Atatürk, Anadolu’ya geçer geçmez iki yönlü bir mücadele yürütüyor: Birincisi, emperyalist işgale karşı “bağımsızlık mücadelesi”, ikincisi, saray saltanatına karşı “milli egemenlik mücadelesi”…

Devrimci bir sürecin ilk adımı 19 Mayıs

RIFAT KIRCI

Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a geçerek antiemperyalist, tam bağımsızlık mücadelesini başlatmasının 101’inci yıldönümü bugün. Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutlanan 19 Mayıs bu yıl koronavirüs salgını nedeniyle evlerde karşılanacak. Tarihçi Sinan Meydan’la 19 Mayıs’ın önemini, Kurtuluş Savaşı’yla saray saltanatına ve emperyalizme karşı verilen mücadeleyi konuştuk.

►İktidarın antidemokratik uygulamalarının giderek artmasıyla Gençlik ve Spor Bayramı’na yeni anlamlar yüklendi mi? Günümüzde 19 Mayıs’ın önemi nedir?

Günümüzde 19 Mayıs her zamankinden daha da büyük önem kazandı. Şöyle ki, 19 Mayıs’ta Samsun limanına demirleyen Bandırma Vapuru, Türkiye’yi adeta bir çağdan alıp başka bir çağa taşıyacak bir yolcu taşıyordu. 19 devrimci-bir-surecin-ilk-adimi-19-mayis-733324-1.Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Atatürk, iki yönlü bir kurtuluş mücadelesi yürüttü; aslına bakılacak olursa şartlar öyle gerektirdi; başka bir ifadeyle mevcut koşullar Atatürk’e kafasındaki planı hayata geçirme fırsatı verdi. Neydi o plan? Atatürk’ün NUTUK’taki ifadesiyle “Millet egemenliğine dayanan yeni bir devlet kurmaktı.” Atatürk, İstanbul’dan “millet egemenliğine dayalı yeni bir devlet kurma” fikriyle Anadolu’ya geçtiğini belirtiyor. Gerçekten de Atatürk, Anadolu’ya geçer geçmez iki yönlü bir mücadele yürütüyor: Birincisi, emperyalist işgale karşı “bağımsızlık mücadelesi”, ikincisi, saray saltanatına karşı “milli egemenlik mücadelesi”… Burada ilginç olan nokta şudur ki, Atatürk, saray saltanatına karşı “milli egemenlik” mücadelesi ile emperyalist işgale karşı “bağımsızlık mücadelesini” eş zamanlı olarak yürütüp neredeyse eş zamanlı olarak başarıya ulaştı. Anadolu’ya çıkar çıkmaz bir taraftan işgale karşı Kuvayı Milliye hareketini derleyip toparlayıp daha sonra da düzenli orduyu kurarak askeri bir direniş gerçekleştirmiş, diğer taraftan Ankara’da 23 Nisan 1920’de -üzerinde sarayın, sultanın gölgesinin olmadığı ilk meclisimiz durumundaki- TBMM’yi açarak, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyen 1921 Anayasa’sını yürürlüğe koymuştur. 1922’de de saltanatı kaldırarak adım adım Cumhuriyet’e yürümüştür. Dolayısıyla 19 Mayıs 1919’da Samsun limanına çıkan Bandırma, hem ülkeyi işgalden bağımsızlığa hem de meşruti monarşiden Cumhuriyet’e taşımıştır.

SARAYI TERCİH EDENLER 19 MAYIS’TAN MEMNUN DEĞİL

Bugüne gelecek olursak, saray saltanatını cumhuriyete tercih edenlerin 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Bandırma’nın ülkeyi saray saltanatından cumhuriyete taşımasından pek de memnun oldukları söylenemez. Bu bağlamda iktidar önce 19 Mayıs’ı yok saymayı denedi; bayramları yasakladı, ancak bu yaklaşımı sonuç vermeyince bu sefer alternatif tarih yazımıyla 19 Mayıs’a farklı anlamlar yüklemeye çalıştı. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Atatürk’ü sarayın, sultanın “milli direnişi başlatması için” Anadolu’ya gönderdiğini iddia etti. Böylece 19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün örgütlemeye başladığı Milli Mücadele’yi sarayın, sultanın eseri olarak göstermek istedi, istiyor. Tarihi olgularla taban tabana zıt olan bu yaklaşım da Osmanlı Saray Hükümeti’nin Atatürk ve silah arkadaşlarını ortadan kaldırmak için yayınladığı “ihanet fetvaları”, “idam fermanları”, Anzavur ve Kuvayı İnzibatiye ihanetleri gibi Milli Mücadele karşıtı faaliyetlerine çarpmış durumdadır. İktidar, bandırma Vapuru’nun bu ülkeyi saray saltanatından “millet egemenliğine”, cumhuriyete taşıdığı gerçeğini halktan gizlemeye çalışsa da bu somut gerçekliği saklamak mümkün değildir.

