Lübnan’da devrim galip geliyor fakat sistem değişikliği zaman ve sabır gerektiriyor. Ekim 2019’da ortaya çıkan bu enerji kalıcı olacak ve onu farklı biçimlerde görmeye devam edeceğiz

Devrim kazanıyor

Carmen Geha

Üç ay öncenin kitlesel eylemleri, yıkıcı ekonomik vaziyet ve yeni bir dünya savaşı çıkma ihtimalini de barındıran hazin bölgesel gelişmelerden sonra Lübnanlı dostlarımın iyimser kalmakta zorlanmalarını anlayabiliyorum. Tabii yıllardır şunu da biliyoruz ki, Lübnan’da tek bir diktatöre ya da hükümete karşı mücadele etmiyoruz. Karşımızda gücü kendi içinde paylaştıran mezhepçi bir sistem var ve ördüğü çıkar ağının kolları siyasetçilere, bankalara, dini mahkemelere, yabancı destekçilere uzuyor.

Lübnan’da ‘sistemi’ yıkmak, sistemle mücadele etmekten çok sistemden kazanç elde edenlerle mücadele etmek ile ilgili. Devrim arayışı ise istediğimiz ve hak ettiğimiz şeylerle ilgili; demokrasi ve toplumsal adalet. İçinde yaşadığımız mevcut sistem bizi bankalara ve mezhepçi mahkemelere köle ediyor. Hayatın bu gerçeklerine rağmen, ulusal ve uluslararası seviyede önümüze konulan tüm engellere rağmen Ekim devriminin üç ayda başardığı şeyler 1989’da biten iç savaştan bu yana, son 30 yılda başarılabilenlerden fazla.

Bu yüzden bu yazımda şu sıralar hiç duymadığımız bir görüşü savunmak istiyorum: Lübnan’da devrim kazanıyor. Sebebini de açıklayacağım...

LİYAKATSİZLİK VE YOLSUZLUK

Halen süren devrim, mevcut siyasetçi sınıfını 30 yıldır iktidarda tutan her şeye karşı çıkmayı başardı. Eylemcilerin ve yurttaşların eylemlerin ilk gününden beri benimsedikleri dil, halkın düşmanının iktidardaki elitler olduğunu; hepsinin yozlaşmış birer savaş lordu olduğunu ve hem ekonomimizi, doğamızı, soluğumuz havayı mahvettiklerini açıkça ortaya koydu.

Geçim kaynaklarımızı elimizden alan şeyin liyakatsizlik ve yolsuzluk olduğunu net bir biçimde tanımladılar. Sistem karşıtı devrim, siyaseti anlama ve tecrübe etme şeklimizi kökten değiştirdi. Karşı yöndeki çabaları ise boşa çıkardı. Siyasetçiler eylemlerin de mezhepçi söylemlere kapılıp gideceğini düşünüyorlardı ve Hariri’nin istifasını istedikleri için Sünni düşmanı sayılacaklarını ya da çürümüş siyasi sistemin bir parçası olan Emel Hareketi ya da Hizbullah’a karşı çıktıkları için Şii düşmanı ilan edileceklerini düşünüyorlardı.

Hıristiyan siyasetçiler kendilerini Hıristiyanların koruyucusu ilan etmeye çalıştılar ve eylemcileri ‘vatan haini kafirler’ olarak yaftalamaya çalıştılar. Sokaktan gelen ses gür ve netti: Bu ulusal bir mücadeleydi ve sokakta birleşmişti. İnsanlar mezheplere değil, mezhepçi liderlere karşı çıkıyorlardı. Halk hepsine lanet etti; genç-yaşlı, yoksul-fakir, kadın-erkek herkesin dilinden dökülen küfürlerle isimleri ayaklar altına alındı. Öfke ülkede sınırlı kalmadı, gurbetçilere de yayıldı.

