup Macron hükümetinin kayıtsızlığından ve ukalalığından şikayetçi oldular. Ortaöğretim reformlarından işsizlik maaşlarına kadar birçok konuda aynı eğilime defalarca şahit olduk.

OTORİTER HAMLELER

Macron’un otoriter eğilimlerini seçim sürecinde de gördük. 2017 yılında Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu ve kısa süre sonra yapılan parlamento seçimleri için belirlenen milletvekili adaylarında da Macron’un tekil otoriterliğini gördük. Yasama süreçlerini bizzat Macron’un yönlendirdiği görüldüğünde partisinin vekilleri ‘evetçiler’ ve ‘kuklalar’ olarak tarif edilmeye başlandı. Vekillerin çoğu iş dünyasından gelme isimlerdi ve siyasi acemilikleri tek adamcı işleyişi daha da belirgin kıldı.

Macron’un onlara biçtiği pasif rolü sorgulayan vekil sayısı azdı ve birçoğu oyladıkları reformların ne anlama geleceğinden dahi habersizdi. 2019 yılında yapılan emekli sandığı reformları iyi bir örnekti. Reforma meşru gerekçe oluşturmak için milletvekilleri ya da dönemin Çalışma Bakanı Murial Pénicaud tarafından ortaya atılan örnekler çoğu zaman saçmalıktan ibaretti.

Covid-19 salgını Fransa’yı vurduktan sonra alınan kararlar da ‘tepeden inme’ nitelikteydi. Macron çoğu zaman sağlık uzmanlarını dinlemek yerine kendi sezgilerine bel bağladı. Ortak çabalardan ziyade kendi kararlarına güvenen Macron, demokratik bir liderden ziyade, bir tür "büyük patron" zihniyeti sergiledi.

MUTLULUK VAATLERİ

Tüm başarılı CEO’lar gibi Macron da onu yönetici koltuğunda tutan hissedarları mutlu etmek istiyor. Toplumsal ajandaya dair sundukları düşünüldüğünde nispeten ‘liberal’ sayılabilecek vaatler ile seçilmişti. Müslümanların düşmanlaştırılması konusunda söyledikleri buna örnekti. Fakat sonrasında giderek sağcılara hitap eden laflar etmeye başladı ve bunu yaparken tek amacı muhtemelen iktidarda kalmaktı. Daha ‘yıkıcı’ ajandaları olan rakipleriyle aşık atabilmek için hiç tereddüt etmeden kendi de alçaldı ve bakanlarını da önüne katarak adına ‘İslami-solculuk’ dedikleri olguyu düşman ilan etti. Tüm bunlar 2017 yılında kestiği rollerle tezat içindeydi.

Haziran ayında yapılan yerel seçimlere katılım rekor seviyede düşüktü. Seçmenin üçte ikisi sandığa gitmemeyi tercih etti. Macron bu ‘sessiz çoğunluğa’ dair hiçbir laf etmemeyi tercih ederek yalnızca oy veren azınlığa hitap etti. Emeklilik yaşının bir kez daha yükseltilerek 62'den 64'e çıkarılabileceğini söyledi. Merkezin sağında yer alan varlıklı-emekli seçmenlerine mesaj veriyordu.

GÜCÜ DİZGİNLEMEK

2022 başkanlık seçimlerine dokuz ay var ve Macron ‘girişimci ulusu’ ajandasından en çok fayda elde edecek seçmene oynuyor. Macron’un 2017 kampanyasının maddi destekçileri Fransa’nın en zenginleriydi: Yatırım bankaları, fon yöneticileri, avukatlar, teknoloji zenginleri.

O dönemki tartışmalar bağlamında Marcon mevcut siyasi partilerin yetersizliklerinden istifade etti. Aradan dört sene geçti ve iş dünyasından siyasete geçiş yapan bu şahsiyetin ‘eserlerine’ baktığımızda yapabileceğimiz tek şey hasar tespiti.

İşyerinin şiddet ortamı, ülkenin siyaset sistemine yön verir hale geldi: Keyfi yönetim, baskı ve işçi sınıfının hor görülmesi. Fransızlar oy vermeye hiç bu kadar isteksiz olmamışlardı. Demokrasiyi yeniden canlandırmak için yapılması gereken şey yine aynı. Hem işyerinde, hem devletin içinde patronun gücünü dizginlemeliyiz.

Jacobin'den çeviren Fatih Kıyman