►İktidarın alternatif tarih yazımı çabasına girdiğini belirttiniz. İktidar bir tarihi manipüle ederek ne gibi kazanımlar amaçlıyor olabilir?

İktidar “Yeni Türkiye” dediği o yapıya uygun yeni bir “resmi tarih” yazıyor; başka bir ifadeyle siyasal İslamcı iktidar kendi resmi tarihini yazıyor. Bunun için “Eski Türkiye” dediği emperyalizme karşı “bağımsızlık savaşı”, saray saltanatına karşı “milli egemenlik savaşı”, geri kalmışlığa karşı “uygarlık savaşı” verilerek kurulan Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin kilometre taşları durumundaki gelişmeleri ya önemsizleştirmeye, ya çarpıtmaya çalışıyor. İktidar, Kurtuluş Savaşı ve erken Cumhuriyet dönemi tarihini yeniden yazmaya çalışıyor. Bu süreçte hainleri kahraman, kahramanları hain ilan etmek gibi tuhaf bir yaklaşım sergiliyor. Cumhuriyet dönemini bir “baskı” ve “halk düşmanlığı”, “din düşmanlığı” dönemi olarak yeniden kurgulamaya çalışıyor. Erken cumhuriyet döneminde ekonomide, eğitimde, kültürde, sanatta yapılanları küçümseyen; Atatürk’ü ise sıradanlaştıran bir yaklaşımla “Yeni Türkiye”yi inşa etmeye çabalıyor. Bu bağlamda iktidarın “siyasal hafızayı” silip kendi siyasi yaklaşımına uygun olarak yeniden biçimlendirmeye çalıştığını söyleyebilirim. Ancak nehirler tersine akıtılamaz, iktidarın bu yaklaşımı bence ilk seçim yenilgisinde tuzla buz olacaktır.

6. FİLOYU KIBLE YAPAN ANTİEMPERYALİST OLAMAZ

►İktidarın milli mücadele ya da emperyalizm karşıtlığı üzerinden ürettiği söylemleri nasıl değerlendirmeliyiz?

İktidar, benim “Yeni Milliyetçilik” dediğim, Türkiye’de, aslında kökleri 1950’lere kadar giden “Türk-İslam Sentezi” akımı doğrultusunda mevcut siyasi yapıya uygun bir yaklaşım sergiliyor. “Cumhur İttifakı”, aslında iktidarın bu yaklaşımıyla devam ediyor. Bir zamanlar ABD 6. Filo’sunu kıble bilip namaz kılanları bünyesinde barındıran, soğuk savaş döneminde Sovyetlere karşı ABD safında yer alan Necip Fazıl’ların ideolojik yaklaşımlarıyla beslenen iktidarın, gerçekten “antiemperyalist” olması, eşyanın tabiatına aykırıdır. İktidar, pragmatik bir yaklaşımla –geçmişte de denendiği gibi- siyasal İslamcılıkla milliyetçiliği sentezleyerek, içinde Atatürk’ün olabildiği kadar silikleştirildiği, laik ve seküler olmayan yeni bir “milliyetçilik” anlayışıyla muhafazakar seçmeni bir arada tutarak iktidarını devam ettirmek istiyor. Profilinde hem Türk bayrağı paylaşıp hem de Atatürk’e küfreden trol hesaplar, bu anlayışın aşırı uçlarını temsil ediyor. İktidarın milliyetçiliğinde, “ulusal kurtuluş savaşı” değil, “fetihler” önem taşıyor; mesela İstanbul’un fethini kutlayan iktidar için, İstanbul’un emperyalist işgalden kurtuluşu pek de bir şey ifade etmiyor. Fransız Devrimi ile ortaya çıkan ve Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin 6 temel ilkesinden biri olarak anayasaya koyduğu milliyetçilik, “halkçı”, “laik” ve “cumhuriyetçi” iken, bugün iktidarın milliyetçiliği ne “halkçı”, ne “laik” ne de “cumhuriyetçi”dir, siyasal İslamcıdır.