Küfür etmekle kalmadık; bu krizden çıkmak için yasaları okuduk, anayasayı ezberledik. Birden anladık ki daha iyi bir yaşam sürmek için, daha rahat nefes almak için, daha iyi liderler seçmek için ihtiyaç duyduğumuz şeylere sahibiz. Siyasetçiler gözümüzde bir anda önemsizleşti. Bu hareket herhangi bir hükümetin yandaşı ya da karşıtı değil, bu hareket bizi ezen baskılara karşı. İstediğimiz, baskıyı yıkmak ve yerine liyakat sahibi isimler ve yüzler koymak. Neticede bir anda onları her yerde görür olduk, televizyonda, sınıfta, sokaklarda, bankalarda.

BANKALAR HEDEFTE

Kaderimizi tayin eden siyasetçi sınıfı bir anda önemsizleşti, Ekim 2019’dan günler sonra tarihin çöplüğünü boyladı. Halen süren devrim bize siyasi elitlerle yüzleşebileceğimiz farklı zeminler yaratıverdi. Bu sürecin mimarlarının yaratıcılığı, çeşitliliği ve kararlılığı sakınılası bir güç doğuruyor. Kötü hava koşulları, plastik mermiler, yüzümüze patlayan gaz fişekleri... Sokaklar, kahvehaneler, sınıflar... Bize ait olmadığını sandığımız kamusal alanlar canlılığını yitirmiş değil. Yeni medya platformları, yeni siyasi gruplar, yeni alternatif sendikalar siyasetçilerin yerine ülkesini gerçekten umursayan insanları oturtmak adına faaliyet yürütüyor, tartışmalara giriyor ve planlar üretiyor.

Kimileri şarkılar söyleyerek paramıza el koyan ve sermaye kontrolleri uygulayan bankalara daldı. Bazı gruplar acımasız siyasi analizler kaleme alarak bize etrafımızda olup bitenleri yeni bir bakış açısıyla kavrama şansı veriyor ve tüm bunlara sebep olan siyasetçilerden hesap sormamızı mümkün kılıyor. Kimisi ülkeyi seçime götürmenin ya da popüler kültürü baştan şekillendirmenin hesabını yapıyor. Kimisi grip olmasına rağmen, yağmurun altında oturum eylemlerini yılmadan sürdürüyor.

Gruplardan hiçbiri faaliyetlerini başkentle sınırlı tutmuyor ve çoğu grup birbirini bu sokaklarda tanıdı. Bu iletişim o kadar yakın ve ebedi ki... Herkes aynı düşmana karşı birleşmiş durumda. Lübnan’da devrim galip geliyor fakat sistem değişikliği zaman ve sabır gerektiriyor. Ekim 2019’da ortaya çıkan bu enerji kalıcı olacak ve onu farklı biçimlerde görmeye devam edeceğiz. Mevcut hükümet bile devrim için bir anlamda kazanım demek. Saad Hariri ve Gebran Bassil gibi isimler kenara çekildiyse bunu yabana atmamak lazım. Bunlar devrim adına önemli bir zaferdir.

Tarihte bir ilk olarak kadınların yeni hükümette yüzde 30’luk bir temsil yakalaması da dahil olmak üzere bu kısmi kazanımlara karşı olsam da, devrim yolunda hepimizin mutlak görüş birliğine varamayacağımızı biliyorum ve bunlardan bazılarının bizi susturmak için ‘göstermelik’ tavizler olduğunu da kabul ediyorum. Hak ettiğimiz yönetimi üç ayda kazanmayı zaten kimse beklemiyordu. Devrimi baskılamak için farklı yöntemlere başvuracaklarını biliyoruz ve bekliyoruz. Mermiler, gaz bombaları ve paravan hükümetler... Bizi sindiremeyecekler. Devrim kazanıyor çünkü farkındalığımız ve değişim ümidimiz artık daha farklı yerlerde.

Hiçbir zaman aptal olmadık, şimdi de aptal değiliz. Silahlar, bankalar ve dini mahkemeler üçgeninde kiminle karşı karşıya olduğumuzu çok iyi biliyoruz. Üç aydır emin adımlarla ilerliyoruz; onların 30 yıldır yapamadıklarını, üç ayda başardık.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The New Arab