Didikleyen, soran ve şaşırtan öyküler

Mehmet ÖZÇATALOĞLU

Her geçen gün öykülerimizin ve öykücülerimizin sayısı artıyor. Edebiyatımız için mutluluk verici bir gelişme olsa da yarına neler ve kimler kalacak, buraya bakmak gerekir. İthaki Yayınları bir süredir bu alana güzel ve önemli katkılar yapıyor. Yayınladıkları ilk kitaplarla, okurlarını yeni isimlerle tanıştırdıkları gibi, edebiyatımızın yarınlarına da yatırım yapıyorlar. Geçen günlerde de Hakan Sarıpolat ve ilk kitabı 'CIS'la tanıştırdılar bizi. Hakan Sarıpolat eğitimci kimliği de olan bir yazar. Eğitimci kimliği olan yazarların yazdıklarında sıkça rastladığımız eğitim dünyasının izlerini, Sarıpolat’ın öykülerinde göremiyoruz. Kendisi hakkında yazılan birkaç satırın içerisinde geçmese bu ayrıntı, tahmin etmek olası bile değil, eğitimci olduğunu.

Yazarın büyülü gerçekçiliğin peşinde olduğu hükmüne, ilk sayfadan vardım Marquez’den alıntılanan “Gerçek anılar, belleğin hayaletleri gibi görünüyorlardı bana, sahte olanlar ise gerçekleri bozacak kadar inandırıcıydılar” satırlarını okuyunca.

Kitaba adını veren 'CIS' kitabı oluşturan sekiz öyküden sonuncusunun başlığı. Kitap sekiz öyküden oluşsa da sekiz bölümden değil iki bölümden oluştuğu söylenebilir. İlk öykü 'Zincir' başlı başına bir bölüm, diğer yedi öykü başka bir bölüm. Bunu böyle hissettirense öykülerin kapladığı sayfa sayısı değil, 'Zincir’in okuru içine hapseden atmosferi. 'Ağır Roman'ı bilenlere, okuyanlara/izleyenlere Kolera Mahallesi’ni çağrıştıracak bir öykü. Filmden kareler aktı geçti gözümün önünden. Okan Bayülgen’in tıfıl ama bıçkın tavrı. Burak Sergen’in Mustafa Uğurlu ile Balık Ayhan ritmi eşliğinde sustalı şovu… Bana Kolera’yı anımsatsa da mahallenin adı Zincir. Neden Zincir diye düşünen olursa da yazar nedenleri için şunları yazmış: “… Ağaçlar, evler, çocuklar, yaşlılar. Aynı kokuyor. Zifirle kaplı mahalle. Güneşle kaynıyor. Simsiyah. Doğan tüm bebekler bu siyahlığın egemenliğinde büyüyor. Yaşlılar bu siyahlıkta ölüyor. Dışarıdan gelenler için dayanılmaz, mahalleli tarafından özümsenmiş. Varlıklarının vazgeçilmez parçası haline gelmiş. Duyumsanmadığı zaman büyük bir yoksunluk hali yaşatıyor. İnsanları bağlayan, hiçbir yere bırakmayan. İşte tam da bu sebeplerden dolayı mahalleye “Zincir” diyorlar.” 'Zincir'in ardından, 'Satılık Melek Tüyü'nü, 'Leyla Kokusu'nu, 'Kuyruk Acısı'nı, 'Kelebekler'i 'Evde Unutulan Bir Çift Göz'ü, 'Atlı Karınca'yı ve kitaba adını veren 'CIS'ı da okudum. Tüm bunları okurken hâlâ 'Zincir’in etkisinde olduğumun da farkındaydım. Kitabın, 'Zincir’in ardında kalan bölümünün aynı sertlikte olmaması bir nevi teselli oldu. Aksi takdirde ağırlığının altında kalabilirdim. Yine de 'Kuyruk Acısı' ile bir miktar silkelendiğimi söylemeliyim. Pençesinden kurtulduğum ama psikolojisinden hiç kurtulamadığım salgın hastalığın etkilerini okumak, içimden değil de dışımda yaşamak ürperticiydi. Neden böyle oluyor, bunları neden hissediyorum/ düşünüyorum diye sorgularken buluyorum kendimi. Yanıtı Nâzım veriyor öte yanda: “Yaşamak güzel şey be kardeşim…”

'Evde Unutulan Bir Çift Göz' kısa bir film tadındaydı. “Yirmi iki yıllık kocam evliliğimizi sonlandıran cümlelerin ardından gözlerini evde unutarak gitti” diye anlatmaya başlayınca anlatıcı, görüntü de akmaya başladı sanki aynı anda ekranda.
Aslında öykülere tek tek değinmeye, kitabı uzun uzun anlatmaya gerek yok. Arka kapakta yer alan iki cümle en güzel özeti kitabın. “Cıs, Hakan Sarıpolat’ın okuru usul usul sarıp sarmalayan ve sonunda sarsmaktan geri durmayan öykülerinin bir toplamı. Gerçekle düşün birbirine karıştığı, didikleyen, soran ve şaşırtan öyküler." Hakan Sarıpolat, bu ilk kitabıyla büyük bir adım atmış öykü dünyasında. Dilerim devamı olur, sürekli olur, yarınlarda da okuruz kendisini.