Bu pazartesi akşamı   TAKSAV’ın Ankara’da düzenlediği seminerlerden bir başkasındaydım. Zamanın merdivenlerinden aşağı inip

Bu pazartesi akşamı   TAKSAV’ın Ankara’da düzenlediği seminerlerden bir başkasındaydım. Zamanın merdivenlerinden aşağı inip geçmişe doğru kısa bir seyehat gerçekleştirdik. Geçmişe gidiş gelişler, anıların tekrarı, olanları bir kez daha değerlendirmek, bu günü daha iyi anlamamızı ve daha iyi irdelememizi getiriyor beraberinde. Nitekim bu pazartesi akşamı Oğuzhan Müftüoğlu bizleri yakın geçmişte ( Buna yakın geçmiş denebilir mi pek bilemiyorum. Neyse dedik bir kere..)  yaklaşık üç saatlik bir tur attırdı. Nefes almayı bile zorlayan, bütünüyle dolu bir salonda genç, yaşlı, ilginin bir an bile dağılmadığı bir turdu bu. ( Zaman zaman gözlerini dinlendirme hakkını kullananlar ise ihmal edilecek kadar azdı..)
Bu geçmişe yapılan turun bence en önemli anımsatması, bugün darbelere karşı olduğunu söyleyip devrimcileri ulusalcılıkla suçlayanların geçmişte cuntacılarla nasıl içli dışlı olduklarıydı. Tur zaman zaman ilginç karşılaştırmalar yapabilmemize olanak sağladı. Bugünün ‘solda’ konuşlanmış liberalleri ile geçmişin cuntacılarının sola ve sosyalizme bakışlarındaki benzerlikler bir kez daha gözlerimizin önünden şöyle bir geçip gittiler.
Ve yine bu tur – diğer katılımcıları bilemem ama - en azından bana solun geçmişten bugüne kitleler ile bağının ne kadar zayıf olduğu, solun nerdeyse kitlelerle bağ kurmaktan kaçındığı izlenimini edinmeme de neden oldu.
1960’lı yıllardan seksenli yıllara doğru yapılan bu tarihsel turu bölümlendirerek irdelediğimde şöyle bir fotoğraf ortaya çıktı:     1. dönem ( 1961- 1972 arası); dönemin ilk yıllarında 27 Mayıs’tan ve Baas sosyalizminden etkilenme bariz bir şekilde görülüyor. Yön Dergisi etrafında toplananlar ( D. Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, C. Eyüboğlu ve dergide yetişen Uluç Gürkan, Hasan Cemal vb..) ordu-sivil ortak güçlerle bir tür Nasır sosyalizmini hedefliyorlardı. Burada göze çarpan kitleler ile bağ kurup bir taban insiyatifi yaratmak söz konusu olmadığıdır. Yukarıdan aşağı bir iktidar hedeflenmekte. Dönemin ilerleyen yıllarında ise ayrışmalar kendini gösterirken küçük gerilla gruplarıyla tıpkı Küba’da olduğu gibi devleti alaşağı edip yukarıdan aşağı iktidarı inşa etme üzerine yapılanmalar oluşuyor. Bu dönemde her iki anlayışa da uzak duran ama her iki gruptan da etkilenmekten kaçınamayan örgütlenme, kitle bağı oluşturmaya eğilimli olmasına rağmen gerekli zaman ve ortamı yaratamadan yeni bir darbe ile karşı karşıya kalıyor.
2. Dönem ( 1973- 1980); bu dönemin en belirgin özelliği olarak şabloncu anlayışlar kendini gösteriyor. SSCB, Çin ve Arnavutluk’a öykünen yapılanmalar birbirlerini çeşitli suçlamalarla  eleştirip çatışmalara giriyorlar. Ülkenin özgün koşullarını dikkate almayan bu anlayışlar birbirleriyle çatışırken emekçilerle ilişkileri son derece zayıf kalıyor. Zaten yoğun bir biçimde kitlelerle bağ oluşturma kaygısı da duymuyorlar. Bu dönemde ancak, gençlik içerisinden çıkardığı kadroları mahallelere, kıra yönlendiren Devrimci Yol Y.Çeltek, Fatsa ve Direniş Komiteleri deneyimleri ile belirli ölçülerde kitle tabanı oluşturulabiliyor. Ancak dönemin sol içi çatışmalarından o da kaçamıyor. Bu da işçi- köylü içerisinde yeterli bağı, örgütlenmeyi kurmaya zaman bulamadan 12 Eylül darbesi ile karşı karşıya kalmasına neden oluyor.
Bu iki dönemden sonra 1980- 1995 arası yaklaşık onbeş yıllık bir boşluk dönemi yaşanıyor.
3.Dönem ( 1995-2009) dönemi ki bu dönemde solun büyük bir kısmının partileşerek büyük oranda seçim sandığına odaklandığına tanık oluyoruz. Bu dönemde de oy potansiyeli görece daha yüksek olan sosyal demokratlar yada Kürt hareketiyle ittifaklar kurularak politik mücadelede hedef büyütmek ve büyümek ön plana çıkıyor. Medya ya da karizmatik liderler aracılığıyla yukarıdan aşağı rüzgâr estirilerek hedefe ulaşmak gibi yollar tercih ediliyor.
Görüleceği üzere tüm dönemlerde solun büyük bir kesimi kitlelerle bağ kurmanın zorluğundan kaçarak, aşağıdan yukarı bir yol izlemektense su gibi en kolay yoldan akmayı, yukarıdan aşağı bir yol izlemeyi tercih ediyorlar.
Dün ile bugünün benzerliklerine gelince; bugünün önceliğinin sosyal adalet, demokrasi ve özgürlükler olduğunu söyleyip, kapitalizmi yıkmak yerine ehlileştirmeyi hedefleyenler, darbelere karşı olduklarını söylerken, ulusalcı olmakla suçladıkları devrimcilere ve geçmiş devrimci mücadeleye küfretmeyi iş edinenlerin söylemleri ile 1960’lı yılların Cuntacılarının söylemleri bakın ne kadar birbirine benziyor:
“Sosyalizme ulaşma uzun zaman isteyen bir iştir. Önce sosyalizme giden yolu aşmak lazım; bu sebeple, malum sosyalist sloganları art arda sıralamak yerine, sosyalizm yolundaki engelleri kaldıracak ve statükoya karşı olan bütün kuvvetleri toplayabilecek formüllere öncelik vermek lüzumludur. Bu bakımdan sosyal adalet ve hürriyet içinde hızlı kalkınma davasını ön plana almak, bunun için gerekli antikapitalist ve anti feodal mücadele etrafında bütün devrimci kuvvetleri bir araya getirmeye çalışmak gerçekçi bir davranış olacaktır. Sınıf önderliği davasının ön plana alınması memleketin bugünkü objektif şartları göz önünde tutulursa kuvvetleri dağıtmaktan başka bir işe yaramaz.”
Kasım- 1962 tarihinde Yön Dergisi’nde bunları yazan Doğan Avcıoğlu ile bugünün Yeni Solcuları ne kadar benzeşiyor değil mi? İnsanın aklına yoksa tarih tekerrür mü ediyor sorusu da gelmiyor değil hani…