►Cumhuriyet’le birlikte çok köklü sistemler kuruldu. Özellikle koronavirüs salgını sürecinde kamucu sağlık sisteminin ve sağlık hizmetinin faydalarını bir kez daha gördük. Birçok alanda olduğu gibi sağlıkta da özelleştirme çabalarına rağmen sağlık sistemi hâlâ ayakta duruyor. Köklü sitemler karşısında bu tahribat çabaları zayıf kalıyor. Cumhuriyet’in günümüze bıraktığı kazanımlar, değerler açısından 19 Mayıs’ı nasıl değerlendirmeliyiz?

Son yaşadığımız koronavirüs pandemisi, kimilerinin ısrarla “Yanlış Cumhuriyet” diye adlandırıp kıyasıya eleştirdikleri Atatürk’ün kurduğu “bağımsız”, “milliyetçi”, “halkçı”, “laik” ve “devletçi” cumhuriyetimizin aslında kimilerinin söylediği gibi “yanlış bir cumhuriyet” olmadığını herkesin anlayacağı biçimde gözler önüne serdi. Atatürk Cumhuriyeti, her şeyden önce “halkçı” bir nitelik taşır. Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi, eğitimde fırsat eşitliğinden, ülkeyi doğudan batıya, kuzeyden güneye bir ağ gibi saran demiryolu politikasına, dengeli sanayi yatırımlarına, kurulan fabrikalara ve salgın hastalıklarla mücadeleden, ücretsiz sağlık hizmetlerine kadar halkçı bir öze sahiptir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçilirken her alanda yaşanan yetersizlikler, yoksunluklar, Cumhuriyeti kuranları kısa sürede halkın sorunlarını çözecek yöntemler bulmaya itmiştir. Cumhuriyeti kuranlar her şeyden önce ülkenin kendi ayakları üzerinde durması için yerli, milli üretime kafa yormuşlardır. Sonuçta Türkiye Cumhuriyeti, 15-20 yılda kendi fabrikalarını, kendi demiryollarını, çağdaş okullarını, enstitülerini, sağlık merkezlerini, hastanelerini kurmuştur.

CUMHURİYET FELSEFESİ KAMUCUDUR

Cumhuriyeti kuranların öncelikle mücadele ettikleri üç alan, sağlık, eğitim ve ekonomidir; her üç alanda da akla bilime dayalı, halkçı ve devletçi yaklaşımlarla dünya ölçeğinde başarılar elde edilmiştir. Örneğin daha Milli Mücadele yıllarında Sivas Aşı Kurum’unda aşı üretimine başlanmış, 1930’larda Ankara Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde birkaç çeşit aşı ve serum üretilmiş, 1938’de Çin’de başlayan Kolera salgınında Türkiye Cumhuriyeti, Çin’e kolera aşısı göndermiştir. “Kamucu”, “bilimsel” ve gerçekten “yerli milli” sağlık politikaları sonunda halkın yüzde 75’den fazlasını tehdit eden salgın hastalıkların kökü kazınmıştır. Son yaşadığımız pandemi, Cumhuriyetin “halkçı”, “devletçi”, “kamucu” kuruluş felsefesinin ne kadar doğru bir felsefe olduğunu gözler önüne sermiştir; anlayan için tabi! İktidarın yaptığı gibi Erken Cumhuriyet dönemini karalamak veya yok saymak yerine o tecrübeden yararlanmak gerekir.

Buradan 19 Mayıs’a geri dönecek olursak; işte 19 Mayıs 1919’da Samsun limanına yanaşan Bandırma’dan inen o yolcu; Atatürk, çok değil, üç-dört yıl içinde işgal altında, gırtlağına kadar borçlu, geri kalmış bir meşruti monarşiden tam bağımsız, üreten, kendi kendine yeten, borçlarını ödemiş, laik ve uygar bir cumhuriyet çıkarmayı başarmıştır.

19 Mayıs, Türkiye’nin adeta bir çağdan başka bir çağa taşınacağı her yönüyle devrimci bir sürecin ilk adımıdır; kutlu olsun!